Gerçek mutluluğun metafiziği: Lukman Ahmad
Toplumda sayılmayanların, pay almayanların tutarlı olmaları beklenemez. Ressam Lukman Ahmad'ın resimleri nasıl ki ahlaki bir norm değil de sanata içkinse; dili de ontolojik olarak Kürtçeye içkindir.
Fatih Tan
Rojava’nın Hesekê şehrinden olan Ressam Lukman Ahmad, yaşamını şu an Washington D.C. de sürdürüyor. Türkiye başta olmak üzere İsviçre, Almanya, Lübnan, Mısır gibi dünyanın pek çok ülkesinde 100’ün üzerinde solo ve grup sergilerine katılan sanatçı, üretimlerine Washington’daki atölyesinde devam ediyor. Ressam, çalışmalarında Kürtlerin kültürel, mitolojik, tarihsel ve güncel olaylarını işliyor. Amerika’nın neredeyse bütün eyaletlerinin önemli galerilerinde çalışmaları sergilenen sanatçının özellikle de Amerika’nın galeri ve koleksiyonlarından biri olan "Saatchi Art"da eserleri de bulunuyor. Voice of America'nın Kürtçe hizmetinde gazeteci olarak da çalışan Ahmad, dünyadaki birçok sanatçının hayatını anlatan ve VOA Kürt Servisi'nin en çok izlenen programlarından biri olan "7 Renk" adlı TV programının da sunuculuğunu üstleniyor.
Ahmad’ın resimlerinde birçok modern akımın etkisini görmek mümkün. Ağırlıklı olarak fovizm renklerini ve ekspresyonizmin otomatizm tekniklerini kullanan sanatçının, kısmen de olsa sürrealist imgelere de yer verdiğini görüyoruz. Fovistik akımın çiğ ve canlı renk kullanımının ön planda olduğu resimlerinde ekspresyonist akımın, duyguların ve iç dünyanın bilişsel kompozisyonlarından oluşan figürler hâkim. Daha çok kültürel öğeleri modern form biçimleriyle işlediği çalışmaları, İspanyol ressam Joan Miró’nun resimlerini anımsatıyor. Miró’nun çizgilerinin esintilerini gördüğümüz resimlerinde siyah başta olmak üzere kırmızı, mavi, yeşil gibi ana renklerin çoğunlukla aynı tonlarını kullandığını görüyoruz. Sade ve rastlantısal bir şekilde boyayı kullanan Ahmad, çalışmalarında zamanın geçişi, hayat döngüsü, doğurganlık, şiddet, kaygı, müzik gibi temaları ele alıyor. Kompozisyonlarında yaygın bir biçimde görülen atlar, serbestçe salınan çiçekler, irili ufaklı kuşlar, kadın figürleri, enstrüman çalan erkek figürleri ile yarattığı masalsı etkiler, sürrealistlerin bilinç akışı imajlarına oldukça yakın çalışmalardır.
Ahmad, son dönem çalışmalarında Suriye'de iç savaşın patlak vermesinden sonra bilhassa terörle mücadele adı altında Rojava’daki savaş sırasında yaşanılan insan hakları ihlallerine dikkat çekiyor. Bunun yanı sıra Erivan’dan Beyrut’a, Dêgûlan’dan Şengal’e, Qamişlo’dan Agirî’ye ve tüm diasporada yaşayan ve yaşamış olan yazar, şair, tiyatrocu, oyuncu, müzisyen, yönetmen, bürokrat, dil bilimci, devlet adamı, bilim insanı, politikacı gibi Kürtlerin önemli şahsiyetlerinin portrelerini yaparak “homejen bir yapıya” vurgu yapıyor.
