YAZARLAR

Gerekçeli Oscar tokadı: Çok seviyordum Hakim Bey

Şiddet daima eşitsiz güç dengesinden doğuyor. Farklı farklı türleri yok, hepsi eril şiddetin farklı görünümleri. Birine “haklıysa yapabilir” izni vermek, hepsinin önünü açıyor. Bu anlayış değişmeden dünyanın daha iyi bir hale gelmesine imkân yok.

Gazete Duvar yazılarımın ilki, 89. Akademi Ödülleri’ne dairdi. Kartların karıştığı, en iyi film ödülünün yanlışlıkla Moonlight yerine La La Land’e verildiği çifte finalli bu töreni, son beş yıldır skandal bakımından aşabilen olmamıştı. Dün geceki törende Will Smith sahneye fırlayıp oyuncu eşi Jada Pinkett Smith’le ilgili korkunç şakasından dolayı sunucu Chris Rock’a tokatlı küfürlü girişene dek… Bu çok acayip olay, törene dair her şeyi ezdi geçti. Dünden beri her yerde Oscar’dan çok Smith’in tokadı konuşuluyor.

Çok sevdiğim birkaç film birden favori dallarda yarıştığından, bu yıl Oscar’dan beklentim bir parça yüksekti. Senaryo ödüllerinin Belfast ve CODA’ya gitmesi, öne çıkanların en vasatı CODA’nın hızını alamayıp en iyi filme kadar varabilmesi, aradığımız asgari adaletin burada bulunmadığını teyit etti. Muhteşem The Power of the Dog’la Jane Campion en iyi yönetmen ödülünü alamasaydı törenin yatacak yeri yoktu zaten.

Jane Campion

Ariana DeBose’un ilk açık queer, siyah kadın oyuncu olarak kazandığı en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü ağza bir parmak bal çalmış, DeBose’un güzel konuşması “dünya değişiyor ya…” dedirterek umutlandırmışken bazı şeylerin hiç değişmediğini gösteren performansıyla Will Smith, ortamı testesteron ve eril şiddete boğdu. İronik olan, onca adaylık arasından hak ettiği ödüllerden sadece birini alabilen The Power of the Dog’un ana teması toksik erkeklikken, törene şiddet damgasını vuranın kanlı canlı bir erkek oluşuydu.

CODA en iyi film ödülünü aldı.

Olayı duymayan pek kalmamıştır herhalde ama özet geçelim. Chris Rock, gecenin en iyi erkek oyuncu dalındaki favorisi Will Smith’in eşi Jada Pinkett Smith’e, “Jada, seni seviyorum. G.I. Jane 2’yi görmek için sabırsızlanıyorum,” dedi. Demi Moore’un kazınmış saçlarıyla çok tehlikeli görevlere çıkan bir ekibe kabul edilen ilk kadın askeri canlandırdığı ‘97 yapımı bir filme dair, çok kaba, çok yersiz bir şaka. Will Smith iki saniye kadar isteksizce gülümsedi, sonra yüzü düşen Jada’nın gözlerini devirdiğini gördük. Birden kaşla göz arasında sahneye fırlayan Will Smith, kafasını bile eğemeyen Rock’ın ağzına tokadı vururken küfürler saçarak karısının yanına döndü. “Karımın adını o s…k ağzına alma tamam mı! Karımın adını bir daha ağzına alayım deme!”

Chris Rock durumu hızla bir şakaya çevirdi. “Will Smith bana tokat attı. Televizyon tarihinin en ihtişamlı gecesi oluyor!”

Sunucuyu dövdükten beş dakika sonra Will Smith sahneye bu kez ödülünü almak üzere çıktı, gözyaşları içinde yutkunarak ama her nasılsa takındığı az önce savaş kazanmış komutan esnik hüznüyle şunları söyledi:

“Benden hayatım boyunca insanları sevmem ve onları korumam istendi. Çevremdeki insanlar için bir nehir olmam… Biliyorum ki bu meslekte insanların sana saygısızlık etmesini kaldırabilmen gerekiyor. Gülümseyip her şey yolundaymış gibi davranman gerekiyor…” Sonrasında gözyaşları içinde Akademi’den özür diledi. Ve şiddeti aşka bağlayan o çok tanıdık sözleri söyledi. “Aşk insana çılgınca şeyler yaptırabilir.” Meali, “çok seviyordum Hakim Bey, ne yapayım!” Bir erkek bunları söylüyorsa ellerinde kan olmasa da ardında bir suç mutlaka vardır.

