‘Geçmişin son kullanma tarihi olur mu?’
Georgi Gospodinov'un romanı 'Zaman Sığınağı', Hasine Şen Karadeniz çevirisiyle Metis Yayınları tarafından yayımlandı.
İnsan zihni ve hafızası bir tuhaf, bazen unutarak bazen de hatırlayarak kişiye türlü oyunlar oynuyor. Zihinden ve hafızadan da tuhaf zaman var; peşinden gidip onu yakalamaya uğraşan insanı yaşlandırıyor, bildiklerini unutturuyor.
Zaman ve hafıza, içinde kolayca kaybolabileceğimiz bir labirent; bazen hatırlıyoruz, bazen unutuyoruz ve bazen de yanlış anımsıyoruz. Kimi zaman bir âna takılıp kalıyor ve onu yaşamayı sürdürüyoruz, kimi zaman hafızamız boş bir levha hâline geliyor. Neresinden baksanız garip bir süreç.
Georgi Gospodinov, romanlarında bu labirentte gezinen, bu süreci hikâyeleştiren, hatırlayan ve hatırlatan bir yazar. “Geçmiş satın alan” karakterler yaratırken eski zamanları yaşatan eşyaları, hikâye anlatıcılarını, günlüklere sığmayan anıları getiriyor karşımıza. Takvim yapraklarını geriye doğru çevirirken “henüz dünyaya gelmemişlerin” hüzünlü ve trajikomik öykülerini anlatıyor. “Ben varız” diyerek bu hikâyeleri kurguluyor daha doğrusu. Seyrini bozduğu zamanı eğip bükerken dağılmış benliklere, hatırlamaya ve unutmaya mahkûm belleklere gönderme yapıyor.
Gospodinov’un izlediği bu yol, 'Doğal Roman ve Hüznün Fiziği'nde çok net bir şekilde görülüyordu. 'Zaman Sığınağı' ise yazarın gittiği bu yol sonrası ulaştığı zirve âdeta.
Yazarla aynı adı taşıyan başkarakter, geçmişin labirentinde gezinirken aynı yerde kaybolan ve eski günlere sarılan Gaustin’le karşılaşıyor. Unutanlara şifa dağıtmak, daha çok hatırlamak isteyenlere rehber olmak için “geçmiş klinikleri” kuran ikili, beri yandan elde avuçtakileri koruma amacıyla “zaman sığınağı” hizmeti sunuyor. Böylece geçmiş çılgınlığı başlıyor.
'GELECEĞE VEDA'
Yazar Gospodinov, kitabın teşekkür bölümünde bir not paylaşmış: “Düne ait dünyayı seven bir insan için bu kitap kolay olmadı. Bir ölçüde, bir geçmiş rüyasına ya da daha çok onu dönüştürmeye çalıştıkları şeye veda olarak görülebilir. Bu anlamda geleceğe veda olarak da görülebilir.”
Dünde yaşamak, dünü hatırlamak ve geçmişi unutmak ile geleceğe veda, 'Zaman Sığınağı'nda yazarın ve başkarakter Gospodinov’la beraber Gaustin’in kafa yorduğu temel mesele. İkilinin zamanlararası yolculuk yaptığını söylemek klişe bir ifade olur. “Başka zamanların” ve “başka odaların sakini olma hayali”nin peşinden gidiyorlar. Her ikisi de geçmiş konusunda saplantılı ama aralarında farklar var, bunu Gospodinov’dan öğreniyoruz: “Ben her yerde yabancı kalıyordum, o ise tüm zamanlarda kendini aynı derecede iyi hissediyordu. Ben birtakım yılların kapılarını çalıyordum, o ise çoktan oradaydı, buna kapıyı açıyordu, beni içeri alıp yok oluyordu.”
