Giordano Bruno ile direnen özgürlük tutkusu
Ve o sıra birçok yerde Bruno’nun düşünceleri paylaşılmaktadır, Paris’te olduğu günlerde ders verdiği Sorbonne üniversitesindeki öğrenciler, “Biz özgür felsefe istiyoruz, özgür bilimsel araştırma… Düşüncenin ve bilimin herhangi bir dinden, sivil ya da akademik otoriteden bağımsız, özgür olmasını istiyoruz…” diyerek ayaklanmıştır.
"Ölümümü bildirirken benden daha çok korkuyorsunuz.” Yakılarak ölüm kararını açıklayan Engizisyon yargıcına, 1600 yılının Şubat ayında Giordano Bruno böyle söyleyecektir. Artık aramızda olmayan sevgili dostum Erhan Gökgücü de yazdığı ve sahnelediği oyunu “Giordano Bruno”da* ‘insan olma erdemliğinin en önemli koşulu ve hakkı’ olan özgürlüğe/düşünce özgürlüğüne bağlılığını Bruno yardımıyla söylemişti.
Önümde Erhan Gökgücü’nün daktilosundan çıkmış, üzerinde düzeltmeleri olan “Giordano Bruno” oyunu duruyor.
Bruno’nun kitaplaşan ve Orta Çağ Avrupasını etkileyen düşünceleri, savaşımı, Engizisyonun sekiz yıl boyunca işkencesine uğrayıp 17 Şubat 1600 yılında Roma’da yakılışını özgün bir kurguyla anlatıyordu. Oyun, daha ilk sahnelenişinde Gökgücü'ne yazar ve yönetmen olarak 'Aziz Nesin Ödülü' kazandırmıştı…
Erhan Gökgücü’yü Devlet Tiyatrosu’nda olduğu İzmir günlerinde tanımıştım. Birkaç arkadaş ile kurduğumuz, benim Sinematek sorumluluğunu aldığım kültür-sanat derneğinde tiyatro atölyesini yönetmiş ve belki amatör tiyatrocularla gerçekleştirdiği “Saloz’un Mavalı” oyunu hazırlığı ileride yazacağı “Reji Sanatı” kitabının notları için deneyim olmuştu:
“Bir orkestra için şef ne denli önemli ve anlamlı ise bir tiyatro olgusu için de rejisör aynı anlamı ve önemi taşır. Hatta daha da fazla…”
Rejisörün ‘anlam ve önemiyle’ ne demek istediğini oyunu yorulmaksızın hazırlarken görmüştüm. Peter Weiss’in yazdığı, “Saloz’un Mavalı”nı o seçmişti, oyun Portekiz’de 1932 yılında iktidara gelen Antonio Salazar’ın bir faşist diktatöre dönüşmesini anlatırken Angola ve Mozambik gibi ülkelerdeki sömürgeciliği/ezenle ezilen ilişkisini de işliyordu, Can Yücel çevirisi de oyunu benzetmeleri ve deyimleriyle Anadolu coğrafyasına getirmişti.
Oyunun şu sözlerindeki “elmas” yerine bugün de “altını” koymak yeterli:
“yaşasın elmaslar! değil mi?
tekelleri ve sizleri yaşatmak için!
ve sizleri yaşatan elmasları çıkartmak için!
kahrolsun, ölsün, değil mi,
24.000 zenci
24.000 angaryalı işçi,
24.000 zavallı insan…
sürüne sürüne ölsün, değil mi,
lunda ve luanda madenlerinde,
ayda 150 kâğıt kazanmak için!”
“Saloz’un Mavalı” 12 Eylül faşist darbesinin ve yaşadığımız bugünlerin çok uzakta olmadığını haber veriyordu. Belki Erhan Gökgücü’ne “Saloz’un Mavalı” aynı zamanda oyundaki “biz şimdiye dek yutturmaca öğretiye inandık, her işin başında tanrı, aile ve vatan diyen…” sesini de işitebileceğimiz Giordano Bruno’nun yaşamını o günlerde araştırmaya, öğrenmeye götürmüştü… Ve Giordano Bruno oyununa koronun antik Yunan tiyatrosunda rastlandığınca bölüm aralarında şarkılar söylemesi gibi, şarkılar koymuştu.
Işığa koşar pervane
Bilmez yanacağını
Engel mi insana acılar
Bilirse aydınlığa kavuşacağını
Ve sahnede dramatik yanılsamadan kaçmayı öne alan Brehtçi anlatım biçimiyle oyununu yazmıştı. O aymaz Prof.’lardan biri “ - İkna edemediniz Bay Bruno. Hele tanrının içimizde ve evrenin her varlığının içinde olduğuna dair teziniz… Bu tezinizi kabul edersek tanrıyı bir enerji olarak, yalnızca bir enerji olarak düşünmenize götürür bizi …” dediğinde Bruno yanıt verir:
“- Akıl yoluyla, özgür bir akıl yoluyla düşünmeyi becerebilirseniz düşüncelerime hemen olmaz demiyeceksiniz.”
Belki ne oyun ne de Gian Maria Volonté’nin başrol aldığı Giuliano Montaldo'nun yönettiği “Giordano Bruno” filminde yer almasa da şu sözü yanıt olarak eklenebilir:
“Sınırsız mekandaki sonsuz maddeler bir bütünlük içindedir. Dünya sonsuz gezegenler ve yıldızlardan sadece biridir ve hiçbir ayrıcalığı yoktur. Uzay yaratılmamıştır ve hiçbir şey değişmez değildir.”
Bruno, dinsizlik ile suçlandığı için Paris’ten Londra, Zürih, Venedik’e sürgün olarak yaşamıştı. Kitaplarına engel olunmayacağı sözünü veren aristokrat Mocenigo’nun Venedik daveti sonrası, ancak onun yalan suçlamalarıyla önce Venedik, sonra Roma’da Engizisyon karşısına çıkacaktır.
Filmde halktan biri “Bir adam özgürse, burada, Venedik’te özgür adam olarak yaşar. Bu doğru, fakat bir adam özgürlüğün olmadığı bir yere gönderildiyse, orada da özgürlük yok demektir.” diyecektir. Ve o sıra bir çok yerde Bruno’nun düşünceleri paylaşılmaktadır, Paris’te olduğu günlerde ders verdiği Sorbonne üniversitesindeki öğrenciler, “Biz özgür felsefe istiyoruz, özgür bilimsel araştırma… Düşüncenin ve bilimin herhangi bir dinden, sivil ya da akademik otoriteden bağımsız, özgür olmasını istiyoruz…” diyerek ayaklanmıştır.
“- Sandalyeler bilgiyi arayan adamlara verilmeli, dogmacılara değil.”
“- Sıralar bilimi seven herkese açık olmalı. Gerçekten özgür bir öğreti, emek ve düşüncenin eşit bir şekilde onurlandırıldığı bir toplumda mümkündür. Ancak bu yolla 'yeni insan' doğabilir.”
Roma’da Kilise Bruno’yu Engizisyon mahkemesine çıkarmaya kararlıdır, gerekçe açıktır: “… Kitaplarında dine karşı görüşler var.”
Bruno: “- Bir filozof olduğum savındayım, teolog değil. Her zaman ahlak, felsefe ve bilime ilgi duydum, dine değil…”
Bruno’nun “manastır ve rahiplerin halktan gelir sağlamamasını ya da rahiplerin evlenmesini istemesi görüşleri -çünkü doğanın en güzel armağanı günah sayılmıştır- Kiliseyi, Vatikanı fazlaca rahatsız etmiştir.
"Şöyle yazmışsın: Hiç bir din iyi değil, çünkü her biri bir güç aracı ve insanların katline, kanlı savaşlara sürüklüyor.”
Filmde, Kilise’nin temsilcileri “halkın gözü önünde yakılmalarını emrediyoruz” açıklamasını okuduğunda Bruno, “Siz benden daha çok korkuyorsunuz…” yanıtını verecektir.
Campo dei Fiori’ye (Çiçekçiler Meydanı) yakılmak için götürülürken yol boyunca toplanan halka seslenememesi için yüzüne demir maske geçirilir - filmdeki sahnede kancalı çivili bir tıkaç vardır-.
Oyun, 1919’da bir genç çift ve Roma’da karşılaştıkları park bakıcısının yer aldığı ‘sonsöz’ gibi düşünülebilecek sahne ile biter ve yazar şu notu da düşer:
“Anıtı dikildi Bruno’nun/Haziran 1889 da/ Yakıldığı alanda”… (Tam İtalyancası: “Geleceklerini öngördüğü kuşaklardan Bruno'ya! İşte tam burada, odun yığınının ateşe verildiği yerde…”)
Bu notun anlamı vardır, park bakıcının babası, heykel sanatçısı Ettore Ferrari’nin yaptığı Bruno anıtının kabartmalarını oyan taş ustasıdır. Bakıcı da, küçük yaşta olmasına karşın babasına yardım etmiştir.
Genç Kadın: “- Ne anlatıyor bu kabartma?”
Park Bakıcısı: “ - Giordino Bruno Engizisyonda…Duymadınız mı hiç?” (Kabartmaların üzerine yazılar yazılmıştır. Bakıcı elindeki bezle) …şunu sileyim konuşuruz.”
Genç Kadın: “- Yazı yazılmış, kim yazdı?”
Park Bakıcısı: “- Kara gömlekli iki zıpçıktı. Bağırınca kaçtılar. Ben de gidip benzin aldım.” (Siler)
Genç Erkek: “- Çok seviyor olmalısınız bu anıtı. Yapımında babanız ve siz çalıştınız diye mi?”
Park Bakıcısı: “- Hayır, Ne zaman bunalsam, bir derdim olsa, bu anıtın karşısında oturur, düşünürüm…”
Genç Kadın: “- Aa! Neden?”
Park Bakıcısı: “- Bu adam inançları uğruna sekiz yıl engizisyonun işkencelerine dayanmış kızım.”
Genç Erkek: “- Doğru ya! Sekiz yıl dayanmış, yine de boyun eğmemiş. Sonunda yakmışlar. Neydi derdi?”
Park Bakıcısı: (Bozulur) “- Özgürlük.”
Şubat ayını geçtik. Mart ayı içindeyiz, Bruno 424 yıl önce haber vermişti, “… Özgürlük yasaklayıcı günler, 12 Mart 1971 darbesi yaklaşıyor!”
* Giordano Bruno oyunu dışında Erhan Gökgücü’nün yazdığı “Memleketim Menleketim" oyununda Tan Matbaası'nın 1945'te gericilerce yakılışı, Promete'de 1940'ta Köy Enstitüleri'nin kuruluşu ve yok edilişi, Ramazan'la Cülide’de mafya- devlet sarmalı, İki Kalas Bir Heves’te sansür ve baskı mekanizması, Gerçek Kurbanın Acısı’nda askeri darbe dönemlerindeki idamların ardında bıraktığı izler, Prof. Nebulus ya da Bilimin Tehlikesi'nde ise egemen güçlerle yalanın ilişkisi işlenir.” (http://erhangokgucu.org.tr)