YAZARLAR

Geçen yaz ne yaptığını biliyorum!

Biat eden, biat eder. Boyun eğen, boyun eğer. Teslim olan, teslim olur. İtirazı, hakikate dair inadı, belli ilkeleri, eleştirileri olanlar ise, sakattır! Ele avuca gelmeyebilir.

Bayılıyorum “Arınç kalkışmaları”na…
Ve ardından sökün eden “ilkeli AKP tepkileri”ne!
Arınç bir gidiyor, bir geliyor…
Sanki AKP 20 senedir yerinde duruyor!

Şimdi son sözü baştan söyleyeyim. Diyebilirsiniz ki, insan kavgada bile söylemez bunu!

Hani, böyle çıkışlar, eleştiriler, Arınçlar, Davutoğlu ve Babacanlar, çok daha önce Abdüllatif Şenerler hep “hain” sayıldı, değil mi?
Neden?
Gemiyi terk ettiler filan falan!
AKP nedir ki?

Evet, AKP neydi ki? Yani nasıl doğdu?
Gökten mi indi yoksa Erbakan’ın yüreğine mi indi, onu paramparça ederek!
Erdoğan, Gül, Arınç… Şimdi neredeyse hepsi tek adamın yolunda “kurutulmuş” kurucu babalar nereden çıktı?
Kendileri açısından “yeni hareket” olan parti, Erbakan ve “sadık” arkadaşları açsından “ihanet” değil miydi?
Hem de 28 Şubat süreci bitmemişken…
Hem de “Hoca’nın partileri” kapatmalardan kapatmalara, yasaklardan yasaklara sürüklenirken!

Birisine “hain” diyeceksen, “hayın” da diyebilirsin tabii, 41 kere düşüneceksin; fakat bazıları düşünmeyi değil, köpürmeyi seviyor!
Köpürün de bir bakın, köpük köpük neler kalmış.

Mekanizma şöyle:
Birisi içerideyken dışarı çıkarsa “hain” olur…
Dışarıdayken içeri girerse “baş tacı” edilir!
Şöyle de diyebiliriz:
İçeriden az bile olsa dışarı çıkıp eleştiri yaparsanız, hainsiniz!
Dışarıdayken neredeyse küfür kıyamet gitmişseniz bile, içeri girince, aferin, otur!

Çünkü ikisi arasındaki fark şöyle:
Birinciler biat-itaat etmişken, bir bakıyorsun inat etmiş, can sıkmış.
İkinciler hakaret dahi etmişken, boyun eğip biat-itaat etmiş.

“Efendiler” bu ikincileri sever. Ki bunların çoğu zaten “kurucu” filan değil, “devşirme” olurlar.
Osmanlının Saray hanımlarının neredeyse tamamı bir yana, Yeniçerileri, hatta vezirlerin, paşaların birçoğunu böyle seçmesi tarihin rastlantısı değildi herhalde.

Ben bunu medya tecrübelerimde de gördüm.
Misal bir gazeteyi omuzlayıp bir yere getirenler, her kademeden o gazeteyle ağlayıp gülenler vardır… Fakat bunların kimisi bağımsızlığı, ilkeyi, işte öyle şeyleri önemsiyordur.
Buna karşılık, daha önce başka medya gruplarının, gazetelerin, TV’lerin başındayken küfür, hakaret edenler gelip teslim olduğunda, daha münasip şahsiyetler olur.

Çünkü biat eden, biat eder.
Boyun eğen, boyun eğer.
Teslim olan, teslim olur.
İtirazı, hakikate dair inadı, belli ilkeleri, eleştirileri olanlar ise, sakattır! Ele avuca gelmeyebilir.

Mesele odur.
Bunu Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Mehmet Uçum, Yiğit Bulut, hatta yolu Halep’ten değil HADEP’ten geçen Mehmet Metiner… az kalsın unutuyordum, Devlet Bahçeli ile çalışma ve her yeni duruma alışma arkadaşları da iyi bilir!

