Gerçeklik sorgulaması: Kendinde Değil Gibisin
Aylin Sökmen’in, okura kurgu ile gerçek hayatın iki ucu arasında gerçeklik denen mefhumu sorgulattığı yeni romanı 'Kendinde Değil Gibisin' NotaBene etiketiyle okuyucuyla buluştu.
Müge Gülmez
İstanbul doğumlu Aylin Sökmen Saint Joseph Fransız Lisesi’ni bitirdi. Ardından Virginia Üniversitesi’nde Ekonomi ve Fransız Dili Edebiyatı bölümlerini okudu. 2007’de ‘Bitmeyen’ isimli öyküsü ile altKitap Öykü Ödülünü aldı. Yazıları ve öyküleri birçok dergide yayımlandı. Uzun yıllar altkitap ve altzine’de editörlük yaptı. İlk kitabı “Salt Okunur” 2009 yılında Pupa Yayınları tarafından yayımlandı. Sökmen’in, okura kurgu ile gerçek hayatın iki ucu arasında gerçeklik denen mefhumu sorgulattığı yeni romanı “Kendinde Değil Gibisin” NotaBene etiketiyle okuyucuyla buluştu.
Romanın kahramanı ellili yaşlarda takıntılı, hastalık hastası ve yaşantısından pek de memnun görünmeyen bir edebiyat profesörü. Sabahları evde bir şeyler unuttuğunu sanarak yüreğinde koca bir boşlukla çıkıyor evden. Bir sivrisinek ısırığı yüzünden yakında bu hayattan göçeceğine inanıyor. Sık sık sivrisineklere ve sivrisinek ısırığının insan üzerindeki ölümcül etkilerine dair yazılar okuyor. Okudukça öleceğine daha çok inanıyor. Dışarıdan bakıldığında iyi bir evliliğe, ortalamanın üzerinde sayılabilecek bir maddi yaşama, özenilecek bir kariyere ve kariyerinin getirdiği profesyonel birikimle katlanarak artmış yüksek entelektüel bir zekaya sahip olan Metin bir türlü içindeki koca boşluğu dolduramıyor.
Roman aslında kendi içinde gizli iki ana bölümden oluşuyor. Profesör ile güzel ve başarılı öğrencisi Ceylan arasındaki ilişkiyle başlıyor hikâye. Metin’in yıllardır süregelen genç ve güzel öğrencilerine yönelen tutkusu ilk defa Ceylan’la birlikte bir gerçeklik kazanmakta. Ceylan güzelliğinin farkında, kendine güvenen ve sözlerini sakınmadan dile getiren bir karakter.
Bir gün eşi Özlem, Metin’in eline lise arkadaşı Caner’in yeni yayımlanan “Ne Okursan Onu Yaşarsın” adlı romanını tutuşturur. Metin bu romanı görünce önce çok sinirlenir, bunca zaman roman yazamamış olmasının getirdiği suçluluk ve pişmanlık duygularını Caner’den nefret ederek bastırmaya çalışsa da kitabın bir hoca ve öğrenci ilişkisini anlatmakta olduğunu fark edince ivedilikle kitabı okumaya koyulur. Ceylan’la olan platonik ilişkisini romandan aldığı cesaretle gerçeğe dönüştürür.
Bu ilk bölüm boyunca Metin ve Ceylan arasındaki ilişkiyi Metin’in ağzından dinleriz. Metin’in çanta takıntısı ise tüm kurguyu baştan sona çevreler ve çantalar okurun zihninde kolayca canlandırılmasına ve ince detaylarının roman bittikten sonra bile akılda kalmasına olanak sağlayacak kadar iyi betimlenmiştir. Bunun yanı sıra kitapta kahramanın çanta takıntısının bağlandığı psikolojik altyapı da başarılı bir şekilde sunulmakta:
“İlgimi çeken bir çanta gördüğümde ona müthiş bir dokunma arzusu duyuyordum. Dokunmak, okşamak, sahibinin elinden alıp çantayı geçici bir süreliğine kendime ait kılmak. Sanki benim olması gereken bir parça başkasının elindeymiş, bir uzvum başkasının bedenindeymiş gibi açlıkla kıvranıyordum.” (s.76-77)
Farklı okumaları mümkün olan ancak bir yönüyle de arzulanan ve hiçbir zaman sahip olunamayan bilinç nesnesini vurgulayan çantalar kahramanın asla sahip olamayacağı başkalarının yaşamları gibidir. Metin zihninin ürettiği olumsuz düşünceler ve pişmanlıklarla baş edememiş ve sanki artık zihnine ve onun ürettiği senaryolara teslim olmuştur: “Hayatım yolunda gittiğinde huzursuz olanlardandım çünkü biliyordum, tıpkı o sivrisinek ısırığı gibi, bir şey yaşamıma çomak sokacaktı, hangisini olduğunu bilmediğim bir sabah uyanamayacaktım, hayat sona erecekti.” (s.92) Metin’in kendi kafasında yarattığı bu karamsar dünyada en azından bazı arzularını gerçekleştirebilmesine hizmet eden bir yardımcısı vardır: Caner’in romanı. Arzularının bir başkası tarafından yazılmış bir müsveddesi. Romandaki hikâyeyi yaşamına eklemleyerek canlılığını ve yaşama arzusunu tekrar yeşertmek iyi bir hayatta kalma mekanizması gibi görünür bu romanı rehber edinmek. Yeni maceralara koşarak başına geleceklerin belirsizliğiyle artık bir nebze olsun yaşadığını ve sivrisinek ısırığı yüzünden ölmeden önce saklı kalan hayallerini gerçekleştirdiğini hissedecektir.
Metin’in bu tür varoluşsal sancılar arasında Ceylan’la olan ilişkisindeki iniş çıkışları kitabın ikinci yarısından sonra daha farklı bir gözden okumaya başlıyoruz. Metin’in ana takıntısı şekil değiştirerek kadınlardan çantalara, çantalardan da çocukluğundaki travmalara doğru çözümlenirken roman başlangıçta öngörülmesi oldukça zor olan farklı bir hikayeyle sonlanarak okuru ters yüz ediyor.
Roman ilk bakışta bir hoca öğrenci ilişkisi üzerine gibi görünse de kendi kafasının içinde kişiler ve eşyalarla kavga eden, yasak tutkularla boğuşan, sahip olduklarından daha fazlasına yönelen ve zihnin ürettiği senaryolardan özgürleşemeyen insanlığımızı okuruz. Kafamızın içindeki kurguyu veya bir başkasından üzerimize yüklediğimiz bir hikâyeyi nasıl da kendi hayatlarımızda sorgusuz sualsiz yaratmaya devam edebildiğimizi görürüz. Tüm kurgu, sahne, düzen ve repliklerin hazır olduğu bir hayat inşa etmeli ki düşmek zor olsun:
“Neden sosyalleşmekten hoşlanmıyorsun?” diyorlar. Yoruluyorum hazırlanmaktan, olaylar kurguladığım gibi gelişmezse, repliğini unutmuş bir oyuncu gibi kalakalıyorum da ondan” (s.11)
“Kendinde Değil Gibisin” sadece bir yazarın üretim sürecinde gerçek yaşamdan ve kurgudan ne kadar beslendiğini değil, aynı zamanda okuyucunun da bir hikâyeyi okurken kendi hayatını ne ölçüde kurguya göre yönlendirebileceğini sorgulatmakta. Bir kişinin en yakınındaki beş kişinin, o kişi hakkında ortalama bilgiyi vereceği klasik görüşü acaba kişinin okudukları için de geçerli mi? Acaba gerçekten de ne okuyorsak onu mu yaşıyoruz ve bunun ötesinde, isteyerek veya istemeyerek ne duyuyorsak onu mu gerçeğimiz kılıyoruz? “İnsanlar ya kendi düşüncelerini başkalarının zihnine koyuyordu ya da başkalarının düşüncelerini kendi zihinlerine” der Metin hikayesinin can alıcı bir noktasında. (s.86) Peki eğer öyle ise, bundan nasıl özgürleşebiliriz?