Geçmiş olsun Barış Atay
Barış Atay, başından sonuna kadar kişi olarak Kürtlerle kurduğu diyalog ve parti düzeyindeki ittifakı nedeniyle onlarca sorunun yer aldığı bir tür çapraz sorguya alındı. Atay bireysel olarak başarılı bir performans sergiledi ancak program, Kürtleri, hak ve taleplerini ve siyasi temsilcilerini devletin uzun süredir çizdiği ötekileştiren, yalnızlaştıran ve kriminalize eden çerçevenin dışına çıkarmadı, aksine bu çerçeveyi önemli ölçüde olumlayıp genişletti.
İsrail’de ana akım medyanın yayıncılığını inceleyen çalışmalar, bu medyanın Filistinlileri “güvenlik için tehdit oluşturan, barışı engelleyen ve terörist” olarak yansıttığını, bu yönüyle medyanın devletin uyguladığı şiddet politikalarını meşrulaştıran bir işlev gördüğünü belirtir. Benzer bir durum ABD’de siyahların medyadaki temsili için geçerlidir. Burada da siyahlar güvenliği tehdit eden, sosyal yardımlara bağımlı kişiler gibi resmedilirken beyazlar sosyal istikrarın kaynağı olarak gösterilir.
Türkiye’de de bunun bir benzeri daha katı ve açık şekilde yüzyıldır aralıksız olarak sürdürülüyor. Bu konuda Faik Bulut’un çok geniş bir perspektif sunan “Türk Medyasında Kürtler” isimli kitabına bakılabilir. Türk medyasındaki bu yayıncılığın bir devamı olarak televizyon kanalları, canlı yayınlara başladığı 1990’lı yıllardan bu yana çeşitli vesilelerle Kürt yazar ve siyasetçileri konuk alır ve neredeyse değişmeyen bir gelenekle bu yayınları o konuğun yargılandığı ve hedef gösterildiği bir platforma çevirir. Bu programlara katılan Kürt katılımcılar bir tür savcılık sorgusundaymış gibi sorguya çekilir, konuşmacı da program boyunca masum olduğunu kanıtlamaya çalışır. Son 6-7 yıldır uygulanan fiili sansür nedeniyle hiçbir programa Kürt siyasetçi ve yazar dahil edilmediği için bu görüntüleri bir süredir görmüyoruz ancak gıyaplarında yapılan canlı yayın yargılamaları ve her türlü hakaretin sınırsızca kullanıldığı programlar dozu artan bir şekilde devam ettiriliyor.
Türk medyası bu yönüyle 1920’lerden bu yana devletin Kürtlere yönelik şiddetinin en temel araçlarından biri oldu. İnternet yayıncılığının ortaya çıkmasıyla bu geleneğin kırılacağına dair umutlar da 2020’ler itibariyle sönmüş durumda. Öyle ki televizyon yayıncılığında bir ölçüde “adabıyla” yapılan linç sosyal medyada herhangi bir adaba uyulmadan yerine getiriliyor.
Bu yayıncılıkta her ne kadar hedef, konuklar gibi görünse de esas olarak Kürtler ve her türlü hak talepleri ile mücadeleleri oluyor. Kürtlerin hak talepleri kriminalize edilerek görünür olmasının ve ifade edilmesinin önüne geçilmeye çalışılıyor. Kürtlerin taleplerini bastırmak için tüm araçları kullanan devlet elbette medyayı da şiddet siyasetinin etkili bir unsuru olarak kullanmayı ihmal etmiyor.
LİNÇ GELENEĞİ
Son yıllarda geleneksel medyaya internet yayıncılığı da eklendiği için bu tarzın bir benzeri Youtube yayınlarına yansımış durumda. Türkiye İşçi Partisi milletvekili Barış Atay’ın, Youtube kanalı Babala Tv’de katıldığı programda bu geleneğin bir benzeri tekrarlandı. Program kendi ana akımını üretmeye başlayan Youtube yayıncılığı açısından dikkate değer veriler sunmasının yanında yeni dönemin o linç arenalarından biri vasfını da kazanmış durumda.