Gördüğüm kadarıyla, Şener, Arınç, Babacan, Davutoğlu hiç hakaret etmedi. Hoş, Şener dışında, diğerlerinin söyleyecekleri de eleştiriden önce özeleştiri, hatta “itiraf” statüsünden kıymet kazanabilir ki, onu bile yapamıyorlar!
Ama bir önceki paragraftaki isimler… ya siz neler dediniz öyle!

“Çok ağır olacak ama Başbakanın kalbi Ali diyor, dili Muaviye söylüyor” diyen ve şimdi iktidar borazanı bir TV’ciden o gün “Yine söyleyin” diye teşvik gören, yukarıdaki “hainler” değil Numan Bey.

“Bu ülkenin kaos yaratan bir başbakanı var. Akşam eve gittiğinde karısına ve çocuklarına boynu bükük kalan esnafın, çiftçinin yerine kendini koymayan. At üstünde durmayı nasıl beceremediyse, ülke yönetmeyi de beceremedi” diyen jokeyler mi, jokerler mi, “hainler” mi Süleyman Bey?

Hem sahi ne oldu o esnaf ile çiftçiye, boynuna, karısına, çocuklarına?
2022’de bu enflasyonla, mazotla, gübreyle filan daha iyidirler inşallah!

Artık diğerlerine sormayayım.

Bir film vardı, “Harpte Ne Yaptın Baba” diye.
1966 yapımı, Blake Edwards’ın yönettiği, savaş parodisi. Çok iyiydi o günün şartlarında.
Adının esinlendiği ve tiye aldığı şey, 1. Dünya Savaşı’nda askere yazılmaları teşvik etmek için yapılmış bir poster olmalıydı:
“Baba, Büyük Savaşta SEN Ne Yaptın?”

Posterde kravatlı, yelekli babasının dizinde oturan kız çocuğu soruyordu soruyu. İlgisiz şekilde yerde oyuncaklarla oynadığı sanılan ufak erkek çocuk ise, aslında kurşun askerler ve onların ateşleyeceği topla oynuyordu!
Açıkçası, kravatlı, takım elbiseli, yelekli babanın yüzünden düşen de bir parçaydı. “Ne yaptım ben” diye karalar bağlamış gibiydi.

Bugünün “kurşun askerler”ine sorabiliriz o zaman:
Sahi siz daha önce ne yapmıştınız?
AKP nasıl kurulmuştu? Siz AKP ve Saray dışındayken neler neler demiştiniz öyle?
Neden tarih sizleri bile silebilecekken bir gün, sözlerinizi öyle asılı bırakıyordu arşivlerde, hafızalarda?
Şimdi çıkardığınız sosyal medya vs. cenderesinde, o sözleriniz hakaret, yalan haber filan mı sayılacaktı!
Ya nasıl becerdiniz öyle, kendi sesinizi bile unutmayı!

Yüzünüz asılmışsa, ben başka bir film tavsiye edeyim size:
1997 yapımı. Hani Erbakan’ın yolda bırakılıp terk edilmesine doğru giden 28 Şubat sürecinin başları.
“Geçen Yaz Ne Yaptığını Biliyorum!”

Kesmezse, devamı da çekilmişti:
“Geçen Yaz Ne Yaptığını Hala Biliyorum!”
Yetmediyse, ardından da bu gelmişti:
“Geçen Yaz Ne Yaptığını Hep Bileceğim!”
Film serisi, bir kazada birisini öldürüp gizleyen dört gencin başına sonradan gelenlere dairdi ve Ahmet Kaya’nın “Hep Sonradan” şarkısıyla ilgisi yoktu!
Ama sizinle ilgisi olabilir.

Mesele bu zaten:
Biliyoruz, çocuklar! Hala biliyoruz. Hep bileceğiz.
Birisine “hain” diyecekseniz, siz de unutmayacaksınız!

Not: 1. Dünya Savaşı sırasında, Britanya’daki savaş karşıtları da o postere şu notu düşmüştü:
“Felaketi, kanı durdurmak için elimden geleni yaptım!”
Sahi siz ne yaptınız babalar ve gençler, geç gelse de hep genç kalanlar!
Hep sonradan, hep sonradan!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.