Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye
Kimisinde “kaçıp uzaklaşma isteği uyandıran”, kimisi için ise “büyük ve kalabalık şehirlerden kaçmak istediğinde sığınılan” bir yer Niğde... Kimisine durak, kimine mecburi istikamet... Sizce de isminin Rusçada “hiçbir yerde” anlamına gelmesi bu ili daha da ironik hâle getirmiyor mu?
“Servi gibi umutlar döndü birer iğdeye.
Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye!
(...)
Dokunuyor üç kadeh şimdi bizim mideye,
Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye!”
Namdar Rahmi Karatay’ın adına şiir yazdığı “Geçti Bor’un pazarı (sür eşeğini Niğde’ye)” deyimini Türk Dil Kurumu, “artık iş işten geçti anlamında kullanılan bir söz” olarak tanımlıyor. Peki, nereden çıkmış bu söz?
Bor, Niğde’nin merkeze on üç kilometre uzaklıktaki bir ilçesi ve geçmişten beri pazarları pek ünlüymüş. Çevre köylerden herkes de hem malını satabilmek hem de aradığını bulabilmek için Bor pazarlarına gidermiş. Yine bir pazar kurulacağı gün, bir köylü eşeğini yüklemiş, Bor’un yolunu tutmuş. Ancak dinlenmek için mola verdiğinde bir ağacın gölgesinde uyuya kalmış. Uyanınca panikleyip hemen yola çıkmış. Ama ne görsün, herkes pazarını yapmış evine dönüyor. Bizim uykucu köylüye de “Bor’un pazarı geçti; sür eşeğini Niğde’ye. Yarın oranın pazarına anca yetişirsin.” demişler. İşte, bu deyim zamanla kullanıla kullanıla günümüze kadar gelmiş.
Bor, hâlen ticaretin yoğun olduğu bir ilçe ve rivayete göre de Niğdelilerle Borlular birbirlerinden pek haz etmiyor (bir de Nevşehirlilerden). Hatta Borluların “Nerelisin?” sorusuna asla “Niğdeliyim” diye cevap vermediği söyleniyor.
NİĞDE NEREDE?
Cumhuriyet’le Konya’dan ayrılarak il olmuş ama sonra kendi içinde bölünmüş de bölünmüş. Mesela 1954’te Nevşehir, 1989’da Aksaray ayrılıp il olmasaydı bugün Niğde nasıl bir yer olurdu? Bence pek de bir fark olmazdı.
Birkaç kişiye Niğde’nin haritadaki yerini sordum. Çoğundan “Anadolu’nun ortalarında bir yerlerde” gibi cevaplar aldım. Mersin’e komşu olduğunu söylemem ise onları epey şaşırttı. Hatta Çamardı ve Ulukışla ilçelerinin, Akdeniz Bölgesi’nde yer aldığını ben de bilmiyordum.
Çoğunluğu İç Anadolu Bölgesi’nin güneydoğusunda ve Kapadokya bölgesinde yer alan Niğde’nin diğer komşuları ise Adana, Kayseri, Nevşehir, Aksaray ve Konya... Niğde’nin kültüründe, insanların kafa yapısında, sosyal ilişkilerde ve daha birçok konuda İç Anadolu’nun etkisi hissediliyor. Hatta mahalle baskısı gibi konularda çıta biraz da yükseliyor. Mesela Ramazan aylarında, bir şey yiyerek ya da sigara içerek geziyorsanız tepkiye hazır olun. Uzun saçlı bir erkekseniz “satanist” ya da “eroinman” diye yaftalanmaya ya da kısa etek giymiş bir kadınsanız da başka etiketlere... Gerçi üniversitenin açılması ufak da olsa bir kırılma yaratır gibi olmuş ama gelen öğrenciler şehri değiştirmek yerine zamanla şehre benzemeye başlamış sanki.
