Giresun’dan NASA’ya bir bilim kadını masalı
İsmi Arapça Bal anlamına geliyor. İnsanlara şifa olan, iyileştiren bal… Bilim insanı Prof. Betül Kaçar, geçtiğimiz günlerde antik genler konusunda yaptığı bilimsel çalışmaları ve yeni geliştirdiği deneysel teknikler dolayısıyla “2022 Rosalind Franklin Madalyası” ödülünde ikinciliğe layık görüldü. NASA WISE teleskobu ile bulunan Jüpiter-Mars arasındaki bir astroide ise geçtiğimiz Kasım ayında kendisinin ismi verildi: Asteroid 284919 Kacar.
Giresunlu Kaçar ailesinin İstanbul’a taşınmasıyla başladı aslında her şey. Bir süre sonra çipil çipil gözleri ve kömür karası saçlarıyla gözbebeği kızları dünyaya geldi: Betül.
İsmi Arapça Bal anlamına geliyor. İnsanlara şifa olan, iyileştiren bal…
Betül, tüm çocuklar gibi küçük yaşlarda gökyüzüne bakar ve türlü hayaller kurardı. Bu hayallerin onu günün birinde NASA’ya dek sürükleyeceğini, gökyüzüne bakarak “yaşam nasıl başladı ve nasıl değişti?”, “bu yaşamın bilgileriyle başka gezegenlerdeki yaşamı anlayabilir miyiz” sorularının izinden gideceğini, moleküllerden edindiği bilgiyi başka bilgilerle bağdaştıracağını, geçmişten gelen sinyalleri bugüne taşıyacağını ise muhtemelen tahmin edemezdi.
Betül, liseyi İstanbul Çavuşoğlu Lisesi’nde okuduktan sonra Marmara Üniversitesi Kimya bölümüne girdi. Ancak ne yaparsa yapsın, kimya onu heyecanlandırmıyordu. Aklında da kalbinde de çok daha farklı meraklar ve ilgi alanları vardı. Gerçekten neyi sevdiğini ve neye ilgi duyduğunu anlamak için, sevmediği şeyleri hayatından elemesi gerekti. O yüzden yıllar sonra, “Bir şeyi sevmemekten korkmayın” diyecekti.
Hermann Hesse’nin Demian’daki satırlarına kulak verircesine, “Herkesin yapabileceği bir iş vardı, ama kendi seçebileceği, tanımlayabileceği ve gönlünce yönetebileceği bir iş kimseye verilmemişti. Uyanık insanları bekleyen tek ama tek bir görev vardı: kendini aramak, kendi içinde bir sağlamlığa kavuşmak, el yordamıyla kendine özgü yolda ilerlemek, yolun nereye çıkacağına aldırmamak. Herkes için gerçekte bir tek uğraş vardı: Kendini bulmak.”
Betül o sırada kendini bulacağı yola girmişti. Uluslararası konferanslarda gönüllü çalışmalara katıldıkça evrenin sonsuz bir bilmece olduğunu bir kez daha fark etti ve büyük konferans salonlarında kulak verdiği sunumlarda proteinler, moleküller, enzimlerin moleküler özellikleri gibi konuları büyülenmişçesine dinlemeye başladı. Ve aldığı bu ilhamla, hayatını baştan kurgulamak için, üniversiteden çabucak mezun olup, bir proje ile Amerikan Howard Hughes Tıp Enstitüsü’ne başvurdu.
Atlanta’daki Emory Üniversitesi’nde Parkinson ve Alzheimer’a yol açan proteinler hakkında doktora çalışmasını yaptı ve bu alandaki araştırmaları ona henüz 20 yaşındayken projesiyle başvurduğu ABD’nin uzay ajansı NASA’dan birçok prestijli ödül getirdi. Doktora çalışmalarını sürdürdüğü NASA’nın burs verdiği ilk Türk kadın bilim insanı oldu.
