Gerçekleri haykıran bir masal dünyası
Sevgisizlikten, sevgisizliğin getirdiği iletişimsizlikten şansımıza denk geldiğimiz hem dünyanın bu dönemi hem coğrafyanın bu köşesindeki iletişimsizlikleri ele alıyor Ekinakis, Urla Gru Art Gallery’de devam eden Commune, Community, Communication sergisinde.
Bir sanatçı arkadaşımla hep tartışırdık, senin bir sanatçı olarak bir kendine has bir çizgin, tarzın olması mı iyi, yoksa farklı farklı alanları, malzemeleri, deyişleri sürekli deneyimlemek, deneyimletmek mi... Elbet ikisinin de kazanımları da eksileri de vardır sanat kariyerinde; ama ben (kendini tekrarlamayacak şekilde) bir sanatçının bir çizgisi olması fikrine daha yakınım. Baktığında bu Deniz’in çizgisi, bu resmi kesin Zeynep yapmıştır, bu fotoğrafı kesin Ali çekmiştir dedirtebilmek, kendini, kendi çizgini bulup başkalarının da seni bu kendine has çizginle tanımasını sağlamak diğerinden daha meşakkatli geliyor. Sen izleyici olarak o sanatçının çizgisini tanıyıp sanatçı sanki gerçekten tanıdığın biriymiş gibi ısınıyorsun. Sonra da acaba bir sonraki dönemde üzerine ne koyacak, zaman onu nereye götürecek diye merakla izliyorsun.
Ekin Büyükşahin namıdiğer Ekinakis, işte bu çizgiye sahip olanlardan. Kendi ait, kendi karakterleriyle oluşturduğu bir dünya var; kurtlar, kuzular, çocuklar, kafası karışık hava boşluğunda süzülen yetişkinler... Ekinakis’in figürlerine ilk baktığınızda resimlerinde, tuval üzerine kolajlarında sanatçı sanki bir masal dünyasını resmetmiş gibi algılıyorsunuz. Ama sanki bu dünya biraz karanlık mı ne? Renkler pastel değil, figürler bildiğimiz yerçekimi kurallarına uygun durmuyorlar o tablolarda. Bir de bazen çok sıkışıklar, ağızlarından bir şeyler çıkıyor, taklalar atıyorlar, bir durum var yani orada... Bu aslında bir masal değil gerçek.
Sevgisizlikten, sevgisizliğin getirdiği iletişimsizlikten şansımıza denk geldiğimiz hem dünyanın bu dönemi hem coğrafyanın bu köşesindeki iletişimsizlikleri ele alıyor Ekinakis, Urla Gru Art Gallery’de devam eden Commune, Community, Communication (Sohbet, Ahali, İletişim diye çevirebileceğimiz) sergisinde. Aynı topluluğun, toplumun parçaları olmalarına rağmen iletişim kurmayı beceremeyen ya da nasıl iletişim kurulacağını bilmeyen bizlerin, bizleri yönetenlerin birbirimizde yarattığımız tahribatı, karanlığı, kakafoniyi aktarıyor tuvaller. Ekolojik sorunlar, insan hakları, hayvan hakları, bir imparatorun, erkin çevresinde kümelenmiş öz iradelerini yitirmiş yığınlar... Masal gibi gözüken dünyanın içinde köşelere, kenarlara, ortalara yerleşmiş size bakıp da görmeniz, dinlemeniz için göz kırpıyorlar.
