Geeva Flava: Gerçek problemlere dokunmaktan çekinmeyip kucakladık
Geeva Flava, Mimar Sinan’ın 1554-1562 arasında inşa ettiği Mağlova Su Kemeri’nde özel bir performans sergiledi. Grupla, enstrümantal müziği, türler arası etkileşimi ve tarih-müzik ilişkisini konuştuk.
DUVAR - 2014 yılında kurulan Geeva Flava gitarda Arda Semercioğlu, davulda Atakan Türkan, bas gitarda Aybars Gülümser ve klavyede Burak Erensoy'dan oluşuyor. Kendi adlarını taşıyan ilk albümleriyle dikkat çeken grup birbiri ardına yayınladıkları albüm ve EP çalışmalarıyla son yılların en çok konuşulan gruplarından oldu.
Caz, rock, halk müziği, elektronik müzik ve progresif türlerini yorumlayan ve kendi sesini oluşturan Geeva Flava, geçtiğimiz günlerde Mimar Sinan’ın 1554-1562 arasında inşa ettiği Mağlova Su Kemeri’nde özel bir performans sergiledi. Balbazar Records ve Gülbaba Records ortaklığıyla hayata geçirilen proje için grup 'Nadas' ve 'Aquatic' isimli iki parçayı seslendirdi.
Çalışmalarını müzik emekçilerine adayan Geeva Flava ile enstrümantal müziği, türler arası etkileşimi ve tarih-müzik ilişkisini konuştuk.
Kendi adınızı taşıyan ilk albümünüzün ardından tekliler ve bir albüm daha yaparak yola devam ettiniz. Son olarak ise Mimar Sinan'ın Mağlova Su Kemeri'nde bir performans kaydettiniz. Dilerseniz bu kayıtla başlayalım. Tarihle müziğin buluşmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Bizim için Mağlova Kemeri üzerinde çalmak, tarihle müziği buluşturmanın ötesinde tarihe tanıklık ederek, dokunarak onu birinci elden ve müzikal bir pencereden deneyimleme şansı oldu. Bu sebeple şu zamana kadarki hikaye anlatıcılığının bölünmez bir parçası olan mekanla kurduğumuz bağın, bizim adımıza kurgusal veya soyut düzlemde kalmayıp “gerçek” olan tarihsellikle örtüştüğü ilk projemiz oldu. Biz de bu dereye girdiğimizde gerçek problemlere ve yaşanmışlıklara dokunmaktan çekinmeyip subjektifliğimizi kucakladık. Bunu yaparken aklımızda Sinan ve daha nicelerinin yankısı vardı; bizimkinin de eklemlenip, uzaya gitmesi umuduyla…
'MÜZİK YAPMA 'LÜKSÜMÜZ' VAR'
Bu çalışmanızı müzik emekçilerine adadınız. Pandemi özellikle kültür endüstrisini etkiledi. Bu zor zamanlarda müziğe dair neler yaptınız?
Kültür bir endüstri olunca, haliyle o endüstriyi yönetenler kriz zamanlarında belirleyici faktör oluyor. Türkiye’de müzik sektörünün pandemide bu derece derinden etkilenmesi, ne yazık ki coğrafyamızda kültür varlıklarına bakış açısının ve üretime biçilen değerin açık bir yansıması. Zaten bazı sınırlamaların pandemiyle alakası bile olmadığını “gece 12’den sonra müzik yapılamaz” emrinde net bir şekilde gördük. Her şeyin ötesinde neredeyse her sektörde olduğu gibi buradaki kriz de ekonomik. Kendini geçindiremeyen bir müzisyen müzik yapmaya devam edemez. Biz o açıdan farklı gelir kaynaklarına sahip olduğumuz için şanslı sayılırız ki müzik yapma “lüksümüz” var, hem de “alternatif müzik”! Nihayetinde biz pandemide çalıştık, çalıştık çalıştık. Hep çalıştık, yarın da prova var. “Dünya’yı değiştirmek istiyorsan önce kendinden başla” prensibine inanıyoruz ve şu ana kadar bunu her şeye rağmen yapmaya çalıştık.
Müziğiniz keskin kalıpların dışında bir yerde konumlanıyor. Bu noktada özgünlüğü yakalamak için nelere dikkat ediyorsunuz?
Estetik değerinin güzel olduğu, 'Geeva' olduğu konusunda anlaştığımız fikirler için birbirimizi ikna etmemize genelde gerek kalmıyor bile. Bu sebeple en başta birbirimizin değerini çok iyi biliyoruz. Bunu korumakta ısrarcı olacağız. Fakat kendi iç yaşantılarımız, katmanlarımızda derinleşme, keşif ve kazı çalışmaları da her zaman için bir etken.