ESKİ NİĞDE
Üniversite konusuna tekrar geleceğim ama önce Niğde eskiden nasıl bir yermiş diye bakalım mı? Çeşitli dönemlerde Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya’dan Türkiye’ye göçmek zorunda kalan epey aile Niğde’ye de yerleştirilmiş. Tabii aynı şekilde doğup büyüdükleri toprakları bırakmak zorunda kalan Rumların ya da Ermenilerin evlerine... Niğdeliler, baştan bu durumdan hiç hoşlanmamış. Bu yüzden eskiden beri manav-muhacir çekişmesinin olduğu söyleniyor. Gerçi her iki kesimden de gidenlerin gömdüğü altınları bulup zengin olanlar var. Tabii gerginlik eskisi kadar sert değil, artık gençlerin birbirleriyle evlenmesine pek karışılmıyor.
Yetmiş yıl kadar öncesini anlatanlar, Niğde’nin bugününden çok farklı profil çiziyor. Eğitim oranının yüksek olduğu, sosyal demokrat rüzgârların estiği, Cumhuriyet balolarının düzenlendiği, Türkçe ezanın okunduğu bir Niğde hayal edin. 1970’li yıllarda “solun kalesi” olarak nitelendiren de var Niğde’yi. Yirmi yıl öncesine kadar duvarlarda hâlen “Yaşasın Stalin”, “Tek yol devrim” gibi yazılamaların durduğunu söyleyen de... Özellikle 1980’den sonra şehir değişmeye başlamış. 2000’li yıllarda değişim hızlanmış. Gel zaman git zaman geleneksel ve tutucu bir hâle bürünmüş. Niğdeli birisi, “Her gün geriye de gidebilirmiş bir şehir. Görmüş olduk.” diye yazmış.
AĞAÇTAN BETONA, BETONDAN AĞACA
Bu geriye gidişe, kentleşme açısından da şu örneği vermek istiyorum: Mesela belediyenin önündeki kent meydanı eskiden yemyeşil bir parkmış. Küçük yerler için, hele de ağaçsız şehirler için böyle alanların önemi çok büyüktür. Ama ne olmuş? Belediye, bütün ağaçları kesmiş ve tüm alana beton dökmüş. Şimdi de ne mi yapılıyor? Otopark olarak kullanılan alanı yeşillendirmek için milyonlarca lira harcanıyor. Hem de “Daha yeşil, daha kullanışlı meydanımıza çok yakın zamanda kavuşacağız.” sloganıyla... Bir de sloganın yanına şöyle bir ağaç işareti koymuşlar🌳. Şaka gibi gerçekten... Öğretmen Okulu’nun arka caddesindeki kocaman çınarların da budama adı altında katledildiğini söyleyerek, bağlara bahçelere imar izni verilmesine de yine kent meydanındaki Türk büyüklerinin heykellerinin kaldırılmasına da çok kızgın bazı Niğdeliler...
HİÇBİR YERDE
Hazır olun size enteresan bir bilgi vereceğim: Herhangi bir çeviri sitesine girin “Niğde” yazın ve Rusça ya da Sırpça’yı seçin. Sonuç, “hiçbir yerde” çıkıyor. Çok ironik değil mi? Bu “hiçlik” durumuna aslında Niğdeliler de çok içerliyor olmalı ki Bilecik’i bile kıskanıyorlar. Ekşi Sözlük’te bir il hakkında gördüğüm en az yazı Niğde için yazılmış ve iki kişi de “Bilecik’in nerde olduğu bu güzide ilimizden daha çok bilinir.”, “Düşünün Bilecik bile daha meşhurdur sözlükte.” diye benim “güzide” memleketime sataşmış.
Niğde, içinde yaşayanlar için ya “insanda kaçıp uzaklaşma isteği uyandıran” ya da “büyük ve kalabalık şehirlerden kaçmak istediğinde sığınılan” yer olarak görülüyor. “İlimiz yıllardır ihmal edilmiş, kıyıya köşeye itilmiş” diyor Niğdeliler...
