YAZARLAR

Gençlik başımda duman, AB üyeliği büyük heyecan!

Genç nüfusun beşte birinin işsiz olduğu Türkiye’de gençler, liyakat temelli iş bulmak, özgür olmak, ailelerine ekonomik olarak bağımlı yaşamamak, onurlu bir yaşam sürdürmek istiyorlar.

Gençlik başımda duman, ilk aşkım ilk heyecan! Kovaladıkça kaçan, ateş böceğim misin? Güzin ile Baha’lı yıllara ışınlandık, değil mi? Fakat günümüzde gençlerin dertleri artık ilk aşkın heyecanını da, ateş böceklerini de geride bırakmış durumda.

Ülkenin içinden geçtiği demokratik açmazlar, gelecek kaygıları, ekonomik çalkantılar, yarının öngörülemezliği, güvencesizlik hissi, “ev gençleri” gibi bir gerçekliğin yaygınlığı derken artık transistörlü radyolardan dinlenen gençlik klasikleri sadece nostaljik bir ayrıntıya dönüştü.

Lev Tolstoy, yirmili yaşlarında yazdığı “Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik” başlıklı ilk eserinde “gençler bilebilse, yaşlılar yapabilseydi” der. Çağ değişti. 21.yüzyıl Türkiye’sinde gençler artık yaşamın bu üçüncü perdesinde ne istediklerini ve daha da önemlisi ne istemediklerini biliyorlar. Sahaflarda ucuza satılan gençlik düşlerinden fazlasını istiyorlar.

Eğitim gördükleri alanda çalışıp para kazanmak, onurlu bir yaşam sürmek istiyorlar. Bilgi, deneyim ve vizyonlarını genişletmek istediklerinde veya bir burs olanağı bulduklarında yurtdışında okuyabilmek veya dört koldan burs aramaya gerek kalmaksızın bir araştırma gezisine veya Çinli yaşıtları gibi yurtdışında bir piyano yarışmasına rahatlıkla katılabilmek istiyorlar.

Yaşama umutla, aşkla, tutkuyla bağlanmak istiyorlar.

Kendi doğdukları topraklarda ev sahibi olmak, fahiş fiyatlarla kiracı olmamak, kendi memleketinin otellerinde tatil yapabilmek, etini, sütünü, sebzesini “kredi başvurusu yapmadan” satın alabilmek istiyorlar.

Kısacası, gençliğin iyi olma halini bizzat deneyimlemek, “öz yurdunda garip” olmamak istiyorlar.

Bu özgürlük ve refah düşlerinde ise, son dönemde Avrupa Birliği üyeliğine dört elle sarılmış bir gençlik var karşımızda. 

Alman Marshall Fonu’nun Perşembe günü sonuçlarını kamuoyuyla paylaştığı “Türkiye’nin Avrupa Birliği Algısı” araştırmasının sonuçları, gençliğin talepleri, beklentileri ve açmazlarını kristal netliğinde gözler önüne seriyor.

18 yaş üstü 2 bin 180 kişiyle 27 ilde Mart ayında yüz yüze gerçekleştirilen görüşmeler sonucunda birçok veri arasında benim en çok dikkatimi çeken; gençliğin geleceğine dair bir “çıpa” arayışı oldu ve o çıpa da Batı’nın, Avrupa Birliği’nin ta kendisiydi.

Türkiye’nin en yakın işbirliği kurması ve dünyadaki sorunların çözümünde işbirliği yapılması gereken ülkeler açısından, gençlerin neredeyse yarısı, yanıtını Avrupa Birliği ülkeleri lehine kullanıyor.

Gençlerin yine yarısı, ülkelerin dış politikada özgürlük, dayanışma, adalet gibi değerlere öncelik vermesinden yana. Gençlerin yüzde 70’lik ciddi bir oranı ise, barışı güvence altına almanın en iyi yolu olarak “müzakerelere”, yüzde 60’a yakın bir kısmı ise, diğer ülkelerle işbirliği içerisinde hareket edilmesine işaret ediyor.

Öte yandan, gençler, Türkiye’nin diplomatik projeksiyonlarını sınırlandırması gerektiğini düşünüyor. Yüzde 63’lük bir kesim, Türkiye’nin öncelikle kendi iç sorunlarını çözümlemesi gerektiğini söylerken, sadece yüzde 33’lük bir dilim Türkiye’nin Orta Doğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’da etkin bir rol oynamasından yana.

Gençlerin yüzde 60’ı uluslararası kurumlar arasında en çok Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Birliği’ne güveniyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği “iyi bir şeydir” diyenler ise genel nüfusta yüzde 58 iken, bu oran gençlerde yüzde 73’e yakın. Bu konuda bir referandum olduğunda gençlerin yaklaşık yüzde 75’i “evet” oyu vereceğini açıklıyor, AB üyeliğinin kişisel bir fayda sağlayacağını düşünüyor ve Avrupalılar hakkında olumlu düşünceler besliyor.

Gençler, AB üyeliğiyle birlikte demokrasinin gelişeceğini, halkın yönetime katılımının yaygınlaşacağını, ekonominin iyileşeceğini ve serbest dolaşımın kolaylaşacağını düşünüyor.

Benzer şekilde, geçtiğimiz aylarda Konrad Adenauer  Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin 18-25 yaş arasında 3 bini aşkın gençle gerçekleştirdiği gençlik araştırmasında da katılan gençlerin yüzde 66’sı, Türkiye’nin insan haklarına saygılı bir ülke olmadığını düşünüyordu.

Peki tüm bu verilerin, istatistiksel oranların ötesinde gençler bize ne “haykırıyor”?

Öncelikle normatif dönüştürücü bir güç olma hedefindeki Avrupa Birliği’nin Türkiye ile arasında gençlik üzerinden bağını güçlendirmesi gerektiğini anımsatıyor. Müzakerelerin fiilen askıda olduğu, jeopolitik krizler karşısında sadece pragmatik işbirliğinin geliştirildiği aday ülke Türkiye’de ne yaşanırsa yaşansın, demokrasi ve insan hakları idealine yılmadan bağlı kalan, dirençli, güçlü bir gençlik var.

Bu açıdan, örneğin AB fonlarında gençliğin ideallerini gerçekleştireceği, bir dönüşüm yaratacağı ve AB tam üyelik sürecinde katalizör olacağı projeler önceliklendirilmeli. Eşleştirme projeleriyle birlikte gençlerin Avrupa Birliği’ndeki yaşıtlarıyla temasları gençlik değişim programları üzerinden çeşitlendirilmeli.

Erasmus ve Jean Monnet gibi eğitim bursları devam etmeli. Vize serbestisi konusunda somut adımlar atılmalı.

Pozitif gündemin önemli bir bileşenini gençlik üzerine kurgulanmalı.

Çünkü, değişim ve dönüşüm ancak içeriden gelecek.

Gençler, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün istisna değil norm olduğu bir ortamda nefes almak istiyorlar. Hukuk ve demokratikleşmeyle ilgili sorunlar derinleştikçe AB’ye destek de artıyor ve AB gençler arasında çok güçlü bir çıpa halini alıyor. Yıllardır Avrupa Birliği’ne yönelik Sevr Sendromu’nun tetiklediği önyargılar ve olumsuz değerlendirmelere karşın gençlerin bu ulus-üstü projeye dört elle sarılması oldukça anlamlı.

Avrupa Birliği tam üyelik sürecine gençlerin verdiği güçlü destek birçok açıdan da bu konunun bir iç politika meselesi haline geldiğini ve Türkiye’nin kendi ulusal standartlarının yükseltilmesinde bir referansa dönüştüğünü kanıtlıyor.

2000’lerin başında birbiri ardı sıra kabul edilen uyum paketleri ve ardından kısa süreli de olsa yaşanan demokratik dönüşüm ve doğrudan yabancı yatırımların artmasıyla birlikte yaşanan göreli refah süreci de gençlerin belleklerinde olmasa da, ailelerinden duydukları anlatılarla birlikte bir referans oluşturuyor.

Resmi rakamlara göre, genç nüfusun beşte birinin işsiz olduğu Türkiye’de gençler, liyakat temelli iş bulmak, özgür olmak, ailelerine ekonomik olarak bağımlı yaşamamak, onurlu bir yaşam sürdürmek istiyorlar.

Dünya standartlarında ve erişilebilir bir eğitim almak, yabancı dil öğrenebilmek, satın alım güçlerinin her gün erimediği ve ayçiçek yağının bile lüks olmadığı bir süpermarkette alışveriş yapmak istiyorlar.

Çevreci damarları giderek güçlenen gençler, asırlık zeytin ağaçlarının vahşi kapitalizmin buldozerleri altında ezilmediği, çevre-dostu bir gündeme uyanmak istiyorlar.

Kültürel değerlerini içselleştiren gençler, anne karnından beri ninnilerle öğrendikleri ana dilini konuşabilmek, ana dilini konuştuğu için de toplumdan dışlanmamak istiyorlar.

Gençler, sosyal medyada ifade özgürlüğünün evrensel çerçevesinde bir tweet yazarken yüzlerce endişe ve kalp çarpıntısı yaşamamak istiyor.

Gençler, kamu kaynaklarının hakkaniyetli ve saydam dağıtımını, milyonlarca doların dinozor başlarına veya garip heykellere akıtılmamasını, bu kaynakların gençlerin eğitimi ve insanca yaşamına destek amacıyla kullanılmasını istiyorlar.

Gençler, sandık başına gittiklerinde yaşamlarını gerçek anlamda güzelleştirecek bir aday için oy kullanmak, varlıklarının siyasetçiler tarafından seçimlere aylar kala oy potansiyeli olarak anımsanmasına itiraz etmek istiyorlar.

Duygusal planda hissettiklerinin bile ekonomik, siyasi veya kültürel izne tabi olmasını istemiyorlar. Kendi normallerini kendileri belirlemek istiyorlar. Dünyanın da kendi ülkesinin de onu kucaklamasını istiyorlar.

Çünkü mutluluk, mutsuzluğa şartlanmış kalplere açılmıyor; özgürlük ise kısıtlamalar ve baskılar karşısında yorgun düşen beyinlere göz kırpmıyor.

Gençler, bireysel özgürlüklerini evrensel standartlar dahilinde kullanırken bunu bir hegemonyanın belirlemesinden, her şeyin sakıncalı görülmesinden yorgun düşüyorlar. Avrupa’daki yaşıtlarına baktıklarında, demokrasinin tüm kurumları ve kültürü ile egemen olduğu ülkelerdeki yaşam standartlarına imreniyorlar.

Ülkelerinden demokratik olgunluk bekliyorlar, haksızlığa uğramamak istiyorlar. Yönetişim standartlarında bir dönüşüm, dinamizm, heyecan bekliyorlar. Bu beklentilerine yanıt bulamadıklarında da Almanya başta olmak üzere diğer ülkelerde bir gelecek kurguluyor veya o geleceği sadece hayal ediyorlar.

Sözün özü; Türkiye’de gençler gerçek anlamda “dünyalı” olmak istiyor; ülkeyi görmek istedikleri yeri de bu şekilde ifade ediyorlar.

Dünyaya sadece sosyal medya üzerinden değil fiziki olarak da entegre olmak, geleceğini öngörebilmek, hukukun ve liyakatin üstünlüğünü standartlaştırmak açısından, insan sermayesini önemseyen ve önceleyen AB, işte bu gençlik projesini temsil ediyor.

Biliyorlar ki, her ne kadar bilim insanları geçtiğimiz günlerde laboratuvar ortamında bir kadının cilt hücrelerini 30 yaş gençleştirmeyi başarsalar da, gençlik, yıllar içerisinde insanın elinden, ruhundan, hayallerinden kayıveriyor. Tek yapılabilen ise, palyatif rötuşlar...

Gençlerin beyin göçünü tersine çevirmek şimdilik pek olanaklı değil. Ama şayet siyasi partiler düzeyinde böyle bir proje var ise, Avrupa Birliği üyelik sürecine bu denli kenetlenmiş olan gençlere, güçlü ve inandırıcı bir umut aşılamak gerekiyor. Çünkü onlar “şimdiye” değil “geleceğe” bakıyorlar.

Onlara söz vermeden, Avrupa Birliği’ni neden bu denli güçlü bir referans olarak gördüklerini anlamadan, onlara “gitme kal bu ülkede” veya tam tersine “giderseniz gidin” diyemeyiz.

“Birlikte kalacağız, ama sorunları da çözeceğiz, sizi yeniden kıpır kıpır, heyecan dolu gençlere dönüştüreceğiz” diyebilmeliyiz.

Bu güzel havaların bizleri mahvettiğini, eve ekmekle tuz götürmeyi böyle havalarda unuttuğumuzu ve şiir yazma hastalığımızın hep böyle havalarda nüksettiğini bize her fırsatta anımsatan büyük şair Orhan Veli’ye kulak vererek, “Ben ki her Nisan bir yaş daha genç, Her bahar biraz daha aşığım” diyebilmek istiyor gençler... 


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.