Bir leitmotiv olarak karşımıza çıkan “1 Eylül 1939”, hem hikâye hem de Gaustin ve Gospodinov için önemli bir tarih. Bir tür zamansal patinaj, bir eşik. Bazen bir rüya bazen de can yakıcı bir gerçek. Sadece bunlar da değil; geçmiş odalarında yâd edilenler, Gaustin’in ve Gospodinov’un hikâyesinde önemli bir yer kaplıyor: “Eski meyhaneler ve eski ustalar artık yok, o anda gelecekte olacak savaş da artık geçti, başka savaşlar da geçti, tek tedirginlik kaldı.”
“Geçmişe karşı acımasız olmalısın çünkü geçmiş de acımasız” cümlesi, Gospodinov’un deneyimlerinden süzülüp geliyor ve bahsi geçen tedirginliğe; hatırlama ve unutma ikilemlerine, geçmiş saplantısına ve rötarlı geleceğe veda gerçeğine eklemleniyor. Sonra hayatî bir soru geliyor: “Geçmişin son kullanma tarihi olur mu?” Buna başkalarını da ekleyebiliriz pekâlâ: Hatırlamanın ve unutmanın bir sınırı var mı? Geçmiş pahalı bir şey mi?..
Dillendirilen ve dillendirilmeyen bu sorular, Gaustin’in “zaman sığınağı” projesi için bir çıkış noktası oluşturuyor. Tabii bir de “geçmişin şimdisinde yaşayanlar” meselesi var: “Her yerde farklı yıllardan evler, küçük mahalleler olacak, bir gün şehirlerimiz, koca bir geçmiş ülkesi bile olabilir. Hafızası yok olan hastalar için; Alzheimerlı, demanslı, ne istersen. Artık sadece geçmişlerinin şimdisinde yaşayan tüm o insanlar için (...) Hafızasını kaybeden bu insanların bugün akın etmesi hiç de tesadüf değil… Bize bir şeyler söylemek için buradalar ve inan bana, bir gün, çok yakında, birçok kişi geçmişe kendi isteğiyle dönecek, hafızasını kendi özgür iradesiyle ‘yitirmeye’ başlayacak. Gittikçe daha fazla insanın onun mağarasına saklanmak, geriye dönmek isteyeceği zamanlar geliyor. Güzel nedenlerle de değil bu arada. Geçmişin bomba sığınaklarını hazır etmeliyiz. İstersen onlara ‘zaman sığınağı’ de.”
'UNUTMAK EMEK İSTER'
“Geçmiş sırf başına gelenlerden ibaret değildir, bazen sadece hayal ettiklerindir” düsturuyla Gaustin ve Gospodinov ilk “zaman sığınağı”na hayat verip “geçmiş toplayıcılığına” soyunarak insanlara bir parça hatırlatma ve daha rahat unutma imkânı sağlıyor. Başına gelenleri hatırlayanlar ya da başkasının geçmişine doymak isteyenler ise işi çetrefilleştiriyor. Meseleyi karmaşıklaştıran ve verilecek yanıtların ucu bucağı olmayan bir soru daha kapısını çalıyor ikilinin: “İnsan ne kadar geçmişe dayanabilir?”
“Zaman sığınağı”nın misafirleri, yenilgiye mahkûm olduğu bir “canavar”la, yaşlılıkla savaşıyor. Unutmaya karşı hatırlayarak direnmeye çalışıyorlar ama nafile. Zaman, hafızayı bazen hızla bazen ağır ağır siliyor bazen de “geçmişi mumyalıyor.”
Gaustin’in ve Gospodinov’un yapmaya çalıştığı şey, “geçmişin alanını genişletmek”; 1950’lere, 1960’lara ve 1970’lere doğru giderek hatırlamaya ve hatırlatmaya uğraşmak. Bu, geriye doğru yapılan bir uzun mesafe koşusu; anılar için verilen bir savaş ve insanları hastalıkta da mutlu kılabilme, geçmişin şimdisini canlı tutabilme çabası. Geleceğin başarısızlıklarına karşı, geçmişin başarılarına sarılma ve hafızayı uyandırma gayreti bir bakıma.