Will Smith’in eşi Jada Pinkett Smith’in saçlarını, alopecia adlı, tedavisi çok güç hastalık nedeniyle kazıtmak zorunda olduğunu öğrendik bu arada. Smith hasta eşinin bu berbat şakaya üzülmesini kaldıramamıştı. Hollywood’un vahşi rekabetinde oyuncu bir kadın için gerçekten talihsiz bir durum, kadın güzelliğinin simgelerinden sayılan saçlarını kaybetmek. Şuursuzun biri de çıkmış bu durumla dalga geçiyor. Arkadaşları Rock’ın, Smith’in bu sağlık sorunundan habersiz biçimde espriyi yaptığını söylemiş. Doğru mu değil mi bilmiyorum. Her durumda, ucu sağlığa da dokunabilecek bir meselede berbat bir ofansif şaka yapmadan önce düşünmeliydi.

Chris Rock’ın sözlerinin savunulur bir yanı yok. Ama Will Smith’in tokadının da yok. Her durumda olaylardan en çok etkilenen kişi, bedeni üzerine şakalar yapılan ve hakkındaki söz için tokatlar atılan kadın olacak. Bizler için bu olayın eski haber halini alması taş çatlasın bir iki gün sürecek. Jada Pinkett’se ömür boyu katıldığı her törende, alabileceği ödüllerden ya da anın coşkusundan önce bu meseleyle yüzleşme riskinin sıkıntısını yaşayacak. Ayrıca öncesinde dünyada belki pek az kişinin bildiği sağlık durumu hakkında şimdi çocuklar bile konuşuyor. Bunları ister miydi? Sanmam pek.

Öncesinde olaya dair açıklama yapan Los Angeles Polis Departmanı Chris Rock’ın şikayetçi olmadığını belirtmişti. Şimdilik her şey yolundaydı. Yani olay hakkında Will Smith’in, Chris Rock’ın ve polisin beyanını dinledik. Olaydaki en önemli kişi olan kadın hariç herkesin. İki saniyelik görüntüye bakarak, Kuleshov etkisiyle yüz düşmesi tokat azmettiriciliğine yorumlandı, bunun ortak bir karar olduğu sonucuna varıldı. Halbuki acımasız bir şakadan sonra yüzün düşmesi başka şey, meselenin bir şiddet şova dönüşerek alev alev büyümesini istemek başka.

Bu çok katmanlı olayda önemli noktalardan biri, kadınların sözlü ya da fiziksel herhangi türden bir dış saldırı karşısında bir Alfa’nın koruyuculuğuna mutlaka ihtiyaç duydukları varsayımı. “Kadınlar bunu ister,” diye düşünülerek Jada’nın kocasını kışkırttığı varsayılıyor. Çeşitli nedenlerle bunu isteyen kadınlar olabilir. Milyonların gözü önünde yaşanacak böyle bir şiddet sahnesinin nesnesi halini almaktan nefret edecek de bir o kadar kadın vardır.

Başına gelen tatsız bir olayı, ciddi bir mobbing vakasını ya da tacizi mesela, olay çok büyüyebilir, iş şiddete dökülebilir diye yakını bir erkeğe anlatmaktan çekinmemiş kadın çok azdır bence. Daha fazla suskunluğa, yalnızlığa yol açacaksa bu koruma ne işe yarıyor?

Bu konu etrafındaki sosyal medya tartışmalarında, endişe verici bir şiddeti normal karşılama eğilimi vardı bugün. Bunun önemli nedeni, insanların özel hayatlarını, bedensel dezavantajlarını hatta sağlık durumunu dalga malzemesi yapabilen bu ofansif şakaların artık kabak tadı vermesiydi. Ortada bir erkek şiddeti de yoktu yani çoğu kişiye göre. Kim olsa çok sevdiği, yakını için bunu yapardı, yapmak hakkıydı.

Şakaya gülmezsiniz, şaka yapanı sertçe eleştirebilirsiniz. Ama sözlü şaka ya da diyelim “saldırı”ya fiziksel saldırıyla karşılık veremezsiniz. Sizi inciten bir şakayı yapan kişiyi döverseniz herkes elinde yeterince güç varsa hoşuna gitmeyen şakayı yapan herkesi dövebileceğini düşünebilir. Ortada ifade özgürlüğü diye de bir şey kalmaz.