Bu arada “Niğde gazozu, Niğde’den daha ünlü” desek yalan olmaz herhâlde değil mi? Mesela Ekşi Sözlük’te şehir hakkında yirmi sekiz, Niğde Gazozu hakkında ise altmış beş sayfa yazı var. Bakın biri ne yazmış: “Gazozu güzel, insanı yobaz şehir.”
'BAŞKA YERE GİDECEĞİM'
Kimisi için de sadece basamak ya da geçici bir durak Niğde... Memuru ve öğrencisi de fazla... 15 Temmuz’dan sonra adı “Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi” olarak değiştirilen ve sosyal imkânları kısıtlı üniversiteyi kazananların ilk yıllarında en çok kurduğu cümleler “Burası da üniversite mi?”, “DGS’ye girip başka yere gideceğim.”, “Okulu bırakıyorum, tekrar ÖSS’ye gireceğim.”, “Yazdan sonra bir daha dönmeyeceğim.” oluyormuş. Tabii Türkiye’de büyük şehirler hariç nereye giderlerse gitsinler üniversite ortamı hiçbir zaman filmlerdeki (hele de “Amerikan Pastası”ndaki) gibi olmadığı için, bir süre sonra Niğde’yi de kabulleniyor herhâlde çoğu... Üniversitenin o heybetli mi heybetli kapısından bir kez girdin mi çıkıp gitmek, o kadar da kolay değil... Sonuçta yaz tatilinden dönünce belki bir kafe daha açıldığını bile görmek, mutlu ediyor olabilir insanı. Mesela şehirde bir bowling salonunun açılması üzerine gençler neredeyse o günü bayram ilan edecekmiş! Üzerine bir de go-kart pisti açılmış ki bu da kadayıfın üzerindeki kaymak etkisi yapmış!
MECBURİYET CADDESİ
Tozlu ve sarı bir şehir olan Niğde’nin kışları da fenaymış hani. Hatta Niğdeliler mevsimleri “ilkbahar, yaz, kış, kara kış” olarak sayıyor.
Şehrin en işlek caddesinin adı Dr. Sami Yağız Caddesi ama herkes “Mecburiyet Caddesi” diyor. Küçük şehirlerin hepsinde bu sözün kullanıldığını çok iyi bilmeme rağmen neredeyse caddenin adını gerçekten de “Mecburiyet” sandım uzun süre. Şehrin en önemli aktivitesi yarım kilo çekirdek alıp bu caddeyi baştan sona yürümek. Dr. Sami Yağız Caddesi’ni bitirince ise Ayhan Şahenk Bulvarı başlıyor zira Niğdeli olan Ayhan Şahenk, vefatına kadar Niğdeliler tarafından çok seviliyormuş.
Alışveriş için kısıtlı imkânlar olsa da insanlar genelde alışveriş için komşu illeri tercih ediyor. Canları denize girmek isterse de hemen yakınındaki Mersin iyi bir çözüm sunuyor.
NİĞDE’NİN 'RENKLİ GECE HAYATI'
Niğde’de alkol tüketimi de azımsanmayacak düzeyde... Üzüm bağları olunca kendi şarabını yapan da var. Ama kültür olarak öyle Trakyalılar gibi göstere göstere içmiyor kimse... Gözlerden uzak yerler bulunmak zorunda...
Bakın Niğde’nin gözlerden uzak bir yeri daha var, çevre illerden en çok “turist” buralara geliyordur sanırım. Hem de “renkli gece hayatı”na katılmak için... Yo yanlış okumadınız. Niğde-Kayseri yolunda, yaklaşık on beş yirmi “bar”ın bir araya toplandığı özerk bir bölgesi var. Patates, elma hasadından kazandığı parayı Niğdeli çiftçiler buralarda har vurup harman savururken Kayseri, Aksaray gibi illerden esnaf ya da köylü de “Aman kimse görmesin” diye Niğde’nin yolunu tutuyormuş. Ben anlatanların yalancısıyım!