2012 yılından beri Harvard’dan Arizona Üniversitesi’ne, Tokyo Teknoloji Enstitüsü’ne dek birçok prestijli enstitüde görev aldı. Evrenin sınır tanımaması gibi, merakı ve araştırmaları da ülke ve kıta sınırlarının ötesine geçti. Evrimsel biyoloji ve astrobiyoloji alanlarına yoğunlaştı. Bu alandaki çalışmalarıyla NASA Genç Araştırmacı ödülünü ve NASA Astrobiyoloji Enstitüsü ve NASA Egzobiyoloji araştırmacı ödüllerini aldı.
Dünya çapında eğitim ve bilgiye erişim zorluğu çeken gençler, öğretmenler ve hatta emekliler için dünyadaki tek astrobiyoloji eğitim platformu olan NASA-SAGAN’ın kurucularından oldu. Son beş yıldır ise Arizona Üniversitesi'nde Astronomi ve Moleküler Hücre Biyolojisi alanında çalışıyor.
Astrobiyolojinin disiplinler-arası bir alan olması sebebiyle hem astronomi hem biyoloji bölümünde dersler veriyor. Uzayda yaşam izlerinin araştırılmasından, dünyada yaşamın oluşma biçimlerine dek farklı merakların izinden gidiyor.
Bir yandan da, hücrelerin içindeki DNA ve proteinlerin faaliyetlerini geçmiş yüzyıllardakilerle kıyaslayarak bu temel sorunun üzerinde büyük bir merakla ve şevkle çalışıyor.
Mikro boyuttaki canlıların biyolojik yapısını inceleyerek bunu iki buçuk milyar önceki mekanizmalarla kıyaslıyor. Hatta eski bir proteini bile laboratuvar ortamında canlandırıp bir koli basili içinde gelişmesini sağladı. Geçmişteki biyolojik yaşamı ve diğer gezegenlerden gelen bilgileri kıyaslayarak şu anda yaşadığımız evrenin gizemlerini çözmek için çırpındı durdu.
İki sene önce projesi NASA’nın yeni oluşturduğu astrobiyoloji merkezlerinden birine seçildikten sonra, evrendeki yaşamın aranmasına yön verecek 12 araştırma grubundan oluşan bir ekibi yönetme sorumluluğunu üstlendi. Zira, 2018 yılından beri temel amaçları ve misyonları arasına astrobiyolojiyi de ekleyen ve 23 milyar dolarlık bütçeli NASA, uzun soluklu ve riskli projelere destek vermeyi önceliyor. Bu araştırma gruplarının temel hedefi ise, yaşamın kökenlerine inmek ve dünyanın ötesindeki yaşam ve evrim süreçlerine ışık tutmak.
Bilim insanı Prof. Betül Kaçar, geçtiğimiz günlerde antik genler konusunda yaptığı bilimsel çalışmaları ve yeni geliştirdiği deneysel teknikler dolayısıyla “2022 Rosalind Franklin Madalyası” ödülünde ikinciliğe layık görüldü. “Benim için bilim, hayatın açıklamasıdır” diyen Rosalind Frank, DNA’nın ikili sarmal yapısına dair önemli bulgular elde eden, DNA’nın gizli kahramanı olarak bilinen İngiliz bir bilim kadını. Bu madalya ise, kendisi gibi alanında sıradışı başarılar getiren bilim insanlarına veriliyor.
Kaçar, bugün başlayacak olan üç günlük Genom Yazarları Birliği yıllık konferansında da konuşmacı olacak. Bir yandan da Madison’da, laboratuvarına beş dakika yürüme mesafesindeki mola yürüyüşlerinde puslu Mendota gölünün mistik havasını doya doya içine çekip geri döndüğü laboratuvarında tam zamanlı bilimsel araştırmalarına devam ediyor.
İnsanlığa şifa veren bal anlamını isminde toplayan Kaçar, bilimsel çalışmalarıyla kadının bilim dünyasındaki yerine şifa oluyor. NASA WISE teleskobu ile bulunan Jüpiter-Mars arasındaki bir astroide ise geçtiğimiz Kasım ayında kendisinin ismi verildi: Asteroid 284919 Kacar.