'ZAMANSIZ BİR ŞEY ÜRETMEK İLGİMİZİ ÇEKİYOR'
Geeva Flava, çok sesli bir grup... Şarkılarınızın arasına kimi zaman diyaloglar kimi zaman da edebi göndermeler giriyor. Şarkılarınızı yaratırken nasıl bir yol izliyorsunuz?
Zamansız bir şey üretmek çok ilgimizi çekiyor, fakat bu yine kendi zamanını bir noktada kabul etmeyi kapsıyor. İçinde bulunduğumuz zamanın müzikal açıdan en önemli özelliği müzik türleri arası sınırların gittikçe daha belirsiz ve anlamsız hale gelmesi. Bu noktada hikayelere ve mekanlara tutunmayı tercih ediyoruz. Oralarda sonsuz bir bilgi akışı var. Yaşanmışlık var. İzler var. Bunlar bizim için yol gösterici oluyor. Hepsinin ışığında bir adım geriye atıp geçmişe baktığımızda; tüm bu edebi göndermeler, diyaloglar ve noktaların sanılanın aksine birbirinden çok da uzak olmadığını görüyoruz. Bir filmin kareleri gibi daha çok.
'HİKAYEYİ ARAYANLAR ONU ÇOK ÜCRA KÖŞELERDE DE BULABİLİRLER'
Aynı zamanda enstrümantal eserleriniz de var. Türkiye'de enstrümantal müzik yapmanın zorlukları nelerdir? Türkiyeli dinleyicilerin enstrümantal müzikle ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Maalesef biraz şanssızız bu konuda. Müziğin büyük bir kısmının sözel yollarla anlaşıldığı ve benimsendiği gibi bir yanılgı var. Yine de hikayeyi arayanlar onu çok ücra köşelerde de bulabilirler. Bunun yanı sıra dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de enstrümental müzik arayışı ve merakı gün geçtikçe artıyor. En büyük zorluğu, geniş bir kitleye ulaşamamak olsa gerek. Artı bir yön olarak da herhangi bir dilin ifade yeteneğinin kısıtlamasında kalmamak gelebilir.
'BİZİM İÇİN ANAHTAR KELİMELER GÖZLEM VE SUNUM'
Bugüne kadar yaptığınız çalışmalarda doğu ve batıyı birlikte hissettik. Eserlerinizde yer yer dijital yer yer daha Anadolulu diyebileceğimiz sesler var. Bu iki ucu bir araya getirirken nelere dikkat ediyorsunuz? Sizi neler besliyor?
Hepimiz hayatımızın büyük bir kısmını İstanbul’da geçirdik. Bahsettiğiniz ikili özelinde de çoklu uçların birbirine dokunduğu, bu denli yoğun çok az yer vardır. Bizim için anahtar kelimeler gözlem ve sunum. Bu anlamda bizi tetikleyen ve yansıttığımız şeylerin de Doğu-Batı ayrımı sınırları içerisinde kalmadan, Dünya’nın farklı yerleri ve kültürlerinden izler sunduğu ve o şekilde algılandığı günlerin geleceğine inanıyoruz. Şimdilik kilisede zurna sesinin çaldığı, köy kahvesinde bale yapılan kliplerimizle idare ediniz.
Spotify, YouTube gibi platformlar -tekelci zihniyetlerini göz ardı etmeyerek- görece küçük bütçelerle müziğini ortaya çıkaran insanların dinleyicilerle buluşmasına vesile oldu. Siz de dijital olarak yayınladınız çalışmalarınızı... Müziğin dijital kanallarla dağıtılmasına dair neler söylersiniz?
Bu markalar üzerinde oluşmuş bir tekelleşme var maalesef. Gönül ister ki aylık bir ödeme yapmadan, reklamsız ve özgürce geniş bir içerik arşivine ulaşma şansı hepimizin elinde olsun. Bu biraz ütopik kalıyor. Sonuçta ortada küçük veya büyük ölçekli müzisyenlerin, içerik üreticilerinin barınabileceği ve kendini kanıtlayabileceği bir zemin var. Spotify dijital gelirler konusunda ne kadar diğer platformlardan daha bonkör olduğunu söylese de pek yeterli değil bizce. Dijital taraf hala çoğu müzisyen için konserlerin yerine geçecek ve müziği kendi başına sürdürülebilir kılacak güçten uzak. Biz de müziğimizi hissederek geniş bir dalga boyunda icra etmeye çalışıyoruz. Bu çıktı sıfır ila birlere dönüştürülüp, çeşitli çözünürlüklere sıkıştırılıp, önceden belirlenmiş “loudness” değerlerine göre karşıya ne kadar geçiyor, orası muamma. Daha az elek mi gerek ne? Filtresiz temas lazım.
Önümüzdeki günlerde dinleyicilerinizi ne gibi çalışmalar bekliyor?
Konserlerde buluşalım. Biz aylardır hazırlanıyoruz. Siz de kendinizi hazırlayın.