Galeriye giriyoruz ve “Açtı Ağzını Yumdu Gözünü” karşılıyor bizi. Bir ağız açılıyor ve toksik sözler dökülüyor etrafındakileri sarsan... Bu sözler çalkalıyor, bir sarmala sürüklüyor insanları, varlıkları. Bir başka yerde herkes hep bir ağızdan bir şeyler söylemeye çalışıyor; sağa, sola, öne, arkaya, yukarıya, aşağı, çapraza bağrınıp duruyor ama o kadar gürültü var ki kakafoniden birbirimizi duyamıyoruz. Bir küçücük alan kalıyor Kakafoni tablosunda, bütün o bağırışların arasında bir beyaz alan... Belki de kendini çekip kurtarabileceğin bir yer. Kakafoni, sadece toplumda değil, kafanda da devam ediyor. Sergide en sevdiğim işlerden biri oluyor bir manken üzerine kağıt, folyo, kumaş ve akrilik boya ile vücuda gelmiş ‘Self Destruction’, iç yıkımımız. Kafamızda o kadar gereksiz iç ses, eleştiri var ki vücudumuzu sarıyor, bizi görünmez hale getiriyor. Belki de bu kişisel yıkımlar, ikili ilişkilerimize de yansıyor. Bazen gereksiz gururdan, bazen güvensizlikten konuşamıyoruz, anlatamıyoruz karşımızdakine kendimizi. Kopacak gibi incecik dolanıp duran iplikler, araya giren, odada oturan filler simgeliyor çiftlerin arasındaki iletişimsizliği, aramıza koyduğumuz aslında çok ince ama yüksek duvarları Ekinakis’in resimlerinde. Sergiyi gezerken galeri direktörünün bitmez tükenmez bir enerjiyle her gezene anlattığı hikâyelerden farklı yerlere atlıyor hayal gücüm aklımdaki anılar sayesinde. Ekinakis’in resimlerini güzel yapan da bu: İletişimsizliğin çeşit çeşit hali, derdi var ve hepimiz bunları yaşadık, yaşıyoruz. Sanatçı fikri ortaya koyuyor, o fikir, o figürler seni, sen de onları kendi dünyana alıp götürüp yoğruluyorsun, yoğuruyorsun.
Hayatımızda karşılaştığımız iletişimsizliklerin bir kolajını tuvallerdeki kolajlarda görürken Ekinakis’in hayatından da hem fikirsel hem fiziksel izler görüyoruz. Sanatçı, akrilik boya ve yağlı boyanın yanı sıra babaannesinden kalan kumaşları kullanarak, hayatından, sevgi duyduğu bir insandan parçalar katmış eserlerine. Evinize alıp astığınızda nasıl da özel ve sevgi dolu bir sembolü asmış oluyorsunuz! İletişimsizliğin yarattığı sıkıntılara içten gelen bir yaratım ile aileden gelen sevgi birleşerek eklenip çare oluyor.
Ekinakis, sergi ile ilgili verdiği bir röportajda “Yıllardır, hiç de hak etmediğimiz bir üslupla yaşamak durumunda bırakılıyoruz. Bu üslubun, toplumumuzda bir iletişim normuna dönüşmüş olmasının, maruz kaldığımız ya da maruz bıraktığımız kabalığın, düşüncesizliğin, sabırsızlığın, öfkenin -ve saymakla bitmeyecek bir sürü duygu durumunun ve davranış modelinin- temelinde çok büyük bir rol oynadığını düşünüyorum. En temel gereksinimlerimizden biri iletişim kurmak” diyor. Gidip de iletişim şekillerimizi düşünmek, belki bazen konuşmadan, bağırmadan sessiz kalmak, toplumun tamamıyla hemen belki zor olsa da en azından yakın çevremizle ilişkilerimizi düzeltmek, duvarlarımızı kaldırmak, toksik lafları bırakmak için bir düşünme alanı sunuyor Commune, Community, Communication ile Gru Art Galeri. İzmir’in merkezinde bulamadığımız sanat ortamına yavaş yavaş, çok güzel atılımlarla kavuştuğumuz Urla’da Şubat 2021’de açılan Gru Art Galeri ve komşusunu ziyaret etmek, ardından da bağ yolunda bir yer seçip şarap içmek için en güzel mevsim Eylül! Bir sevdiğiniz alıp gidin de güzel ve samimi bir muhabbet edin...