'NACİYE'Lİ DÜĞÜNLER
Asıl renkli gece hayatı bence Niğde’nin düğünlerinde yaşanıyor. Şimdi hemen arama motoruna “Niğde düğünleri” yazıp izlerseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Düğünlerin en meşhur şarkısı da “Naciye”... Gelinler, damatlar, yaşlılar, gençler, herkes nasıl da coşuyor... Otobüste yer verdiğiniz teyzeler, çekirge gibi nasıl da zıplıyor...
Niğde’nin kendine has kelimeleri de bence düğünleri gibi çok eğlenceli. “Abarieee”, bir şaşırma ünlemi, “baruu” ise korku anında kullanılıyor. “Nöğrün”ü açıklamama gerek yok sanırım ama birkaç örnek vermeme iyi olacak sanki: Patlıcana baldırcan, çok sıcaklamaya bandıkmak, gürültü yapmaya cavurdamak, ayakta durmaya domuşmak, yüksek sesle gülmeye hakkırdamak diyorlar.
HURDACI GELDİ HANIM!
Bu ülkede bazı meslek gruplarının belli memleketlere has olduğu hep söylenir ama hurdacıların hep Niğde’den çıktığını ben bilmiyordum. Hangi şehre giderseniz gidin, hurdacılık yapan birine “Nerelisin?” diye sorun “Niğde” cevabını almanız kuvvetle muhtemel. Mesela Bor’un Karanlıkdere köyündeki apartmanları görenlerin şaşırdığı, hâlbuki köyün hurda zengini olduğu ve herkesin kazandığı parayla bir apartman diktiği söyleniyor. Ben görmedim, anlatılanları aktarıyorum.
Niğde’nin geçmişten bugüne taşımaya çalıştığı meslekleri ise palancılık (semercilik), çancılık ve halıcılık... Özellikle halıcılık önemli bir geçim kaynağıymış ama günümüzde dokuyucuların gelirinin azalması, farklı uğraşılara yönelmeleri sebebiyle eski önemini yitirmiş. Bu arada Niğde’nin elması da en sevdiğim elma olabilir, nefis...
NİĞDE MÜZESİ VE NİĞDE KALESİ
Merkezde ilk olarak Niğde Müzesi’ni ve Niğde Kalesi’ni gezebilirsiniz. Niğde Müzesi’nde, Orta Anadolu arkeolojisinin kronolojik düzenle sunulduğu altı teşhir salonu bulunuyor. Eserlerin büyük bir çoğunluğunu bölgede yapılmakta olan kazılardan elde edilen buluntular oluşturuyor. Aksaray Ihlara Vadisi’nde bulunan “Rahibe Mumyası” ile Çanlı Kilise’den çıkarılan dört adet bebek mumyasının biraz tüyler ürpertici olduğunu söylemeliyim.
Birçok yeri yıkılmış Niğde Kalesi’nin bir kısmı evlerin duvarı olmuş. Bugün tepenin kuzeydoğusunda bir hisarı içine alan kısım ayakta kalabilmiş. Belediye tarafından tepenin etrafı duvarla çevrilerek, üst kısmı park hâline getirilmiş. Kalenin eski burçlarından birinin üzerine yapılan Saat Kulesi, Niğde’nin sembolü gibi... Fakat kitabesi olmadığı gibi hakkında fazla bilgi de yok.
GELENEKSEL NİĞDE EVLERİ
Niğde’nin sarı taşlı eski evlerini görünce aklıma Azerbaycan’ın başkenti Bakü geldi. Bakü’de yeni yapılan binaların da bu taştan yapılmasına özen gösterilmiş ve şehre bir kimlik oluşturulmuş. İnsan “Aynısı Niğde’de de (üç ‘de’yi arka arkaya yazmak ne zormuş) yapılamaz mıydı?” diye düşünmeden edemiyor.
Merkezde Kadıoğlu ve Cullaz sokaklara giderseniz bu geleneksel Niğde evlerini görebilirsiniz. Yapıların ana taşıyıcı elemanı olan duvarlar genelde ince yönü, kaba yönü ve moloz taştan inşa edilerek, duvar örgüsünde genellikle kum ve kireç karışımından oluşan harç kullanılmış.
Bor’un Sokubaşı Mahallesi Kayabaşı Çıkmazı’ndaki Bor Bilginler Konağı ise kerpiç ve moloz taş malzemesiyle inşa edilmiş. Restore edilince beyaza boyanmış.
KADIN SİLÜETLİ CAMİ VE KİLİSELER
Niğde sancak beyi Ziynettin Beşare tarafından 1223 yılında yaptırılan Alaeddin Cami’nin ilginç bir özelliği var: Doğuya bakan kapı üzerinde yaz aylarında 09.30-11.00 saatleri arasında oluşan gölge, “Taçlı Kadın Başı”na benzetiliyor. Bununla ilgili efsaneyi paylaşayım sizle: Dillere destan güzelliğiyle meşhur bir kızı olan Ziynettin Beşare, il merkezine bir cami yapılması için emir vermiş. Camiyi yapan usta da sancak beyinin kızına gönlünü kaptırmış. Camiyi yaparken aşkını sonsuza kadar yaşatmak isteyen usta, kapı duvarın taşlarına Beşare’nin kızının siluetini işlemek için büyük emek vermiş. İşte asırlardır Alaeddin Cami’nin kapısında ışık gölgesi olarak beliren yüz, sancak beyinin kızına aitmiş.
Niğde’de ve ilçelerinde tarihî cami, türbe ve kilise bolluğu var. 1800’lü yılların başlarında yapılan ve çoğu ziyarete kapalı olan kiliselerin bir kısmı camiye dönüştürülmüş. En çok ziyaret edilenler, Konaklı Rum Kilisesi, Eski Saray Mahallesi’ndeki Rum ve Ermeni kiliseleri...
Gümüşler kasabasındaki Gümüşler Manastırı, büyük bir tüf kaya kilisenin içi oyularak yapılmış. Kapadokya bölgesinin günümüze iyi korunarak gelen ve en büyük manastırlardan biri olan kilisenin duvar resimlerinde en az üç farklı ustanın çalıştığı düşünülüyor.
Tarihî kaynaklarda adı Andabalis, Adualis, Ambabalis olarak geçen ören yerine bakın nasıl yaratıcı bir isim bulunmuş: Andaval. Aktaş kasabasının Yeni Mahalle’sinde yer alan bölgede Konstantin ve Helena Kilisesi bulunuyor. Kilisede mimari ve duvar resimlerinin korunmasına, restorasyonuna yönelik çalışmalar yapılmış.
'HAN DUVARLARI'
Ülkemizde en büyük kervansaray olarak bilinen Sadrazam Mehmet Paşa Kervansarayı ise Ulukışla’da. Tek kubbeli kareye yakın planlı camisi olan külliye; avlusu, merkezinde sokak görünümünde arastası, arastanın iki yanında yirmi üç dükkânı, hamamı, ahırı bulunan bir menzil külliyesi... 1619’da yapılan külliyenin bir özelliği de Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiirinin esin kaynağı olması...
Bir vadinin iki yamacındaki on beş adet Kuş Kayası Kaya Mezarları’nı görmek için Karatlı’ya; Tyana Ören Yeri ve Su Kemerleri’ni görmek için ise Bor’un Kemerhisar kasabasına gitmelisiniz. Ören yeri, maalesef kasabanın büyük bölümünün altında kalmış. Roma Havuzu’na hayat veren kaynak suyu Roma Devri’nde yapılan bu kemerlerle Antik Tyana (Kemerhisar) Kenti’ne taşınıyormuş. Bahçeli kasabasındaki Roma Havuzu da dönem dönem onarımlara gitmiş ve orijinal özelliğini büyük ölçüde koruyor.