NASA’dan fon alan ilk Türk bilim kadını olmanın ardında ise, Kaçar’ın merakı, hevesli çalışması ve disiplini var. Hayallerini küçültmeme ve sürekli yeni bilinmezleri bilinir kılma arayışı var.
Her gün yeni bir şeyler öğrenmeye, şaşırmaya istekli Betül Kaçar. Ve uzayı, tüm galaksiyi ilgilendiren meraklarının peşinden gittikçe, araştırma alanları sadece dünya merkezli kalmadıkça, yeni şeyleri keşfettikçe evrende aslında ne kadar az şeyi bildiğimizin ayrımına varıyor. Mütevaziliği de elden bırakmıyor. Çok sevdiği şair Lucille Clifton’ın sözleriyle; “Bir kişi takdir edilmekten çok takdir etmeyi arzu etmeli” diyor.
Bilimin Hollywood’un kolay tüketilen senaryolarına kurban gitmemesi, Marslıların dünyamızı istila edip etmeyeceğine dair kısır tartışmaların ötesine geçilmesi ancak benzeri adanmışlık örnekleriyle mümkün.
Üniversiteden mezun olur olmaz güvenceli bir işin, rezidans dairesinde bir hayatın ve ayakları yerden kesen son moda arabanın garanti olarak görüldüğü “geleceğin meslekleri”nden söz ettiğimiz kadar, gençler için “bugünün merak alanları”ndan da söz etmemizin vakti geldi. Çünkü artık astrobiyoloji de, bilimin başka alanları da “geleceğin” meslekleri değil “bugünün” meslekleri haline geldi. En azından ezberci eğitimden araştırmacı ve derinleşmeye dayalı eğitime uzun zaman önce geçmiş olan Batılı ülkelerde durum böyle.
Ayrıca dünyanın yükleri artarken, bilgiler çoğalırken, nüfusun yarısını oluşturan kadınların içinden de bu yükü hafifletme, çoğalan bilgiyi yönetme ve bilim ve teknoloji yoluyla evrene dair gizemleri çözmede bir oyuncu haline gelme çabası var.
Türkiye’de bilime teşvik konusunda bunun örnekleri bir süredir ortaya çıkıyor.
Kanserin erken teşhisi üzerine yaptığı çalışmalarla ismini duyuran ve MIT Technology Review’un tıpta çığır açan bir lider olarak tanımladığı Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Bölümü’nden Gözde Durmuş’tan, cüzzam alanındaki araştırmalarıyla uluslararası saygınlık kazanıp Hindistan’da Ghandi Ödülü’ne layık görülmüş olan Türkan Saylan’a, tarihin ilk kara delik fotoğrafını çeken Hubble kadrosunda yer alıp NASA Astrofizik Komitesi başkanlığını yürüten ve Amerikan Astrofizik Derneği’nin en başarılı astrofizikçilere verdiği Maria Goeppert ödülünü almış olan Feryal Özel’e, uzay radyasyonu alanındaki çalışmalarıyla ödüller alan, NASA ve Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN’de çalışmış olan Bilge Demirköz’e, kanser ve Covid-19 alanındaki araştırmaları ve hepimizin hayatını kurtaran aşının icat edilmesinde büyük katkısı olan Özlem Türeci’ye, giyilebilir kalp pilinin mucidi, cilt kanserinin teşhis edilmesini kolaylaştıracak bir cihaz geliştiren, Harvard Üniversitesi'ne "Genç Akademi Üyesi" olarak kabul edilen ilk Türk olan Canan Dağdeviren’e dek müthiş bir kadın bilim insanı mirasımızın üzerine eklemlenen her bir başarı tuğlası, yarınlara dair umut pompalıyor. Çünkü güçlü kadınlar, güçlü kızlara ilham olduğu kadar, toplumun genelinde de bir ideal oluşturuyor.
Öte yandan, örneğin Matematik Köyü’nde Prof. Ali Nesin’den Agah Uğur’a, Tevfik Uyar’a, Prof. Selçuk Şirin’e dek birçok değerli ismin desteklediği Bilim Virüsü projesiyle ise, bu zamana dek sayıları 1000’i aşan 6-25 yaş arası çocuk ve gençlerde bilim tutkusu harekete geçiriliyor; dijital yetkinliklere, uzaya, temel bilimlere, biyolojiye, kısacası dünyaya dair merak teşvik ediliyor.
Türkiye’de ODTÜ’nün 2017 yılından beri gerçekleştirdiği Astrobiyoloji Konferansları da bu alanın Türkiye’de tanınırlığı ve bilim insanlarıyla bilim severleri buluşturan, bilimi erişilebilir kılan değerli ve alanında öncü bir platform. Akıllı yaşam olasılıklarından, yaşanabilir öte gezegenlere, ekstrem koşullarda yaşayan canlılardan Mars’da yaşam ve su izlerine dek hepimizin merakını derinleştirmesi gereken birçok alanda bu konferanslarda beyin fırtınaları estiriliyor.
İskandinav ülkelerinde astrobiyoloji alanındaki yaz okulları ve Avrupa Astrobiyoloji Grubu’nun kongreleri, NASA’nın bu alandaki bursları, farklı yaş ve meslek gruplarından bu konuyla ilgilenenler için belki de hayatlarının yönünü değiştiren fırsatlar…
Bilim, kolektif üretilen bilgiyle ilerleyen ve disiplinler-arası oldukça güçlenen uzun soluklu bir macera. Evrim teorisinin ve Darwin’in okul müfredatlarından çıkarıldığı bir ortamda çocukların yaşamı kimyasal ve biyolojik olarak anlamada kendilerine sunulan anlatıların kısıtlandığı düşünüldüğünde, evrimleşmenin, evrime etki eden etmen ve mekanizmaların incelendiği çalışmalar, bizi çağdaş dünyanın anlatılarına bağlayan en önemli bağlardan biri.
Türkiye’de çalışan veya Türkiye’den beyin göçüyle gidip Batılı ülkelerde dünya standartlarında bilimsel çalışmalarını sürdüren tüm korkusuz bilim insanlarının varlığı ise, ülke gündeminden dolayı zaman zaman kendimizi uçsuz bucaksız bir uzay boşluğunda savrulurmuş gibi hissettiğimiz günlerde bize umut aşılıyor. Çünkü yaptıkları, birçok kısıtlamaya, zorluğa rağmen yaşamı anlamlandırma, evrenin derinliklerine kuğu zarafetiyle süzülme uğraşı…
Bu uğraşta Kaçar gibi, Demirköz gibi, Dağdeviren gibi, Saylan gibi ilham kaynağı kadınların varlığı ise, geleneksel “cici” kız mitini yerle bir edip, meraklı, cesur ve araştıran kızların çağını başlatıyor.
Clifton’ın insanı en çok sarsan şiirlerinden biriyle…
“Benimle kutlamaz mısın
Kendime yonttuğum bu bir tür yaşamı?
Modelim yoktu
Babil’de doğmuş
Hem beyaz değil hem kadın
Olunacak ne gördüm kendimden başka?
Ben uydurdum
Burada, bu köprünün üstünde
Parlayan yıldızla balçık arasında,
Elim sımsıkı tutarken
Diğer elimi; gel kutla
Benimle her gün
Bir şeylerin beni öldürmek isteyişini
Ve yenilişini.”
Kadının özgürleşmesi ve bilimin izinden giden bir yaşam modelinin karşısında kadını et yığını olarak gören gerici zihniyetlerin yoğurduğu o yapay karanlığa rağmen üzerimize sağanak şeklinde umut yağdıran bilim kadınlarını birlikte kutlamaz mısınız?
Burada, bu köprünün üstünde.
Bilimsellik ile çağdışılığın, parlayan yıldızlarla balçıkların o korkunç tezatlığının yıkılması gereken bu köprünün üstünde diğer ellerini tutup onlarla her gün başarıları ve umudu büyütmez misiniz?