Programın yayınlandığı günden bu yana soru soran izleyici profilinden Barış Atay’ın sabırla verdiği cevaplara birçok konu tartışılıyor. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki program, ilk bakışta soru soran kişilerin belli bir ulusalcı-milliyetçi kesimden muntazaman seçilerek getirildiği izlenimi veriyor. Zira normalde toplumda bir Kürt gencine denk gelme olasılığı bir Nihal Atsız hayranına denk gelme olasılığından yüzlerce kat fazla olmasına rağmen Nihal Atsız hayranı bir değil birkaç kişinin programda görünür olması akla başka bir ihtimali getirmiyor. Eğer böyle ise, bu başlı başına bir tartışma konusu. Ancak soru soran kişiler rastgele belirlenip katılıyorsa bu da yeni kuşak gençlerin vizyonunu yansıtması açısından ibretlik bir durum ve tabii aşırı milliyetçi, yeri geldiğinde ırkçı ve “kindar” bir neslin ne kadar başarıyla yetiştirildiğini gösteriyor. Eskiden katı milliyetçi-devletçi algının bilgiye erişime dair sınırlılıklardan kaynaklandığı, bu nedenle de insanların geleneksel medyanın manipülasyonuna daha açık olduğu düşünülürdü, ancak şimdi her türlü bilgiye erişim her an mümkünken bu derece tahammülsüzlük ve nefretin nasıl birikebildiği ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu olarak beliriyor.
Program sunucusunun Kürt sorununa yaklaşımını da aktarmakta fayda var. Sunucu, en az 22 Kürt’ün katledilmesinden sorumlu tutulan eski Jitemci babasını, üç yıl önceki programında şöyle sorularla terletiyordu: “Coğrafyaları çorak, medeniyetten uzak insanlar belli kararlar verdiğinde direkt onları hain diye yaftalamamak mı lazım? Onlara bir şekilde devlet baba elini uzattığı zaman onlar da doğru yolu buluyorlar mı?”
TOPLUMSAL KABUL ARACI OLARAK LİNÇ
Coğrafyaları çorak, medeniyetten uzak Kürtlerin verdiği kararlara karşı devlet babanın uzattığı yeni Youtube elinin programı Kürtlere doğru yolu bulmaları için uzun süredir genç Türklere telefonlarından soru okutarak ciddi bir kamusal hizmet sunuyor. Bu hizmetin son yararlanıcısı TİP Milletvekili Atay oldu. Üç buçuk saatlik programda soruların esas toplamını Kürt sorunu üzerinden Atay’ı sorgulayan, ondan açıklamaları ve tutumu nedeniyle özür veya açıklama bekleyen aşağıdaki gibi sorular oluşturdu.
“Her yurttaş buraya Kürdistan diyebilir diye bir söz kullandınız. Benim yaşadığım vatan topraklarında bu cüreti kimden aldınız? Bu sözü kullandığınız için bu ülkede yaşayan herkesten özür dilemeye davet ediyorum sizi.”
“Piyasayı neden HDP’ye bırakıyorsunuz?”
“Ben Türkiyeli değilim, Türküm. Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi ne mutlu Türküm diyene. “
“Şu anda Türkiye’de bir bölgeye Kürdistan diyemezsiniz.”
“(…) öz yönetim inşa edeceğiz diyen ve hiçbir partimiz PKK’yı terör örgütü olarak hatırlamaz diyen bir adam olan Demirtaş’ın nasıl Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olarak en uygun kişi olduğuna kanaat getiriyorsunuz?”