Sudan konulara girmişken Niğde, Çiftehan ve Narlı Göl kaplıcalarıyla da kendine ziyaretçi çekiyor.
BOLKARLAR VE ALADAĞLAR
Karacaoğlan’ın şiirinde “Yörü, behey Bulgar Dağı! Senden yüce dağ olma mı? Sende yaylayan güzelin, Yanakları ağ olma mı?” diye bahsettiği dağ, Niğde, Konya ve Mersin’e yayılmış Bolkar Dağı (3524 m)... Bolkar Kayak Alanı ise yaklaşık 2.000 hektarlık alanı kaplıyor. Bolkar’daki Karagöl’ü muhakkak görmelisiniz, bana çok etkileyici gelmişti.
Aladağlar ise başlı başına bir makale hatta kitap konusu olacak kadar önemli bir yer... Yerli ve yabancı birçok dağcının, tırmanıcının ve yürüyüşçünün uğrak yeri olan Aladağlar, millî park olarak ilan edilmiş bir bölge... Niğde, Kayseri, Adana sınırları içinde yer alıyor. Aladağlar, Doğu Toroslar dağ silsilesine ait en yüksek, iç içe zirveler grubunu oluşturuyor. Ana zirveleri 3.700 metrenin üstünde (Kızılkaya 3.767 m, Demirkazık 3.756 m, Kaldı 3.748 m, Emler [Engintepe] 3.723 m). Aladağlar’da pek çok karstik mağara da bulunuyor fakat bu mağaralarla ilgili ayrıntılı araştırmalar yapılmış değil.
Buzul topoğrafyasına ait en güzel şekiller ise Yedigöller yöresi ve çevresinde görülüyor. Burada yedi tane buzul gölü var. Bu göllerden altı tanesi yaz aylarında kuruyor. Yılın her mevsiminde içinde su bulunan Büyük Göl’ün dipten de beslendiği sanılıyor. Yaklaşık yetmiş beş metre çapında dairesel şekli olan gölün hemen yanında, adına uygun olarak, bir direği andıran Direktaş (3.510 m) yükseliyor.
Bu bölgede gezi ve tırmanış yapacak kişiler, genellikle Niğde-Çamardı-Çukurbağ köyü üzerinden Cimbar Vadisi’ne giriş yapıyor ve bu civarlarda konaklıyor. Çukurbağ ve Demirkazık köyleri arası yaklaşık beş kilometre...
Aladağlar’ın sporcular dışında diğer misafirleri de Adanalılar... Adana’nın yaylalarının kalabalığı ve arsa fiyatlarının artışı nedeniyle Ulukışla ve Çamardı ilçelerinde yazın yoğun bir Adanalı nüfusu bulunuyor.
SON SÖZ NACİYE’DE
Hadi şimdi hep birlikte hayata kısa bir mola veriyoruz ve “Naciye” türküsünü açıp âdeta bir Niğde düğünündeymişçesine çekirge gibi sekerek kurtlarımızı döküyoruz:
“Sana türküler yazdım da Naciyem içine adını dizdim Naciyem
Seni görürüm diye Naciyem mahallenizde çok gezdim Naciyem
Dere boyu gidelim Naciyem koyun kuzu güderim Naciyem
İkimizi görmüşler Naciyem aman nasıl edelim Naciyem
Böyle olur gâvur gızı, böyle olur, eller sarar yüreğime dert olur
Arabana taş koydum Naciyem al yastığa baş koydum Naciyem
Seni gelecek diye Naciyem sağ yanımı boş koydum Naciyem
Dereye inişelim Naciyem atlara binişelim Naciyem
İki yüzük bir ayna Naciyem bahçada buluşalım Naciyem
Şöyle olur gavur gızı şöyle olur eller sarar yüreğime dert olur
Kale kaleye bakar Naciyem kaleden sular akar Naciyem
Delikanlı dururken Naciyem ihtiyara kim bakar Naciyem
Şöyle olur gâvur gızı, şöyle olur, eller sarar yüreğime dert olur.”
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI