Giresun mu, girmeysun mu?
Ordu ve Trabzon arasında sıkışıp kalmış, yatırımlardan da pek nasiplenmemiş bir kent Giresun... Fındığı meşhur, meşhur olmasına da hep bir atılım hayali var bu şehirdekilerin. Kimisine göre 'her şey eksik olduğu ama hiçbir şey lazım olmadığı', kimisine göre de 'uzaktayken özlenen, içindeyken kafayı yediren' memleket Giresun...
Thabai Kralı Athamanas’ın, Nefele adlı karısından iki erkek çocuğu olur. Sonraki yıllarda ikinci kez evlenen Kral, çocuklarını kurban ederse ülkesinin kıtlıktan kurtulacağına inandırılır. Bunu öğrenen anne Nefele, çocuklarını bulut ve buğuya sararak uçan altın posta bindirir ve onları Karadeniz’e doğru gönderir. Çocuklardan biri, Çanakkale Boğazı’nda fırtınaya tutularak ölür; diğeri, yoluna devam eder ve mitolojik kişilerce Çanakkale Boğazı ile Kafkasya arasında bir yere saklanır. Herakles döneminde aralarında Güç Tanrısı Herkül’ün de bulunduğu bir grup yiğit, altın postu ele geçirmek amacıyla Karadeniz’e açılır. Bir sürü serüven yaşadıktan sonra, altın postun orada olduğuna inandıkları Aretias Adası’na gelirler. Ancak adada onları ejderha yapılı kuşlar karşılar. Herkül’ün daha önce Stymphales Gölü çevresinden kovduğu kuşlar buraya yerleşmiştir. Kuşlar, tüylerini ok gibi fırlatarak saldırıya geçer. Argonautlar kalkanlarıyla kendilerini korumaya çalışsa da bir arkadaşlarını yitirirler. Sonunda kuşları öldürür ve altın postu aramaya koyulurlar. Bulamayınca da adayı lanetleyerek ayrılırlar.
AMAZONLARIN DA YAŞADIĞI ARETIAS
İşte bu ada, Giresun’un açıklarında bulunuyor. Hatta 1984 yılında Kaptan Tim Severin yönetimindeki araştırma ekibi, Herkül ve arkadaşlarının bu efsanevi yolculuğunu tekrar canlandırmak için Argo gemisinin aynısını hiç çivi kullanmadan yaptırmış ve kürek çekerek Giresun (Aretias) Adası’na gelmişler. Amazonların da yaşadığına ve çiftleşmek istedikleri erkekleri götürüp sonrasında öldürdüklerine inanılan, hakkında birçok efsane bulunuyor. Doğal güzellikleriyle gerçekten büyüleyici bir yer... Kıyıdan 1.6 kilometre açıkta ve kırk bin metrekare alana sahip... Göçmen kuşların da uğrak yeri olan adaya günübirlik seferler düzenleniyor. Giresunlular, adanın turizme açılmasıyla kirlenmesi ihtimalinden ve kuşların özellikle yumurtlama dönemindeki gürültüden endişe duyuyor. Savaş Tanrısı Ares adına yapılan tapınak kalıntılarının, surların, tarihî fıçıların olduğu ada, Doğu Karadeniz’de Antik Çağ’da ve Orta Çağ’da yerleşime sahne olmuş tek ada... Yalnız Giresunlular da (Valilik sayfası dâhil) bu adanın Karadeniz’deki tek ada olduğunu iddia ediyor ama onlara kötü bir haberim var: Kocaeli açıklarında bir de Kefken Adası var!
'HER ŞEY EKSİK, HİÇBİR ŞEY LAZIM DEĞİL'
Doğu Karadeniz’de yer alan Giresun, iki büyük şehir Ordu ve Trabzon arasında sıkışmış durumda ve yatırımlardan da pek nasiplenmemiş. Diğer komşuları ise Sivas, Gümüşhane, Erzincan... Kent merkezi denize doğru uzanan bir yarımada üzerinde kurulmuş. Düşünüyorum da çocukken haberlerde yol çalışmaları ile ilgili bilgiler verilirdi ve Giresun’un adını bazen bu bültenlerde duyardık: “Giresun ve Şebinkarahisar yolunun bilmem neresinde yol yapım ve bakım çalışmaları devam etmektedir.”