Atay, başından sonuna kadar kişi olarak Kürtlerle kurduğu diyalog ve parti düzeyindeki ittifakı nedeniyle yukarıdaki gibi onlarca başka sorunun yer aldığı bir çapraz sorguya alındı, nihayet programın sonunda bir tür adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Doğrudan bu tür yayınların hedefi ve neticede kurbanları haline getirilen Ahmet Kaya ve Tahir Elçi gibi örneklerin olduğu bir ülkede Barış Atay’ın yara almadan çıkmış olmasının kendisi bir teselli kaynağı.
Bilindiği gibi linç olaylarında kimsenin müdahale etmediği, ayıpsamadığı durumlarda olayların dışındaki kişiler dahi bir taş atmaktan geri durmaz. Lince katılmak artık sıradan bir performansa, toplumsal katılım ve görünürlüğün herhangi bir aracına dönüşür. Babala Tv’deki program ve benzerleri ile yine Youtube, Twitter gibi mecralardaki yorumlar da uzun süredir böyle bir izlekten ilerliyor. Kürtlere yönelik dışlayıcı, ırkçı dili kullanmak bir tür toplumsal kabulün aracına dönüşüyor ve önüne kattıklarıyla birlikte büyüyerek ilerliyor. Bu linç dalgası bir süre sonra amaçladığı şey olan Kürtlerin söz ve eylemlerinin kamusal görünürlüğünün zayıflaması veya etkisizleşmesi sonucunu doğuruyor.
Barış Atay programda bireysel olarak başarılı bir performans sergiledi ve belki de toplumun en kutuplaştırıcı kesiminden kişiler karşısında yapabileceğinin en iyisini yaptı. Ancak programın kendisi, ısrarla tekrarlanan sorular, soruların aldığı alkışlar ve açıkça gösterdiği tutumla Kürtleri, hak ve taleplerini ve siyasi temsilcilerini devletin uzun süredir çizdiği ötekileştiren, yalnızlaştıran ve kriminalize eden çerçevenin dışına çıkarmadı, aksine bu çerçeveyi önemli ölçüde olumlayıp genişletti. Program bir kez daha Kürtler dolayısıyla yüzyıllık devlet-medya ortaklığının bir sağlamasını da yapmış oldu.
Program, katılan kişiler gerçekten rastgele belirlenmişse, Kürtlere ve Kürt sorununa dair toplumsal algının ne derece geriye düştüğünü, nefret söyleminin ne ölçüde sıradanlaştığını ve içselleştirildiğini göstermesi bakımından da ayna işlevi gördü. Aynı zamanda çözüm sürecinin bitirilmesinden bu yana ana akım medyadaki Kürt temsilinin Türk toplumuna ne kadar ciddi boyutlarda etki ettiğini, bu konudaki rıza üretiminin vardığı noktayı göstermiş oldu.
Hatırlanacağı gibi, Türkiye’nin batısındaki birçok insan medyanın devletin 1980 ve 1990’lı yıllarda Kürtlere uyguladığı şiddeti yansıtmaması veya tahrif ederek yansıtması nedeniyle Kürt sorunundan haberdar olamamaktan yahut yanlış haberdar olmaktan yakınırdı. 2000’ler itibariyle internetin yaygınlaşmasıyla bu bilgi eksikliğinin ortadan kalkacağı, algının değişeceği umuluyordu. Ancak görünen o ki, bilgiye erişim de algıların değişmesine yetmiyor.
Ağır bir ekonomik krizin yaşandığı, ifade özgürlüğünün kalmadığı, medyanın tekelleştirildiği, kurumların işlevsizleştiği, yargı krizinin her geçen gün büyüdüğü bir ülkede gençlerin kendini ifade ettiği veya edebildiği tek alanın devletin istediği ve izin verdiği alan ve yön olduğunu bir kez daha deneyimlemiş olduk. Dolayısıyla öyle anlaşılıyor ki, bu izlek değişmediği sürece Barış Atay’a yöneltilen soruların her biri bir başka Kürt veya Kürt dostu siyasetçiye saklanmak üzere cep telefonlarına kayıtlı olarak tutulmaya devam edecek.