YAZARLAR

Gidecek başka ülke, vazgeçilecek ideoloji ve değiştirilecek karakter yok

Aslında Erdoğan için seçim henüz tamamlanmadı. Şimdi gözünü, on ay sonra yapılacak yerel seçimlere mutlaka dikmek zorunda. Hem var olan belediyelerini korumak hem de İstanbul (özellikle) ve Ankara’yı geri almak için. Bunun için “aynı ortaklara” ihtiyacı var. Yeter mi? Karşı taraf dağılırsa, artar bile.

Ve RTE üçüncü kez bu ülkenin cumhurbaşkanı oldu, bir 5 yıl daha. Üstelik bu 5 yıl, ülke tarihinin (şimdiye kadar) gördüğü en gerici/faşist ortaklarıyla birlikte. (1) Bahçeli’nin yanına Oğan eklendi. Destici’nin yanına, aşı olan çocuklarda kuyruk çıkartan Erbakan. HÜDA PAR’ın muadili bulunamaz, onun misyonu “özel”. Belki de içlerinde en saftiriği Önder Aksakal. (2) Ama temsil ettiği, hepsinin ortak değeri; iktidar için her şey mubah!

Tamam biliyoruz, adil bir seçim olsaydı kazanamazdı! Sandık güvenliği muntazam olsa, devlet olanakları tek taraflı kullanılmasa ve özellikle yalan üzerinden karşı propaganda kurulmasa…

Ancak 21 yıllık bir iktidar karşısında; değişim talebi, ekonomik çöküşe isyan etme talebi, deprem sorumluluğunu üstlendirme talebi, emeğin en yüce değer olması, sömürünün yok edilmesi talebi ve her şeyden önemlisi “ortak bir gelecek” talebi yüzde 70’e taşınamıyorsa zaten kaybedilmiş değil midir seçim?

Neyse! Gidecek başka bir ülke, vazgeçilecek ideoloji ve değiştirilecek karakter yok. Mücadeleye devam!

***

Bundan sonra ne olacak?

İlk önce belirtmek gerekir ki erken seçim falan beklemesin kimse. Hatırlanacak olursa bir öncekinde daha bir yıl dolmadan “erken seçim” tespitleri, beklentileri dolduruvermişti ortalığı. Bahçeli’nin “Önümüzdeki günlerde çok şey değişecektir, her şey değişecektir. Öyle gözüküyor. İnşallah Türkiye değişmez” ifadesi örneğin, krizin başladığının göstergesi mi? Elbette hayır, klasik MHP taktiği ile “istediklerini almak” için bir blöf. Aslında Erdoğan’ın en zayıf yönünü, en iyi bilen o.

Seçimi kazanan Erdoğan ama kazandıranlar MHP, HÜDA PAR, Erbakan, Aksakal ve kuşkusuz Oğan. Tarikatları, cemaatleri unutmayalım. Erdoğan’ın ilk işi vebal ödemek olacak. Yardımcılık, bakanlık, genel müdürlük, YK üyelikleri falan. Ve ihaleler ve örtülü ihaleler. Artık kim ne koparırsa. Buradan çıkarılacak sonuç, Erdoğan’ın iktidarının kırılgan olacağı olmamalı. Çünkü “paylaştırmayı” ve “bölüştürmeyi” İBB Başkanlığından beri çok iyi yapıyor.

Aslında Erdoğan için seçim henüz tamamlanmadı. Şimdi gözünü, on ay sonra yapılacak yerel seçimlere mutlaka dikmek zorunda. Hem var olan belediyelerini korumak hem de İstanbul (özellikle) ve Ankara’yı geri almak için. Bunun için “aynı ortaklara” ihtiyacı var. Yeter mi? Karşı taraf dağılırsa, artar bile. Hatta dağılmasına bile gerek yok, karşı taraf görüntülü birkaç “ince”lik yeterli olacaktır.

Yerel seçimleri kazanma taktiği Batı’da başka, Kürt illerinden başka uygulanacaktır. Erdoğan’ın HÜDA PAR hamlesi önümüzdeki dönem farklı işlevler öngörülerek yapılmış olmalı. HÜDA PAR’a sağlanan “siyasi olanaklar”, ekonomik/sosyal olanaklarla geliştirilip Kürt illerinde sonuç alınmaya çalışılacaktır. İlk ürünleri de yerel seçimlerde beklenir.

Kısacası “herkes” Erdoğan’ın yanlış yapmasını bekleyecek! Yapar mı? O hep yapıyor da değerlendiren yok…

***

Bundan sonra ne olacak?