Her Anadolu şehri gibi Giresun’da da hep bir atılım hayalleri var. Belli periyotlarla insanlar arasında “Belediye buraları yıkıp baştan yapacakmış. İsviçre köyleri gibi olacakmış.” gibi sohbetler dönse de bunun hiçbir gerçekliğinin olmadığını yaşayarak tecrübe ediyorlar maalesef. Bir Giresunlu memleketi için bakın ne diyor: “Her şeyin eksik olduğu, buna rağmen hiçbir şeyin lazım olmadığı yer...”
ALAMANCI DEĞİL, AMERİKANCI
“Uzaktayken özlediğim, içindeyken kafayı yediğim memleketim.” diyen de var Giresun için. İşte bu cümle bizi göç konusuna getiriyor. Sektörel bazda istihdam oranlarına baktığımızda sanayi sektörünün istihdam oranı, tarım ve turizmden sonra üçüncü sırada geliyor. Bakın direkt Giresun Valiliği’nin internet sayfasından aktarıyorum: “İlin sanayisi genel olarak tarıma dayalı olup kapasite kullanım oranı ve ihracat potansiyeli düşük, uluslararası ticarette finansal ve teknik anlamda yetersizlik olup düşük ve orta düşük sanayi yapısına sahiptir.”
E bir de miras yoluyla fındık bahçeleri git gide küçülünce insanlar, iş bulmak ve standartlarını bir adım öteye taşımak için tek kurtuluş yolunu büyük şehirlere göç etmekte bulmuş. Karadeniz illerinden İstanbul’a en çok göç bu şehirden yaşanmış. Bir de enteresandır Türkiye’de gurbet deyince “Alamancılar” akla gelse de Giresun’da bu deyim “Amerikancı” olarak karşımıza çıkıyor. Mesela Yağlıdere ilçesinin yüzde doksanı Amerika’ya göç etmiş. Herkesin bir akrabası kesin Amerika’da yaşıyor. Yağlıderelilerin macerasını merak edenler “Amerika’ya Göç Eden Yağlıdere’lilerin Girişimcilik Özelliklerinin Araştırılması” isimli makaleye göz atabilir.
UMUDUN BİTTİĞİ YERDE FINDIK BAŞLAR
Göç edip de gittikleri yerde “Şöyle güzel bir fırtına kopsa da güzelce uyusam” hayalleri kuran bu gurbetçilerin çok büyük bir bölümü her yaz memleketlerine geri dönüyor. Yaz, aynı zamanda “fındık zamanı” demek Giresun’da... Fındığı toplamak gerçekten çok zor bir iş... Hani küçükken okullarda öğrencilere fındık dağıtılırdı ya (hâlen dağıtılıyor mu bilmiyorum) işte onlar sıramıza gelene kadar ne emekler veriliyormuş da haberimiz yokmuş. Gerçi o zamanlar hiçbir şeyden haberimiz yokmuş. Ben Türkiye’yi dünyanın en zengin ülkesi sanıyordum mesela! E haksız mıyım, kitaplara bakarsak Türkiye’de her şey yetişiyor, her maden var, doğal güzellik desen var, tarih desen var!
Okul demişken bir de Giresunlu gençleri düşünün. Okullar kapanmış, içiniz kıpır kıpır ve kendinizi sahillere atmak istiyorsunuz ama hiç şansınız yok. Çünkü “fakirler uyanır, zenginler güne başlar, Giresunlular bahçeye gider”. İşte o avuç avuç yediğimiz fındıklar, toplanmak zorunda... Gerçi kuruyemiş artık çok pahalı, ben hepsini tek tek yiyorum.
'BAÇCEYİ GURTARDIIZ MI HERİ?'
Özellikle temmuz ve ağustos aylarında doğal olarak ilin nüfusu neredeyse üç kat artıyor. İnsanlar arasındaki en önemli muhabbet doğal olarak fındık; herkes birbirine “Baçceyi gurtardıız mı heri?” diye soruyor. Her sene verilen fındık fiyatı da kimseyi memnun etmiyor. Bir de Adile Naşit ve Münir Özkül arasındaki sirke-limon kavgasına benzer Giresun-Ordu rekabeti var ki evlere şenlik! Her ikisi de “fındığın başkenti” olduğunu iddia ediyor ve birbirinden pek hazzetmiyor. Şu ilginç efsaneyi de anlatıp fındık konusunu kapatacağım:
Seyyid Vakkas, yıllar yıllar önce Giresun’u almak için Karadeniz’e açılır ama bir gemiyle değil, fındık kabuğuyla! Hem yalnız da değil, askerleri de var. Denizleri aşmış, Giresun’a gelmiş. Peki, emrindeki askerler ne yemiş ne içmiş? Günlerce sadece ve sadece bir fındık içi!
GİRESUN, ÇIKAYSUN
Gelelim şive mevzusuna... Birçok komşusu gibi orada da “k” yerine genelde “g” harfi kullanılıyor desek yalan olmaz. Ama şunu belirteyim Giresun, Laz şehri değil. Giresunluların Trabzon ya da Rize gibi bir şiveyle konuştuğunu sanıyorsanız fena hâlde yanılıyorsunuz. Belki de isminden dolayı yapılan espriler böyle düşünülmesine sebep oluyordur, bilemiyorum. Sonuçta Giresun, girmek fiilinin Karadeniz şivesiyle söylenmiş hâli... Başlıkta da kullandığım “Giresun mu, Girmeysun mu?”un çeşitli varyasyonları var. Mesela “Giresun’un girişinde Giresun yazıyor da çıkışında neden çıkasun yazmıyor?” gibi. “Giresun’da deniz neden var? Denize Giresun diye” şeklinde “soğuk” şakaları devam ettirebilirim.
Soğuk demişken Giresun’un havasına geçeyim istedim. Haftada iki kez yağmurun yağdığı, bu yağmurların birinin dört, diğerinin üç gün sürdüğü şehirlerden biri de Giresun. O nedenle gideceğiniz ayı ya da günü dikkatli seçmekte fayda var.
O ESKİ SAHİLDEN ESER YOK ŞİMDİ
Giresun’un en güzel yeri olan yaylalara uzanmadan önce biraz şehir merkezinde dolaşalım mı? Dar sokaklı, araç park etmenin ciddi bir sorun olduğu bu ilin mecburiyet caddesinin adı “Gazi”. İstanbul’dan gidenler bu caddeyi biraz da Nişantaşı’ndaki Tunalı Hilmi Caddesi’ne benzetmiş. Zira Giresun’da moda son derece yakından takip ediliyor. Ekşi Sözlük’te “corci” isimli yazar şöyle yazmış: “Gösterişin anavatanı. Üç şeyi ünlüdür: Fındığı, faresi, Fatma’sı. İnanılmayacak kadar çok Fatma var. Sokaklarda kedi yerine ‘keme’ adı verilen fareler dolaşır. Herkes herkesi tanıdığı için bir süre sonra çekilmez olan şehir.” Ama çoğu kişi de Gazi Caddesi’nde tur attığında artık tanıdık yüz görememek de şikâyetçi. Giresunluların büyük çoğunluğunu üzen sorun ise sahil yolu... Eskiden sahil, herkesin yürüdüğü, cıvıl cıvıl, kumsallarla ve çay bahçeleriyle dolu bir yerken Karadeniz Sahil Yolu’nun yapımıyla kendilerini denizden kopardığını; “Maviyle yeşilin buluştuğu kent” sloganındaki “yeşil”in yerini de “beton”un aldığını söylüyor Giresunlular. Açıkçası biraz da sadece fındık zamanı Giresun’a geldiklerinde birkaç ay kalmak için bahçe içindeki evlerini yıkıp apartmanlar dikenlere de kalpleri kırık... Hâlbuki bunu tek yapanların gurbetçiler olduğunu söylemek haksızlık olur bence. Giresun’un meyve ağaçlarıyla dolu, bahçeli evlerinin büyük bir çoğunluğunun yerinde yeller esiyor şu anda...
Aslında yerinde yeller esen bir başka şey daha var: Yeşilgiresun Belediyespor. Bir zamanlar tüm ilin çılgınca desteklediği, orta bütçeli genç sporculardan kurulu, Süper Lig’de oynayan basketbol takımı maalesef 2018’de ligden çekildi.
Futbol profesyonel liglerdeki mücadelesine başladıktan dört sezon sonra 1970-71’de Türkiye Birinci Futbol Ligi’ne yükselerek Doğu Karadeniz’in 1. Lig’de mücadele eden ilk kulübü olma unvanını alan Giresunspor’un da bu boşluğu doldurduğu pek söylenemez.
'EN ÇOK ALKOL İÇEN İL BİZİZ'
Giresunluların iddialı oldukları en önemli konulardan birinin de alkol olması beni şaşırttı gerçekten. “Türkiye’nin en çok alkol içen ili biziz” diyorlar. Bu tespit neye göre yapmışlar bilmiyorum ama Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) aylık gelir içinde alkole ayrılan payla ilgili birkaç araştırmasını buldum; Giresun, ilk onda bile değil.
Şehirde içmekten sıkılanların, beraber görülmekten korkan sevgililerin hafta sonları en çok gitmeyi tercih ettiği iki il Trabzon ve Ordu... Öyle ki Trabzon’daki konserlerde ya da alışveriş merkezlerinin otoparklarında ciddi sayıda 28 plakalı araç oluyormuş.
Valiliğinin “ilk ve orta dereceli okullarda düzenlenen mezuniyet ve kutlama törenlerinde kız öğrencilerin eteklerinin diz kapağını örtecek boyda olması, kolsuz ve askılı kesinlikle giydirilmemesi” ile ilgili genelge yayımladığını göz önünde bulundurursak şehrin genç kadınlarının da pek özgür olmasını beklemiyor insan.
Denize girmek için ise çoğunluk, “Giresun’un Bodrum’u” benzetmesi yapılan ve Karadeniz Sahil Yolu’nun geçmediği Tirebolu’yu tercih ediyor.
Bu arada Giresun’un Eynesil ilçesinde yol kenarında oyun oynarken otomobilin çarptığı on bir yaşındaki Rabia Naz Vatan’ı hatırlıyor musunuz? Hani arabanın vurup kaçtığı, adalet arayan babasının suçlandığı, hiçbir gerçek suçlunun ortaya çıkarılmadığı, intihar ettiği bile iddia edilen Rabia’yı...
KALEDEN ZEYTİNLİK EVLERİNE
Giresun’un merkezinde Aretias Adası kadar ünlü diğer yeri kalesi... İli ikiye bölen yarımadanın en yüksek yerinde, şehre hâkim volkanik kayalık üzerinde yer alan Giresun Kalesi, günümüzde piknik ve gezi alanı olarak kullanılıyor. Kalede bir de Topal Osman Ağa’nın anıt mezarı var. “Kim bu Osman Ağa?” derseniz bu soruyu cevaplamakta zorlanabilirim çünkü kendisi Cumhuriyet döneminin en şaibeli isimlerinden biri... Halkın da ona bakış açısı sahip çıkmakla karşı çıkmak arasında gidip geliyor açıkçası.
Eskiden Giresun Kalesi’nin içinden sahile ulaşılan doğal kayaya oyulmuş merdivenli yolun adı “Fiyala Yolu”. Surların en gösterişli noktasından doğal geçit şeklinde merdivenlerle aşağı inen bu yol, ilk sahil yolu çalışmaları sırasında tahrip edilince, yolun sahille olan irtibatı kesilmiş. Uzun yıllar atıl durumda kalan yol, 2012 yılında onarılarak tekrar yaya ulaşımına açılmış. Yola adını veren Fiyala kelimesinin nereden geldiğini ise kimse bilmiyor.
Kaleden iniş yolunda Zeytinlik semtinde gezinmek de keyifli olabilir. 3. derece kentsel sit alanı olan semtte, yaklaşık iki asır önce Avrupa’dan ithal edilen malzemelerle inşa edilen, tarihte Rumların ikamet ettiği, türkülere konu olan Zeytinlik evlerinin bulunduğu yer eskiden “Gogora Mahallesi” olarak anılıyormuş. Giresun Müzesi de bu mahallede. Eski kaynaklarda Aziz Nikola Kilisesi olarak geçen yapıda bulunan müzede, bölgeden toplanmış ve diğer müzelerden devir olmuş arkeolojik ve etnografik eserler ile sikkeler sergileniyor.
Bu arada Şebinkarahisar’daki Tamzara Mahallesi’ndeki restore edilmiş evler, Atatürk Evi ve Müzesi de ilginizi çekebilir. Tarihî yapı örneklerinden Tiralizade Hasan Bey Konağı ise Piraziz ilçesinde...
KAYALARIN BİLE AĞZI AÇIK KALMIŞ
Giresun Adası’nın tam karşısında ve kale gibi mesire yeri olarak kullanılan diğer bir yükselti de Gedikkaya Mahallesi’ndeki Gedikkaya... Kentin doğu kesiminde kartal gagasını andıran görünüme sahip bu kayalık için bir söylenti var: “Kayalıklar bile Giresun’un doğal güzelliğine hayran kaldığı için ağzı açık kalmış.”
Giresun’da gezinirken Çocuk Kütüphanesi’ne de gitmek isteyebilirsiniz. Durun, hemen “Çocuk muyum ben?” diye karşı çıkmayın. Kütüphanenin binası eskiden kiliseymiş ve 1850-1900 yılları arasında inşa edilmiş.
Bekirpaşa Caddesi yakınlarından geçerseniz de Can Akengin Sanat Galerisi’ne uğrayabilirsiniz. Kâgir sistemde bir buçuk katlı olarak inşa edilen yapı, eskinden Rum bir esnaf tarafından manifatura dükkânı olarak inşa edilmiş. Şimdi ise bir sergi salonu...
Giresun Saat Kulesi’nden de bahsetmek istiyorum ama ne diyeceğimi bilemiyorum. Daha önceki saat kulesi, “çan kulesine benzetildiği ve Rumlardan esinlenilerek yapıldığı” öne sürülerek dönemin belediye başkanı tarafından yıktırılmış. Yerine yapılan yedi metre yüksekliğindeki çotanak ve Selçuklu desenli yeni saat kulesine bakınca hangisinin daha estetik olduğu sorusunun cevabını sizlere bırakıyorum.
Başka illerde göremeyeceğiniz bir yer görmek istiyorsanız da kemençenin anavatanı olarak bilinen Görele’ye gitmelisiniz. Görele Kemençe Evi, 5,8 metre boyunda dev kemençe, kemençe üstatlarının portreleri, kemençenin tarihi, kemençenin yapımından oluşuna kadarki bölümleri ve ilçeye ait yöresel zenginlikler yer aldığı, kemençe tınılarının dinlendiği bir kültür mekânı...
DEVŞİRİLMEYEN KİLİSELER
Eskiden Rum nüfusun yaşadığı gerçeğinden yola çıkarak kiliselerin de yukarıda bahsettiğimiz devşirme binalarla sınırlı olmadığını tahmin edersiniz.
Bunlar içinde Şebinkarahisar Meryem Ana Manastırı, konumu itibariyle oldukça etkileyici. Bizans döneminde sarp bir kayalığın ortasında büyükçe bir oyuk içerisine yapılması nedeniyle Trabzon Sümela Manastırı’nı da anımsatıyor. Yatakhane, dershane, kilise, yemekhane, çeşme ve diğer yapı komplekslerinin bir arada olduğu manastır, büyük ölçüde tahrip olmuş durumdayken restore edilerek turizme açılmış.