Gospodinov’la birlikte geçmişi sürekli hatırlamaktan, hatta oraya saplanıp kalmaktan ve hafızasının silinmesinden mustarip kişiler, kendilerini bir kuyuya düşmüş ya da bir mağarada kısılıp kalmış gibi hissediyor. Gospodinov, bu hissiyatın üzerine bazı sorularla gidiyor: “Orada alamadığım ne kaldı?” ve “Oradan çıkarabildiğim kişiler ve şeyler, geriye tek bir bakışımla daha yoldayken ölmeyecek mi?” Ardından bir hezeyan geliyor: “Hayat, zaman veya yaşlılık, fark etmez, hepsi aynı çete, aynı tayfa… Başlangıçta en azından kibar olmaya çalışır, ölçüyle fark ettirmeden usta bir yankesici gibi çalar, ufak tefek şeyler -düğme, çorap, yukarıda solda hafif bir batma, gözlerde iki derece, albümden üç resim, yüzler, adı neydi…”
Bu hezeyan, geçmişin dünyayı ve yaşamı fethedişi ya da silinişi arasındaki noktada dururken unutuş ve hatırlayış bir virüs gibi sağa sola bulaşıyor. Söz konusu süreçte zamanla beyhude bir yarış söz konusu; eski dönemlerden birini seçme esprisiyle yapılacak geçmiş referandumu, hatıraları parça parça toplama, geçmişe duyulan özlemi kontrol altında tutma ve Avrupa’yı kasıp kavurmaya başlayan geçmiş çılgınlığını anlama çabası, adı geçen yarışın özünü oluşturuyor. Bu sırada Gospodinov eski Bulgaristan’ı, sloganları, “düşmanlarıyla baş etmek için” yumruklarını sıkan rejimi, ayaklanmaları, gösterileri hatırlayıp şimdiyi fetheden geçmişe tanık olurken kendisine bir öğüt veriyor: “Unutmak emek ister. Kendine sürekli bir şeyi unutman gerektiğini hatırlatmalısın. Her ideoloji bu şekilde çalışır herhalde.”
Huzursuz şimdi, geri dönülecek mutlu zamanlar ve gelecek tedirginliği arasında salınıp dururken hatırlama ve unutmanın yarattığı hasarı ya da verdiği hazzı anlamaya isteyen Gaustin ve Gospodinov, yakın ve uzak geçmişin hikâyeleri içinde ayakta kalmaya çalışıyor. İkili, “geçmiş klinikleri”nde ve “zaman sığınakları”nda bunu başaranlarla ve tökezleyenlerle buluşup dağılmaya yüz tutan geçmişi hatırlamaya ve bazen de gelecek yitip gitmek üzereyken anıları yeniden kurmaya çabalıyor.
Gospodinov, anımsaması ve unutmasının hızlanıp zihninin yorulduğu, geriye gidişinin süratlendiği bu zaman zarfında, “geçmişi geçmişte tutmak için hatırlamıyorum” diyerek açtığı bir başka cepheyi de duyuruyor: “Geçmiş benim vatanım. Gelecek, yabancı yüzlerle dolu yabancı bir ülke, oraya adım atmam.”
Gospodinov, fonuna Bulgaristan’ı ve Sofya’yı koyduğu 'Zaman Sığınağı'nda hafızaları silinen ya da silinmenin eşiğine gelenlerin romanını kaleme almış. Hatırlama ve unutmanın ağırlığının hemen her satırda kendini hissettirdiği hikâye(ler)de yazar; yaşlılığı, ölümü, hafıza oyunlarını, kişilerin ve toplumların geçmişini derinlemesine düşünen, geçmişin öylece elden ve zihinden kayıp gitmemesi için gayret edenlerle buluşturuyor okuru. “Geçmiş üreten fabrika” ve “zaman yiyip geçmiş üretenler” metaforları ise hem başkarakter(ler)in eylemlerini hem de unutma ve hatırlamanın yükünü sırtlananların hâlini en arıduru biçimde özetliyor. Kısacası 'Zaman Sığınağı'; rüzgârın sokakta savurduğu bir gazete misali uçuşan geçmişle ve ona sımsıkı sarılarak hatırlamaya uğraşanların mücadelesiyle şekillenen bir roman.