Gibi, gibiyim, gibisin!

Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi’nin kaleme aldığı, başrollerini Yiğit ile Kıvanç Kılınç’ın paylaştığı durağan absürt "Gibi" dizisi, gündelik yaşam ile kâğıdı üst üste koyup aradaki açıdan bakıyor.

Google Haberlere Abone ol

Bazı sözcükler vardır, kullanırken tüyden hafiftir, sessiz sedasız anlamı bağlar, göz açıp kapayıncaya ifadeyi ularlar ancak onları kâğıt üstünde görmek biraz şaşırtır insanı. “Nasıl yani” der insan, “bu sözcük nasıl benim işime yarar?” Dahası bu sözcük, baksanıza yahu ne kadar saçma duruyor? Gibi de işte o sözcüklerden… Gibi… Lafa bak hele!

TAMAM GİBİ AMA

Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi’nin kaleme aldığı, yine başrollerini Yiğit ile Kıvanç Kılınç’ın paylaştığı "Gibi" dizisi de gündelik yaşam ile kâğıdı üst üste koyup aradaki açıdan bakıyor, kah ince görüyor kah kör dilenci numarası yapıyor. Gündelik yaşamda pek sık karşılaşamayacağımız olaylar kâğıt üzerinde bir anlam kazanıyor fakat bu kez de bu sahneler çekilip bu diyaloglar kayda geçtiğinde nasıl bir intiba uyandırır sorusu akla geliyor. Feyyaz Yiğit ile Aziz Kedi belli ki senaryosunda yer aldıkları "Ölümlü Dünya"nın başarısından buldukları cesaretle bu riski hesaplayıp kolları sıvamış, “durağan absürt” mizahımızda taze bir soluk aldırmışlar. "Gibi" dizisini “durağan absürt” olarak anmak istiyorum. Temposu düşük, gerilimi yüksek; hayatın içinden ve aynı ölçüde saçma sapan bir anlatı tarzına sahip Exxen platformunun komedisi…

FEYYAZ YİĞİT'İN VE AZİZ KEDİ'NİN MİZAHI

Diğer yandan "Gibi"yi Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi cephesinden değerlendirmek gerekiyor. Aziz Kedi yeni medyanın ruhuna seslenebilen yetenekli mizah yazarlarımızdan. Feyyaz Yiğit ise ablak surat, şaşkın ifade, duraksayan diyalog ile güldürmenin ustaları arasında ve son dönem mizahımızda yetişen önemli isimlerden. Ekşi Sözlük çıkışlı Aziz Kedi gibi Feyyaz Yiğit'in yıldızı da Okan Bayülgen’in programlarında parlamıştı, zamanla bağımsız bir hat kurarak yüzünü (bakışlarını) ve mimiklerini kullanmakta ustalaştı. Yanı sıra yazarlık yeteneğinden faydalanıp adını geniş kitlelere duyurdu ve ana akım güldürüde kendine bir yer edindi. Feyyaz Yiğit şu an bulunduğu yere tırnaklarıyla kazıyarak geldi diyebiliriz. "Gibi" dizisi de Feyyaz Yiğit'in ilk başrolü olarak dikkat çekiyor. Kılınç ile iyi bir ikili olan Feyyaz Yiğit için diziyi sürükleyen unsur dersek abartmış sayılmayız. Her ne kadar afişte iki ismin birlikteliği öne çıkarılsa da "Gibi" Feyyaz Yiğit'in mizahını, hem kâğıdı hem duruşu ile yansıtıyor ve onunla özdeşleşiyor.

"Gibi"nin anlatılabilecek yekpare bir konusu yok. Buna bağlı bir devamlılıktan da söz etmek güç. Yaklaşık yarım saat ile kırk dakika kadar süren bölümlerde yeni maceralar bekliyor seyirciyi. Dizinin iki meziyetinden söz edeceğim. Platform dizilerinde sürenin iyiden iyiye kısaldığı, bilhassa güldürülerin yirmi dakika civarına sabitlenmeye başladığı bir dönemde ortalama üstü süresine karşın kendini izlettiriyor; sıkmıyor, yormuyor. Diğer bir meziyeti ise her bölümün tek başına güldürebilmeyi başarması. "Gibi", olay örgüsü bakımından dinamizmini koruyan ve güçlü metninden aldığı destekle bölüm bölüm ayakta kalabilen yapısıyla nereden başlanırsa başlansın aynı tadı veriyor seyirciye.

NE GİBİ?

Yılmaz (Feyyaz Yiğit) ile İlkkan (Kıvanç Kılınç) aynı evi paylaşan iki arkadaş. Bu arkadaşların tam olarak hangi işle meşgul olduklarını bilemesek de onlar hakkında edindiğimiz kanaat son derece saçma ve boş bir yaşam sürdükleri. Zaten bu boşluk "Gibi"nin esasını da meydana getiriyor. Kahramanlarımız orta karar bir yaşamı saçma sapan mesailerle doldurarak harcıyorlar. Bir bakıyorsunuz talihsizler… Ama o kadar talihsizler ki tehdit, şantaj sonucu seyyar kokoreççi açacak noktaya geliyorlar. Düşünün! Bir bakıyorsunuz gamsızlar. O derece gamsızlar ki ninesini kaybeden arkadaşlarını (Ersoy) önce hamama ardından saçma bir pop şarkı klibine götürmekten çekinmiyorlar. Gerçi arkadaşlarının ninesi de Hollanda’dan Erasmus değişim programıyla gelen bir öğrenci (Lukas) tarafından yeniyor! Bir müsabakada falan yenilmiyor, baya baya yeniyor yani! Yemekten yenmek... Öğrenci yamyam çıkıyor!

Yılmaz ile İlkkan’ın başı dertten kurtulmuyor. Özellikle Yılmaz boş kalmaya görsün kendine hemen bir dert buluveriyor. Bazen uyduruk bir öğretiye kaptırıyor kendini, sahte bir bilgenin ayak işlerine koşturuyor, bazen vatkalı ceket diktirme hayalinin peşinden gidip terzi kapısı aşındırıyor. Bazen de saçma dertler gelip onu buluyor. Mesela Abidin Dayı (Zeki Ocak)… Abidin Dayı’nın nü model olması aile meclisinde şok etkisi yaratıyor. Tüm sülale toplaşıp İstanbul’a, dayıyı vurmaya geliyorlar. Tabii kabak yine Yılmaz’ın başına patlıyor, yine arada o kalıyor. Peki, kan davalılarından kaçan, belinde nefsi müdafaa amacıyla iki tabanca birden taşıyan boyacı abi… Ona ne demeli? Adam bizim kafadarların salonunu zorla maviden yeşile bir renk cümbüşü halinde boyuyor! Yirmi liraya, üstelik boya da ondan! Daha nice saçmalık… Saymakla bitmez!

ABLAK VE ABDAL

"Gibi" dinamizmini biraz da ikilinin uyumsuzluğuna borçlu. Uyumuna değil uyumsuzluğuna… Nasıl derseniz, şöyle izah edeyim. Yılmaz ile İlkkan, karakterleri bağlamında iyi polis-kötü polis oynamıyorlar, Hacivat-Karagöz de sayılmazlar, sembolik bir yük sırtlamıyor, yaşamın sıradan seyrini yansıtıyorlar ve her daim değişime açıklar. Biri bir sıfatın velayetini almıyor; mesela “çok aptal”, “çok sakar”, çok şu - çok bu olmuyor. Bir bölüm Yılmaz sinirliyken başka bir bölümde bu kez İlkkan arkadaşının dikine gidebiliyor.

Ancak esas dinamizm dizinin özüne işleyen saçmanın ikili tarafından paylaşılmasında. Saçmalıklar bir tarafa yüklenmediğinden öteki onu dengeleyici role soyunmuyor, böylece ortada kalan uyumsuzluk öykünün tamamını etkileyebiliyor. Bu dengesiz denge, ablak suratlarıyla ortalıkta dolanan ikiliyi abdallığı aramaya itiyor. Abdallık bildiğimiz üzere bir tür Anadolu bilgeliği/akilliği biçiminde anılabilir. Yılmaz ve İlkkan da kendi doğrularıyla gezinen, sürekli öğrenen, bir yandan ise akşam yediklerini, dün öğrendiklerini sürekli unutan tipler, büyük şehrin amatör abdalları adeta. Üstelik Feyyaz Yiğit’in ablak suratına karşın çoğu zaman aklı selim davranması performansını da bir üst düzeye taşıyor. Feyyaz Yiğit, salak-avanak karikatüründen ziyade serbest saçma muhabbette güzel. Onu doyasıya konuşturacaksın; sözlerini bozacak, unutacak, anlamını boğacak, önce akı savunacak geri dönüp karayı savunacak. Yurdumuz insanını ortaya koyacak.

BİZİM GİBİ, OLDUĞU GİBİ

Biz Feyyaz Yiğit'e bize benzediği için gülmüyor muyuz? Klişe tabirle “bizi bize anlattığından” hani… Bizim gibi kulağını ters gösterdiğinden, sandalyesini masaya çekmektense masayı yerinden oynattığından. Bizim gibi saçmayı arayıp bulduğundan, hayatımızın bir parçası olan kutu kolayı ilginç bir benzetmeye alet edebildiğinden söz gelimi… Feyyaz Yiğit'in bakışının yanı sıra duruşu, giyim kuşamı da bizi kendine çekiyor. Jakarlı yün kazaklar giyiyor Feyyaz Yiğit, üzerine de bir siyah kadife mont. Tamam! İddialı bir imajı yok. Nasıl görünüyorsa öyle. Feyyaz Yiğit, Yılmaz karakterini ete kemiğe bürürken olduğu gibi görünme meselesini hayatının her kademesine uyarlıyor. Kendinden emin ancak her an yıkılacakmış duruşuna yabancı değiliz. Biz de kan kusup kızılcık şerbeti içtik demez miyiz? Biz de kuyruğu dik tutmaz mıyız?

DURAĞAN ABSÜRT YA DA SİYASETİN YERİ HAYAT MI YANİ KARDEŞİM!

Yazının girişinde de değindim, "Gibi" gibi yapımları (böyle de bir tuhaf oluyor!) durağan absürt biçiminde anabiliriz. Hayatın içinden, yüksek bir tempoyu göze sokmadan, -futbol sahası üzerinden yorumlarsak- karambol anlarından, kalecinin kontrpiyede kaldığı durumlardan, saçma sapan hakem kararlarından seçip işliyor malzemesini. Haliyle hayatın siyaseti de karışıyor diziye. Nü model olmak için soyunan dayı öyle bir aile baskısına uğruyor ki Yılmaz’ın akrabalarına tepkisi yer yer absürt çizgiden kayıp içinde yaşadığımız siyasal koşullara yönelik bir itiraz halini alıyor. Yine aynı bölümde Yılmaz’ın yengesinin resim öğrencilerine “zengin piçleri” demesi de ülkede sanata nasıl bakıldığının, örgütsüz ve bilinçsiz bir sınıfsal öfkenin nasıl hedef şaşırdığının özeti sayılabilir.

Yılmaz karakteri, bir bölümde hurafelere savaş açarken bir bölümde aşı karşıtı olabiliyor fakat her halükarda cehalet ile tatlı sert bir sürtüşmeyi taşıyor ekranlara. “Karanlık güç” temalı bölümde toplumun beklenmedik ve bilinmez bir olay karşısında gösterdiği reaksiyon pandemi sınavımızı da anımsatıyor. Her kafadan bir ses çıktığı, şarlatanların bulduğu her fırsatı değerlendirdiği bir süreç... Yahut aşı karşıtı propaganda yapılan sahnede Yılmaz mikrobiyoloğa “oku bak, bunları öğren” diyebiliyor. Her öykünün aynı ölçüde politik olmadığını fakat dizi geneline baktığımızda yaşamın içinden bir siyasetin bizi karşıladığını söyleyebiliriz.

OLMAMIŞ GİBİ Mİ? NEDİR ABİ MESELE?

Dizinin “Gibi” adını taşıması, genç kuşağın lakayt söylemi çerçevesinde bir anlam kazanıyor. Gibi… Her şeye uyuyor, her duygu kırıntısı, her düşünce parçası… Gibi işte… Tam değilse bile yarım ile çeyreğin, bazen üç çeyreğin (“kokariç” olanı değil tabi!) arasında… Gibi… Kendinden ve kimseden emin olamamak hali… Belki bir çeşit tamamlanmamışlık, onaylanmamışlık… Bir takdir görmemişlik yahut hoş görülmemişlik. Öte yandan oturmamışlık, tarihe ve kültüre karışmamışlık, henüz nostalji kıvamına gelmemişlik formu… "Gibi"deki durağan dinamizmi de bu bağlamda ele almak isabet olacaktır. Dizi kültürel bir çatışmanın ürünü, kuşaklar arası bir geçiş döneminin tezahürü ve hareket halinde. Yılmaz ile İlkkan’ın paslaşmalarını böyle değerlendirebileceğimizi düşünüyorum.

Son olarak mizahımızın gücüne ve çeşitliliğine vurgu yapmak istiyorum. Doğrusu biz komedi işini kotarıyoruz. Gülmeyi, güldürmeyi seviyoruz. Platformlardaki komedi yapımları da giderek artıyor, çeşitleniyor. Bu kesinlikle iyiye işaret! Mizah her ne kadar yerel-evrensel ikiliğini derinden yaşatan, bıçak sırtı bir saha olsa bile mizah yazarlarımız salt gözleme sıkışmayarak kendi bakışlarını da metinlere kurucu unsur namına yerleştirip kendi özgün açılarını yakalayabiliyorlar. "Gibi" de özgün ve hoş bir güldürü… (Nasıl bitirsek? “Güldürme garantili” mi desek? Öyle de çok… Ne bileyim…)