Genç talebelerin sıkışmışlığı
Ürettikleri sanat eserleriyle deprem bölgesindeki “kuşakdaşları” için yapılacak sanat atölyelerine kaynak yaratabilmek adına 25 genç, daha adil ve özgür yaşam alanları için çabalayan Talebeyiz Biz çatısı altında bir araya geldi ve 25 Ağustos’ta İstanbul’da imece usulü hayata geçirdikleri sergilerinin kapılarını meraklılara araladı.
“Coğrafya kader değildir; yaşamını tasarlamak senin sorumluluğundadır."
Evrim Kuran, Z- Bir Kuşağı Anlamak, Mundi Kitap
Onlar, kendi ifadeleriyle, “daha adil ve özgür yaşam alanları arayışı ortak paydasında buluşmuş bir öğrenenler topluluğu”.
Onlar, “hayat boyu talebe” …
Başta kültür-sanat ve eğitim olmak üzere tüm yaşam alanlarını daha yaşanabilir kılma ideali peşinde, disiplinlerarası ortaklıklar ve işbirlikleri geliştiren, projeler, sergiler, araştırmalar, eğitimler düzenleyen bu topluluk kısa süre önce “Talebeyiz Biz” adı altında dernekleşti.
Ve dernek olarak ilk etkinliklerinde de bize, yani kuşak araştırmacısı Evrim Kuran’ın hoş bir şekilde tanımladığı “gençlerini sevmeyen genç ülkenin” ve “küresel köyün kaygılı çocuklarına” dair bir şey anımsattılar: “Gençler de var!”
Onları “apolitik”, “vurdumduymaz” diye yaftalayan üstenci tüm etiketlere karşı onlar da var…
Bu mesajı vermek ve ürettikleri sanat eserleriyle deprem bölgesindeki “kuşakdaşları” için yapılacak sanat atölyelerine kaynak yaratabilmek adına 25 genç, daha adil ve özgür yaşam alanları için çabalayan Talebeyiz Biz çatısı altında bir araya geldi ve 25 Ağustos’ta İstanbul’da imece usulü hayata geçirdikleri sergilerinin kapılarını meraklılara araladı.
Tütün Deposu’ndaki sergiyi 9 Eylül’e kadar, Salı-Cumartesi günleri arasında 11.00-19.00 arasında gezebilirsiniz.
Bu, Talebeyiz Biz’in ikinci sergisi... Geçen sene, gençlerin eğitim sistemine dair beklentilerini ve önerilerini sanat yoluyla ortaya koyduğu “Silgi” sergisi de oldukça ses getirmiş; gerek fiziksel mekanda gerekse dijital ortamda 3500 kişi bu sergiyi ziyaret etmişti.
Türkiye nüfusunun yüzde 15’ini oluşturan gençler konusunda etkili politikalar için doğru veriler toplamak şart. Verilerin istatistiksel olması kadar, sahaya da dokunması gerekiyor. Yani, gençleri kuşak tanımlamalarının veya istatistik ofislerinin kalın ve gri duvarlarına hapsetmeyen etnografik ve sanatsal çalışmalara, fikir alışverişlerine, beyin fırtınalarına, kısacası kendilerini ifade edecekleri alanlar açılmasına gereksinim var.
İşte bu sergi de, kentsel gençliğin sıkışmışlığını kâh karakalem kâh alçı kâh akrilikle açtığı bir platform sunuyor ve kuşaklar-arası işbirliği, etkileşim ve hatta birçok açıdan “tersine mentorluk” için doğru bir zemin hazırlıyor.
Gülten Akın’ın “ince şeyleri düşünmeye vaktimiz olmadığını” anımsatması gibi, biraz durup “ince şeyleri” düşünme vakti geldi sanırım.
Her bir çalışmanın biricik ve duygu yüklü olduğu sergide 19 yaşındaki Alara Uz’un tuval üzerine alçı heykelden “Modern Dünya Mezarlığı” çalışmasında doğan, doğuran, çalışan ve ölen bireyin kendinden bir türlü kaçamama halini anlatması beni oldukça etkiledi.
16 yaşındaki Azra Çiğdem ise tuval üzerine akrilik çalışmasını “Lütfen Kapıları Kapatmayın” diye adlandırmış ve bir kapı kilidini saran eller üzerinden gençlerin maruz kaldığı kısıtlamaları, kafese kapatılan göz ile de gençlerin içlerinde bitip tükenmeyen merakı anlatmış.
16 yaşındaki Berra Işıklı’nın tuval üzerine akrilik “Kırmızı Kadın” çalışmasında, tüm güçlü duruşuna karşın onu narin, saf bir çiçek gibi gören kadının (dillere yapışan “tüm kadınlar çiçektir” sloganının eziyeti karşısında) yaşadığı açmazlar, ona kulaklarını tıkamakta ısrar eden toplum karşısında sesini duyurmaya kararlı kadının duygu ve renk karmaşası mükemmel şekilde verilmiş.
Yetişkinler ve erkekler için tasarlanmış bir dünyada bir çiçek değil, güçlü, yılmaz, iyimser, mücadeleci ve kadın olarak var olabilmek kendi başına bir itiraz ve mücadele alanı iken hem de…
Bunlar ve daha nice sergi çalışmasında ortak nokta ise, gençlerin toplum içinde yaşadıkları sıkışmışlık ve dışarıda bırakılma, yorgunluk, ciddiye alınmama halleri ve tüm bu karamsar tabloya karşın kendilerine yönelik basmakalıp yargıları yıkmaya, karanlıkta bir ışık patikası açmaya dönük çabaları…
Yaşıtlarının dünyayı kurtaracak fikirleri olduğunu söyleyen bu gençler, “toplum tarafından kolektif olarak hayatları mahvedilen gençlerin” durumuna da itiraz ediyorlar; gökdelenler ve yamru yumru binalar arasına hapsolan, meteliğe kurşun atan, onları yaşları üzerinden yargılayan bir toplumda var oluş mücadelesi veren, “uzun ve sıkıcı dersler, kısa teneffüsler, başarı baskısı” arasında “preslenen” gençlerin sesine de kulak veriyorlar.
“Bu sıkışmışlığın içinde var olabilmek, hele ki umut edebilmek başarı değilse nedir?” diyor lise öğrencisi Çınar Ceyhan, “Sıkışmışlık” başlıklı kolaj çalışmasında.
Gençler, kendilerini var etmeye çabalarken, sistemin zorunlu çerçeveleri içine de sıkışıp kalıyorlar ve bu engelleri sanatla, dayanışmayla açmaya çabalıyorlar. Belki de 6 Şubat depreminde enkaz altından çıkmak için mücadele edenlerin ve onların kurtarıcılarının molozları elleriyle itekleyerek kendilerine açtıkları çatlaklar ve yarıklar arasından süzülüyor o umut…
17 yaşındaki Yasemin Keçeciler’in yaptığı “Kaçış” heykeli de işte sistem içinde sıkışmış olan gençlerin ve onların var olma savaşını ifade ederken hâlâ bir umut olduğunu ve bu umudun iki küçük elin çatlatabildiği yarıklara bakarak görülebildiğini fısıldıyor bize alçının arasından...
18 yaşındaki Eylül Deniz Yıldız, “Umutla baktığım gökyüzü! Sanma ki çiçek bahçesindeyim” isimli tuval üzerine yağlıboya çalışmasında kurukafalar arasında beyaz elbisesiyle göğe doğru endişeli bir umutla bakan bir genç kadını resmediyor ve şöyle diyor: “Gökyüzümün çomağı, gürültünüz çınlıyor kafatasımda karanlık abandığında. Koruyorum kendimi ellerimin ayasıyla kucakladığım güneşten. Sümbül kokuyor umut. Korkuyorum. Korkmuyorum. Korkuyorum. Korkmuyorum…”
Benzer şekilde 18 yaşındaki Delfin Özel de “Değişken Hayat” isimli karakalem çalışmasında, sürekli kabuk ve renk değiştiren dünyaya uyum sağlama mücadelesinde gençlerin de değiştiğini, ancak bu değişimlerine toplumun kayıtsız kaldığını, “boşu boşuna okuduklarını”, “bir şey olamadıklarını”, “zamanın boşa gittiğini” söylüyor çizimiyle…
Değişim çok hızlı, ama toplumsal dönüşüm ve gençlere dair toplumsal kabul süreçleri oldukça yavaş ve çekişmeli.
Tıpkı zamanında Yüksel Uzel’in söylediği ve ninelerimizin diline dolanan “Ne Verdin ki Bana, Ne istiyorsun?” isimli Türk Sanat Müziği eserinde olduğu gibi, gençler sisteme aynı şeyi soruyorlar: Bize ne verdin ki, bizden ne istiyorsun?
Talebeyiz Biz eş kurucusu Müge Ayan’ın Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi için yürüttüğü, 11 hafta süren etnografik çalışmasının Nisan ayında yayınlanan “Dünyadan kopmuşum ama kendi ortamımızı kurmuşum gibi: Yetişkinler için Tasarlanmış bir Dünyada Genç Olmak” başlıklı raporunda, gençlerin toplumsal katılımını mümkün kılan ve engelleyen etmenler incelenmişti.
Çalışmada okulların gençlerin ihtiyaçlarına ve ilgi alanlarına cevap vermediği, hobi alanlarını ve eğlenme ihtiyacını önemsizleştirdiği, gençlerin okulda kendilerini ilgilendiren konularda alınan kararların dışında tutulduğu, gençlerin okuldaki hiyerarşik düzen altında ezildiği, yetişkinlerin sadece yetişkinleri dikkate aldığı ve “biz ne yapacağımızı biliriz” anlayışının gençlere dayatıldığı, derinlemesine görüşmeler ve forumlar yoluyla ortaya konmuştu. İlginç olanı, gençlerin bu toplumsal sıkışmışlık halini okulda aşamadıkları, okulu bir “kapatılma deneyimi”, bir “kafes”, “hapishane” olarak tanımlamalarıydı.
Zira diğer birçok araştırmada da görüldüğü gibi okullar gençleri bilgi çağında başarılı kılan 21.yüzyıl yetkinliklerini kazandırmak konusunda giderek “sınıfta kalıyorlar”. Elli yıl önce bir Anadolu lisesinden mezun kişi oldukça yeterli düzeyde İngilizce bilirken bugün anadilinden başka dil konuşmak sınıfsal bir hale geliyor.
Dolayısıyla alternatif bir okul kurgusu ve genç dostu bir toplumsal söylem kurgusu gerekiyor ki bu gençler “hapishane” diye tanımlamaya dek vardıkları bu kafeslerin kapılarını açarak özgürlüklerine havalansın.
“Bir kuşağı anlamak bir dönemi anlamaktır,” der Evrim Kuran. “Bir dönemi anladığınızda ise paradigmanın kıskacında sıkışmaktan kurtulursunuz. Ve sizin gibi olmayanı kendinize ait yargılar ile değil onlara ait gerçekler ile görmeniz mümkün olur.”
Müge Ayan ile hem bu sergi hem de bu kuşağı ve dönemi anlamak üzere genel anlamda gençlerin sıkışmışlık / kapatılma deneyimi hakkında yaptığım ufuk açıcı söyleşiden çok değerli notlar ataçladım “bellek pano”ma…
Ayan’a göre; gençlerin deneyimlediği sıkışmışlığın altında yatan temel nedenler, parasızlık ve hayat pahalılığı, yetişkinlerin baskı, beklenti ve dayatmaları, okulun beklentileri, toplumda gençlere yönelik kalıp yargılar…
“Yetişkinler, çoğu zaman iyi niyetle de olsa, gençlerin üzerinde bir hiyerarşi kuruyor ve bu düpedüz ayrımcılık aslında. Bunun altında yetişkinlerin çocuklardan ve gençlerden üstün olduğu varsayımına dayanan yetişkinci anlayış yatıyor. Yetişkinciliğin bir ayrımcılık ideolojisi olduğunun ve gençlerin bu anlayış altında ezildiklerinin farkına varmamız lazım artık! Örneğin, yetişkinler kendi söylediklerinin üstüne gençler bir söz söylediklerinde bunu 'saygısızlık' olarak değerlendiriyorlar. Bu pek çok ailede de, okulda da böyle ne yazık ki! Okullarda gençlerin çok sık duydukları 'Senin yaşın kaç? Benden daha mı iyi bileceksin?' ya da ailelerinden sıklıkla duydukları 'Biz senin iyiliğini istiyoruz.' sözleri de bunu örnekliyor. Biz yetişkinler her zaman her şeyin en iyisini bildiğimizi ve gençlerin iyiliği için yaptığımızı varsayıyoruz. Gençlerin yeterli deneyime sahip olmadığını düşünerek onlara doğru yolu gösteriyoruz. Ama her koşulda bu geçerli olmayabiliyor. Her zaman bu kadar mı eminiz bizim yolumuzun doğru yol olduğuna? 'Biz de çocuk olduk, biz de genç olduk.' diyoruz mesela. Doğrudur, olduk elbette, ama bambaşka bir zaman diliminde, bambaşka bir tarihsellikte genç olduk. Bugünün tarihsel koşullarında genç olma deneyimi gençlerde var, bizde yok!'
Ancak bunca sıkışmışlık, bir sergi katılımcısının ifadesiyle “preslenmişlik” haline rağmen gençlerde halen en ufak bir çatlaktan dahi süzülen umut filizleri var.
Gençlik, her şeye rağmen ümitvar.
Ne eğitimde ne istihdamda olan ev gençlerinin sayısı patlama yaparken, ev genci rakamlarında Avrupa birincisi olmuşken, gençlik yine de ümitvar.
Gençlerin yurtdışına nitelikli beyin göçü her meslekte son sürat devam ederken, ülkedeki en ufak bir demokratikleşme ve özgürlük parıltısının ardından “siz isteyin, biz döneriz” diyecek kadar ümitvar.
Hayallerinin gerçekleşeceğine dair umutları var. Süper kahramanlardan medet ummuyorlar, o gerçekleştirme gücünü kendilerinde buluyorlar. O umudu da Edip Cansever’in meşhur karanfilini elden ele aktarıyorlar. Karanfil hep elden ele…
Çünkü başka bir dünyayı mümkün kılmak, beraber yapmak için o umuda tüm eylemlilik halleriyle tutunuyorlar. Bu haliyle de usta şair Fernando Pessoa’yı doğruluyorlar: “Yolda ayağıma takılan çakıl taşlarını biriktiriyorum, ileride onlardan bir kale yapmak için.”