Benim de üzerinde durmak istediğim, buradaki homojen yapının önemidir. Homojen yapıdan kastettiğim, Kürtlerin parçalı ve bütünlüklü olmayan olgusal politik ve sosyolojik “dil” gerçekliğidir. Dil, yapısal bir bilinci temsil eder ve toplumsal bir olgudur. Althusser’in dediği gibi: “Bir dil, bir lügatçeye, bir minik sözlüğe indirgenemez; dil, gerçek, yaşanmış, yaşamda, yaşamın devinimlerinde her gün sınanmış anlamların, konuşurken göndermelerde bulunduğumuz anlamların bir toplamıdır.” (1) Dil aynı zamanda, hem homojen hem de heterojen bir yapıdır. Kuşkusuz her şey karşıtlığıyla dilin içinde yer alır. Dilin içinde olmayan bir şeyin karşıtlığı var mıdır? Hatta bu soruyu daha da açık soralım, organ olan dilin içinde, olmayan Kürtçenin karşıtlığı nedir? Olmayan dilin düşüncesi neyin karşıtıdır? Toplumda sayılmayanların, pay almayanların ve dil temsiliyeti olmayanların tutarlı olmaları beklenemez. Aristo bundan yaklaşık 2 bin 500 yıl önce 'Poetika' kitabında şöyle bir tespitte bulunmuştu: “Varlığı yahut yokluğu fark edilmeyen bir şey, bir bütün’ün (temel) parçası olamaz.” Dilin içinde dili anlamlı kılan, dilin içinde dili olmayanlardır. Dili olmayanların, sayılmayanların ve fark edilmeyenlerin toplumun dili içinde yahut bütünün parçası içinde tutarlı olma zorunlulukları yoktur. Bir bütünün parçası olmayan Kürtlerin ister sanat ortamında, ister kamusal alanda, isterse de politika sahnesinde tutarlı olma hezeyanından kurtulmaları gerekir. Çünkü Kürtler ahlaki bir norm değildir. Hayatın her evresinde sadece kendi homojen yapılarıyla tutarlı olmak zorundalar. Ben Lukman Ahmad’a karşı tutarlıyım ve mümkünse olmak zorundayım. Çünkü sadece onun dilinin içinde -yapı olarak gerçek manada bir dil olarak- yer alıyorum. Pay almadığım ve sayılmadığım bir yerde (bilhassa yüzyıllık bürokratik polis düzeninde) tutarlı olma zorunluluğum yoktur. Tutarlılık ideolojik bir normdur. Tutarlılık tutarsızlığın karşıtı ise, o halde dilin içinde yer almadığıma göre hiçbir şeyin ne kendisi ne de karşıtıyım. O yüzden politik bir davranış biçimi olarak sürekli kendini karşıt, olumsuz görmekten ve bundan dolayı da kendini düzeltme ve mahcup hissetme ruh halinden çıkılması gerektiği inancındayım. Tutarlılık, dilin içinde dili olmayanlar için öne sürülen kesinlikle ideolojik bir mittir. Bu mit, dil içinde, doğallaşan ve herkese aitmiş gibi gösterilen anlamlandırma biçimleri sayesinde ideolojinin işlediğini gösterir. Dolayısıyla böyle bir mitleştirme, dilin içinde sadece “ahlaki bir normu” ortaya çıkarır. Yapı olarak gerçek manada bir dil (Kürtçe) olarak ortaya çıkmaz. Bu noktada dilin içinde ortaya çıkan ahlaki norm, bedenin üzerinde cisimleşir. Ve genelde bu beden, düşüncenin eylem alanına dönüşür. Hatta çoğu defa bir pratik gibi yerine geçer ve üretimin devamı olur. Oysa beden, düşüncenin bir formu olmamakla birlikte, düşüncenin bir parçası da olamaz. Burada Althusser’in öne sürdüğü “üst belirlenme” teorisi devreye girer. Oligarşik düzenin şeffaf bir parçası olarak ideolojilerin sürekli ve yeniden üretilme olgusu... İdeoloji, dilin içinde görece özerk alanlar yaratarak tutarlılık/tutarsızlık, karşıt olma/olmama gibi kavramlar üzerinden bireyi dil içinde “özne” olarak konumlandırır. Bu da bireyin “bedenen” bir temsiliyetinin ve sayıldığının yanılsamasını ortaya koyar. Bedenin bu yanılsamalı durumu sürekli tutarlılığı gözetir. Kürtler kendi homojen yapıları içinde –yani kendi dilleri içinde- tutarlı/tutarsız ya da karşıt olma/olmama ile ancak var olurlar ve ancak yine bu şekilde bedenen temsil edilirler.
Ferdinand Saussure yaklaşık yüzyıl önce dil ve söz arasında bir ayrıma gitti. Bana göre söz politik/ideolojik olanı; dil ise ontolojik olanı temsil eder. Ahmad’ın resimleri nasıl ki ahlaki bir norm değil de sanata içkinse; dili de ontolojik olarak Kürtçeye içkindir. Ahmad’ın üretimlerinin modern Kürt resim sanatı için önemli bir yer kapladığını özellikle belirtmeliyim. Çünkü sanatçının söyleyeceği bir şey olmalı, amaç bir formda ustalaşmak değil, formu içsel anlamına kavuşturmaktır. Ahmad da bizlere bir şey söylüyor. Bizleri hem renk hem de dil üzerinden ortak bir yapının uyumu içine alıyor. Badiou’nun ressam analizinde olduğu gibi: “Ressam bir arada olmak yazgılarında yokmuş gibi görünen renkler arasında, apayrı, çok farklı biçimler arasında uyumlar yaratır. Biçimleri ve renkleri üst türde uyumlar içine sokar.” (2)
Notlar:
- Yazılar G.W. F Hegel Düşüncesinde İçerik Üzerine, Louis Althusser, Çev. Z. Zühre İlkgelen, s.293, İthaki Yayınları
- Gerçek Mutluluğun Metafiziği, Alain Badiou, Çev. Murat Erşen, s.74, Monokl Yayınları