Yine Giresun Kalesi’nin batı tarafında, limana bakan kısımda yoldan iki üç metre yükseklikte kaya içerisine oyulmuş küçük bir mağara şeklinde olan Meryem Ana Kaya Kilise de değişik bir görüntüye sahip. Şehrin diğer tarihî kiliseleri ise Şebinkarahisar Asarcık Kilisesi, Şebinkarahisar Göynük Köyü Kilsesi, Alucra Kamışlı Köyü Kilisesi, Yağlıdere Kırkharman Kilisesi, Acısu Kaya Kilise ve Çakrak Kilisesi... Çakrak Kilisesi’ne giderseniz buradaki Çakrak Kilisesi’ne giderseniz buradaki kemer köprüyü görmeden köyden ayrılmayın.
Taş köprüleri seviyorsanız Yağmurca Köyü sapağında, Aksu Irmağı’na bağlanan küçük bir dere üzerindeki Yavşan Köprüsü ve Yağlıdere-Alucra karayolu güzergâhında, Yağlıdere Irmağı üzerindeki Yağlıdere Ağa Köprüsü de ilginizi çekebilir.
KALELER, CAMİLER, ÇEŞMELER
Bu arada Giresun’da epey kale var. Hepsi de bulunduğu ilçenin adıyla anılıyor. Eynesil Kalesi, Şebinkarahisar Kalesi, Espiye Andoz Kalesi, Tirebolu ve Tirebolu Bedrama kaleleri... Tarihî cami de çok var. Bunların isimlerini yazmak bile epey satır tutacak: Kale, Kapu, Hacı Miktad, Hacı Hüseyin, Şeyh Keramettin, Soğuk Su, Tahtalı, Çekek, Çınarlar, Çamoluk Bektaş Bey, Bulancak Şeyh Ali Ağa, Yağlıdere Tekkeköy, Şebinkarahisar Fatih, Sayca Köyü Manaroğlu, Şebinkarahisar Behramşah, Şebinkarahisar Kurşunlu, Piraziz Şeyh İdris, Şebinkarahisar Kadıoğlu, Keşap Güneyköy.
Nihat Bey ve Onuncu Yıl anıtlarının, Alucra İkiztepe Tümülüsü’nün bulunduğu Giresun’un ünlü çeşmeleri ise Muhtar Bey (Alman), Şebinkarahisar İstiklal, Tirebolu Selimağa ve Yüzbaşısuyu çeşmeleri.
GÖLLER, TRAVERTENLER, ŞELALELER, MAĞARALAR
Şehrin dışına çıkma zamanı... Dereli ilçesi sınırları içerisinde ve ilçe merkezine yirmi kilometre uzaklıkta, Kuzalan Tabiat Parkı’nın eşsiz değerlerinden biri olan, turkuaz renkli Mavi Göl, üç gölün birleşiminden meydana geliyor ve yöre halkı tarafından “Sodalı Göl” veya “Göğ Göl” olarak biliniyor.
Yine aynı ilçede, bölgede vatandaşlar tarafından “beyaz taş” olarak adlandırılan ve mineralli suların oluşturduğu Kuzalan Travertenleri, dünyada ABD’deki Yellowstone Ulusal Parkı’ndan sonra orman içinde oluşmuş ikinci büyük traverten bölgesi... Kuzalan Tabiat Parkı’na yaklaşık dört kilometre uzaklıktaki Pınarlar köyünde Göksu travertenleri yer alıyor.
“Şelale avcıları”nı yönlendirebileceğim yerler ise Görele Paşaca, Şebinkarahisar Çağlayan, Çamoluk Yenice ve Dereli Kuzalan şelaleleri olabilir.
“Mağara avcıları” da üzülmesin; Espiye Yedi Değirmenli Mağarası’nı ziyaret edebilirsiniz. 207 metrelik mağaranın en önemli özelliği içinde suyun gür bir şekilde akması...
Armutdüzü köyündeki dik ve sarp kayalık, Şahin Kayası olarak adlandırılıyor. Kayalık üzerinde yetişen bitki ve ağaçların şekli Türkiye haritasına benzetiliyor. Şahin Kayası’nın tam ortasında Ankara’nın konumuna denk gelecek yerde büyük bir mağara bulunuyor. Kayalıkta irili ufaklı birçok mağara var.