Ayrıca durum ne olursa olsun, Smith’in bir öfke kontrol probleminin olduğu da açık. İlginç olan, araştırmaların bu kontrolsüzlüğün o kadar da kontrolsüz olmadığını göstermesi. Karısını dövebilen, patronu karşısında süklüm püklüm durabiliyor. Kendisinden kısa boylu bir diğer siyah oyuncuyu dövebilen adam, çoklu nedenden bir beyaz karşısında kendini tutabilirdi. Bugün bu konuyla ilgili bir ara sohbetlediğimiz Neslihan Cangöz “Will beyaz olsa o tokadı siyah bir aktöre atamazdı, Chris beyaz olsaydı da atamazdı. İkisi de siyah olduğu için atılabildi, aşırı yorum mu sence?” diye sordu. Bence aşırı doğru yorum. Böylelikle olaylar da “aile arasında” çözülebiliyor hem. Uzun siyah kısa siyahı, daha prestijli aktör diğerini dövüyor. Chris ailemizin zararsız komiği olmasa, günün birinde alışık olunmayan tarzda bir kahramanı canlandırmak istese mesela, törende dayak yiyip yutmuşluk, karşılık vermeyip gevrek gevrek espri yapmışlık hali imajına zarar vermez mi? Suçu ne olursa olsun o da kendini koruma güdüsüyle karşılık verebilirdi, dava açabilirdi. Yani şakasından nefret ettim ama son durumda, günü kurtaran da yine oydu kabul edelim.

Hadi diyelim bu kısım bizi çok ilgilendirmiyor, erkekler arası bir mutakabatla çözüldü. Şu “kurtarıcı erkek” tripleri ne olacak? Will çevresinde insanlara ben onların nehriyim tarzında yaklaşarak kendine nice üstünlükler atfettikçe aslında hem beyazlaşıyor hem de “küçülüyor”. Öncesinde çizdiği o aşmışlık, güleç abi hallerinin de yalan olduğunu gösteriyor. Yoksa eşine sevgisini sorgulamak tabii kimsenin haddi değil. Bugün sıkça yapıldığı gibi, “yea abi namuslu adam muamelesi yapıyorsunuz da bunlar ahlaksızmış çiftçek, açık ilişki falan yaşıyorlarmış zaten” demek hele, tam hadsizlik. Bunları cebe koyup esasa dönelim, Will’in tokadı bizi niye bu kadar gerdi?

Ben bu olayın açığa çıkardığı “insan (erkek) sinirlenmekte haklıysa dövmekte de haklıdır” anlayışının görece eğitimli kesimdeki yaygınlığına tekrar şaşırdım. E şiddet tam böyle gelişiyor işte zaten? Fiziki şiddet öz savunma dışında herhangi bir şeyin karşılığı olarak görülebildiği anda, sonu var mı bunun? Şiddetin bu türüne geçit verdiğiniz anda her türüne vermiş olursunuz. “Aşk insana çılgınca şeyler yaptırabilir” açıklamasını kabul ettiğiniz anda kadın katillerinin önüne kırmızı halı serersiniz.

Cinayet gibi şiddet de ancak öz savunmaysa meşruiyet kazanabilir dedik. Öte yandan kadınlar “bir erkeğin korumasına ihtiyacımız yok” dediklerinde şunu kastetmiyor: Gece ıssız parkta saldırıya uğrarsam beni bırak kendini kurtar. Öyle bir tehlike halinde insan elbette yanındaki erkekten yardım bekler. Bu gibi durumlarda “madem erkeğe ihtiyacınız yok o zaman sokakta kadın bıçaklandığında erkekler durup izliyorsa bık bık etmeye de hakkınız yok,” demekte de böyle bir izansızlık var.

Pek çok erkek bu korumayı niye koşullu bir paket halinde “sana laf edeni falan dövmemi istemiyorsun madem, güçlü ve bağımsız bir kadınsın, hep kendi başının çaresine bak” akla karalığında veriyor peki? Sevgi ve şefkati sadece eşitsizlikten kaynaklı koruma durumuna kilitlemeye çalışan ataerkinin kurnaz oyunlarından biri işte bu da. Ya hepten benimsin, senin adına kararlar veririm ya da seni ilgisizliğimle cezalandırırım. Pis anlaşma.

Şiddet daima eşitsiz güç dengesinden doğuyor. Farklı farklı türleri yok, hepsi eril şiddetin farklı görünümleri. Birine “haklıysa yapabilir” izni vermek, hepsinin önünü açıyor. Bu anlayış değişmeden dünyanın daha iyi bir hale gelmesine imkân yok.

 


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.