Daha doğrusu bundan sonra muhalefet ne olacak? Seçimden önce, herkesin dillendirdiği, eğer kaybedilirse muhalefetin bir bütün olarak iç hesaplaşma yaşayacağı idi. Ki eşyanın doğası gereği böyle olması gerekir. Ancak siyaset bu, erbapları taşları önceden döşüyor, döşemeyenler de siyasetin “çare tükenmezinden” medet umuyor. Babacan, Davutoğlu ve Karamollaoğlu ustalıklı bir manevra ile partilerini Meclis’e soktular. Kişisel ikballerini bir nebze kurtardılar. Kırk yıllık kurt asena Akşener de parti kongresini (çok önceden) Hazirana alarak parti içi muhalefetin toparlanmasına zaman bırakmadan koltuğunu koruyacak. (3)

Pekiyi ya CHP, pekiyi ya Kılıçdaroğlu? Onlar şerbetli değil mi? Nice yenilgiler nice başarısızlıklar yaşadılar ama hiçbirine bir şey olmadı! Bu sefer de yırtarlar mı? Ne yazık ki öyle görünüyor!

Bir işe yaramayacak olsa da söylemek gerek!

-Bu sürece yön veren, akıl veren tüm kadrolar (özeleştiri vermelerine bile zaman harcanmadan) derhal kenara çekilmelidir. Yeni öne çıkacak olanlar; ismiyle, delege gücüyle ya da medya pohpohlamasıyla değil, politik programını (farkını) ortaya koymalıdır.

-Son 20 yılda çok daha fazla yaygınlaştırılan toplumsal gericileşmeyi değişmez/değiştirilemez bir olgu olarak kabul eden anlayış tasfiye edilmeli, sağcılaşmayı/sağcıları kapsayarak iktidar olunabileceği tercihinden vaz geçilmelidir.

-Milliyetçiliğe karşı eşit yurttaşlığın, dini gericiliğe karşı siyasal ve toplumsal laikliğin mücadelesini göğüs göğüse vermeyen (evrensel) bir sosyal-demokrasinin adı var, kendisi yoktur. Bu mücadelenin örgütlenmesi yeni kadroları çıkartabilir ancak.

-Tüm bileşenleri ile yeni bir işçi sınıfı politikası (ve örgütlenme araçları) oluşturulması kaçınılmazdır. Yıllardır kadınların özgürlük mücadelesini sürdüren öznelerin, örgütlerin partide etkin, belirleyici olmaları sağlanmalıdır. Ve üniversite gençliğinin talepleri, hakları üzerinden yeni bir üniversite hareketi oluşturulmasına katkı verilmelidir.

-Ve kaçınılmaz olarak Kürt halkıyla, onun siyasi temsilcileri ile ortak bir “masa” kurulmalı ve ortak mücadele programı oluşturulmalıdır. Utanmadan, saklamadan, gizlemeden ve samimi olarak. (Hayali bile güzel; Selahattin Demirtaş’ı CHP’nin Genel Başkanı yapsınlar) (4)

Bu prensipler ciddiye alınır mı? Elbette alınmaz. Olacak olan ise aynı hamamda aynı taslarla “yıkandığını” pazarlayan bir grup köhnemiş politikacının siyasi rant dövüşü.

Yeni bir sosyal-demokrat parti sahneye çıkar mı? Şimdiye kadar bir tek İlhan Cihaner’den “atak” geldi. O da “Gelecek İçin Biz” adresinden partiye bir çağrı ile yetindi. Bu kadar başarısız ve köhnemiş bir yönetime isyan bayrağı açan orta kademelerin olmaması da başka bir ilginçlik!

***

Sol elim acemi elim!

Aslında hiç de acemi değil, neler gördü geçirdi. Basiretsiz elim! (5)

Seçim sürecinin kuşkusuz en çarpıcı gelişmesi TİP’in ayrı liste olarak seçime girmesi oldu. Bu tercih, seçim sonucunda ise yüzde 1.5’lara ulaşan bir oy ve 4 vekillik sağladı. Kuşkusuz bu bir başarı. Bu ülkedeki solcuların önüne, “başarılabilecek bir iddia” konduğunda nelerin kazanılabileceğini gösteriyor. Ama yarattığı sonuçların tamamının başarılı olduğunu söylemek güç.

İlk olarak, Kürt halkı ile Batı’daki solcular arasındaki mesafeyi “ne yazık ki” açtı. Belki süreç, her iki taraf açısından da daha iyi yönetilebilse “hasar” daha az olabilirdi. Şimdi herkese çok daha fazla “iş” düşüyor.

İkincisi ise Kılıçdaroğlu’na daha adaylığı bile belirlenmemişken verilen destek; “İkinci turda oy vereceğimiz adaya neden ilk turda vermeyelim”. Kuşkusuz bu tercih, TİP’in CHP seçmeninden oy almasını sağlamak amaçlıydı ve sağladı da. Ancak seçimin ikinci tura kalacağı öngörüsü ile hareket edilseydi ve YSP ile ve elbette diğer tüm solu da gözeterek ortak bir aday çıkarılsaydı, ülke siyasetine etkisi çok farklı olurdu. Bunu hep birlikte İnce, Oğan ve Özdağ ile deneyimledik.

Seçim sonucuna bakarak YSP’nin başarısı sayılacak bir sayısal veri bulmak güç. Yüzde 15 hedefinin ısrarla söylenmesi hayal kırıklığını daha da büyüttü. Hiçbir partiyle kıyaslanamayacak zorluklara, baskıya maruz kaldığı elbette çok açık. Ancak bu sonuç pekâlâ öngörülebilir ve giderilebilirdi. Üstelik anlıyoruz ki (aslında herkes farkındaydı) Demirtaş çok önceden hem uyarılarda hem de önerilerde bulunmuş. Umalım da Demirtaş’ın “aktif siyasetten çekilme” hamlesi bir küskünlükle ya da bir yok sayılmayla sonuçlanmasın. Bu “şok etkisi” olumlu sonuçlar yaratsın.

Şimdi ise hem Saray’ın hem HÜDA PAR’ın hem de “ne yazık ki” tutucu seçmenin baskısı altında içe kapanma, bölgeye dönme zorunluluğu ile karşı karşıya bırakacak.

Bir de yıllar geçse de politik zemin değişse de toplumsal dinamikler farklılaşsa da kendisi değişmeyen ve asla ama asla eskimeyen “solumuz” mevcut. Ama şimdi “işleri”(miz) çok daha zor. Ve değişim hem içeriden hem de dışarıdan zorluyor. (6)

Gezi İsyanı’nı siyasi bir düzeye sıçratamayan sol için; yeni bir dönem, yeni bir yapılanma şimdi kaçınılmaz bir biçimde önümüze kondu. Belki de doğrudur; “her şerde bir hayır” vardır.

Not: Yazı daha da uzayacaktı ancak nasıl olsa her hafta yazılması gereken bir köşe var artık. Bol bol değerlendirir, ortak katkıları üretime ekleriz.


1) Daha korkuncu ne mi olur? Menzil’in, İsmailağa’nın siyasi parti kurup seçilme barajını aşmaları olur.
2) Ecevitler, ters dönmüştür yattıkları yerde. Demek ki miras; biriktirenin değil, harcayanın işine yarıyor.
3) Medyadaki Akşener destekçileri çoktan işbaşı yapmış durumda zaten. Ersan Şen, Kübra Par gibiler doğrudan destek açıklamasalar da Akşener’in BB’leri önermekle ve masadan kalkmakla doğru yaptığını ancak yalnız bırakıldığını propaganda ediyorlar.
4) Ümit Özdağ ile yaptıkları anlaşmaya rağmen milyonlarca Kürt seçmen sadece Demirtaş cezaevinden çıkarılacak diye KK’ya oy vermedi mi? Ayrıca Demirtaş, CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması tutumundan dolayı yedi yıldır içerde değil mi? En azından borcunu öder.
5) Basiret; doğru görüş, uyanıklık.
6) EMEK Partisi (eski) Genel Başkanı Ercüment Akdeniz’in istifa gerekçeleri ve karşı değerlendirme önemli “ipuçları” oluşturdu. Ve biliyoruz ki bu durum neredeyse her sol yapıda benzer özellikler taşıyor.


Yavuz Halat Kimdir?

Erzurum İspir’li. İstanbul Samatya’da büyüdü. İlkokuldan sonra iki yıl Darüşşafaka’da yatılı idi. “Ne Yapmalı”yı orada okudu. Maçka Endüstri Meslek Lisesi Elektronik Bölümü’nden 1984’te mezun oldu. Aynı yıl Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği’ne girdi. Yıldız Rektörlük İşgali'nde 'işgalciler'den biriydi, bir süre cezaevinde yattı. Eğer bir başlangıç tarihi gerekir ise 14 Nisan 1987’den beri “solculuk” yapıyor.