Kemaliye Yolu üzerinde bulunan “Gelin Kayası” ise dik bir yamaçta, sıra dışı duruşuyla halk arasında dolaşan efsanelere konu olmuş ve bu nedenle son yıllarda turistlerin ilgisini epey çekiyor.
Bakın ilginç bir yere geldik: Hacı Abdullah Duvarı... Çin Seddi’nden sonra korunma amaçlı yapılan ikinci büyük duvar olduğu iddia edilen, 404 yıllık Hacı Abdullah Duvarı’nın sadece bir kapısı var; altı buçuk kilometre uzunluğunda ve bir buçuk metre yüksekliğinde...
VE YAYLALAR...
Giresun yaylaları, el değmemiş obaları, zengin bitki örtüsü ve kültürel alanlarıyla yürüyüşçüler ve bisikletçiler için bir cennet... Yapılaşmanın olduğu yaylalarda biraz yürümeyi göze alırsanız oldukça etkileyici manzaralarla karşılaşabilirsiniz. Giresun’un birçok yaylasında temmuz ayında şenlikler düzenleniyor. Kalabalıkla karşılaşmak istemiyorsanız tarihlerini göz önünde bulundurun derim.
İlin en popüler yaylaları, Kümbet ve Bektaş yaylaları... Kümbet, Giresun’a yaklaşık altmış; Bektaş, elli altı kilometre uzaklıkta... Her ikisinde de geleneksel yayla yaşamının tipik örneklerinin gözleyebilirsiniz.
Görele ilçesi sahiline kırk kilometre mesafedeki Sis Dağı Yaylası, 2 bin 182 metre yüksekliğindeki Ali Meydan (Sis) Dağı üzerinde oldukça geniş bir alanı kaplıyor. Temmuz başına kadar karın yerde kaldığı yaylada, sislerin dansını izlemek oldukça keyif verici...
Karagöl Yaylası’nın tam ortasında Karagöl isimli bir buzul gölü var. Yine çevresinde Camlı, Aygır, Bağırsak, Sağrak gölleri bulunuyor.
Paşakonağı Yaylası, sarı, mor ve beyaz açelyaları (orman gülleri), Karasay Şelalesi, Geçilmez Vadisi, Çiğseli Gölü ve Kızılot Çayırı ile ünlü...
Gölyanı Obası Yaylası, yöreye özgü “hartama” denilen ahşapla yapılmış evlerle ve çam ağaçlarıyla çevrili... Âdeta çanak şeklinde üç bin metrekarelik bir alanı kaplayan doğal gölü de içinde barındırıyor.
Tarihî İpek Yolu güzergâhlarının birisi üzerinde kurulan ve sadece Giresun’da değil, Doğu Karadeniz’deki en eski otantik yerleşim sahalarından gösterilen Kulakkaya Yaylası’nın günübirlik ziyaretçisinin bol olduğunu söylemekte fayda var.
PİÇOĞLU OSMAN
Son olarak size Giresun’un Piçoğlu Osman’ından bahsedeyim. “Kemençenin ordinaryüsü” olarak tanınan, Karadeniz’in gelmiş geçmiş en büyük kemençe üstadı olarak gösterilen Osman Gökçe’nin lakabı ustası Halil Kodalak’ın bir kızgınlık anında sarf ettiği “Ula piç oğlu piç” sözünden kalmış ve kendisi tarafından da sahiplenilmiş. O zaman son sözler Piçoğlu Osman’dan:
Eşref Bey Ağıdı
“Girasun üstünde vapur bağrıyor
Eşref'in yarasını doktor sarıyor
Eşref'in annesi yanmış ağlıyor
Atma Hakkı atma pişman olursun
Girasun'un beylerine anam hasım olursun
Bazarsu dereleri bir ifak dere
Eşref'i vurdular anam nafile yere
Nafile nafile o da nafile
Cenazemi koydular otomofile
Girasun'da yarim var o da nafile
Atma Hakkı atma pişman olursun
Girasun gençlerine anam düşman olursun
Attığın gurşundan sen utanırsın”
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI