YAZARLAR

Gitmek ve kalmak arasında

Yola çıkmak bir başlangıç sağlasa da özne için o kesinlikli bir hatta doğrusal yöne çıkılmış çizgiden çok daha fazlasıdır. Giden geride kalanı yanında taşır, kalan da gideni. Çünkü bir yola çıkmak yaşanmışlığı silmez, geçmiş sizinle devam eder. Bu nedenle gitmek hayat boyu bitmek bilmeyen, sabit olmayan geçmişle bu gün arasında bir yoldur biraz da.

Tomris Uyar, “Sonuncu Belki” (1) adlı öyküsünde bir tren yolculuğunu anlatır. Öykünün kadın karakteri kız kardeşinin yeni doğan bebeğini, eşinin de ısrarıyla ziyarete gitmektedir, yorgun hissediyordur son dönemlerde, şöyle der; “Yorulacak bir şey yaptığım yok ya aslında, her zamanki ev işleri, hayhuy.” Hep aynı şeyleri yapmaktan, yaşamının rutini içinde kaybolduğunu hissettirir karakter, sonra ekler: “Küçük değişiklikler bazen iyi gelirmiş. Bilmiyorum.” Karakter farkında değildir belki ama değişiklik başlamıştır, yola çıkabilmiş olmanın kendisi insanı değiştirmeye başlar. Yola çıkmak, gitmek bir daha aynı olmamanın başlangıcı olabilir. Çünkü gitmek aşina olunandan ayrılmaktır, varılacak yer biliniyor olsa bile yol bir şekilde yabancı olana gidiştir çünkü sürprizlidir, yolda ne ile karşılaşacağımız belirsizdir. Ki öyküde de öyle olur. Karakter uyuyakalır, birden uyandığında trenin durduğunu, yolda bir kaza gerçekleştiğini öğrenir. Öykünün diğer karakteri gençle muhabbet eder, iyi gelir ona. Ama diğer yandan kadınının bir tarafı yola çıkmadan önce arkada bıraktıklarındadır. “Evi düşünüyorum da… Çocuklara kalın bir şeyler giydirmeyi unutmasa diyordum: Bülent, kocam. Temizlikçi kadın sabah erkenden gelecek, sütlerini içirip okula yollayacak ama…” Yola çıktığımızda ben bütün değildir artık, bölünür bir yanımız genellikle bıraktıklarımızda kalır. Elbette, burada cinsiyet rollerinin bireye yüklediklerinden de söz edebiliriz. Ancak gitmeler üzerine düşündüğümüzde öykünün karakterinin bu cümleleri gidenin kalanla ilişkisini yorumlamayı sağlaması açısından önemlidir. Gitmek söz konusu olduğunda düz bir yolda ilerlemenin çok daha fazlasını düşünmemiz gerekiyor çünkü kalanla giden arasındaki bağa göre yorum farklılaşabiliyor. Uyar’ın karakteri, yaşamının o geride bıraktığı kısmının ne olduğunu bu yolda kavramaya başlar, geride kalan, o “hayhuy”, ev işleri onun asıl yolu mudur? Eskiden yazılar yazıyordur, Kafka seviyordur ama şimdi yaşamından söz ederken “hayhuy” deyip geçiştirmeye çalışır. Yola çıkmak bir başlangıç sağlasa da özne için o kesinlikli bir hatta doğrusal yöne çıkılmış çizgiden çok daha fazlasıdır. Giden geride kalanı yanında taşır, kalan da gideni. Çünkü bir yola çıkmak yaşanmışlığı silmez, geçmiş sizinle devam eder. Bu nedenle gitmek hayat boyu bitmek bilmeyen, sabit olmayan geçmişle bu gün arasında bir yoldur biraz da. Uyar’ın bahsettiğimiz öyküsündeki kadın karakterin yolu da buna benzer, biraz zoraki çıkmıştır yola ama çıkmıştır bir kere, bölünmüştür, korku hisseder, aşina olmadığı bir yerde kar ve kaza nedeniyle yol kesintiye uğramıştır. Tanıştığı gençle kurduğu diyalog onun yolunun gidişini (kız kardeşinin bebeğini görme) değiştirmiştir, karışık çantası gibidir kafası, yolun sürprizi onu bir anlamda özgürleştirmiştir çünkü trende tanıştığı insanın çağrısına uyup trenden inmiştir, bu artık başka bir yoldur şu cümlelerden anlarız bunu: “Bir tökezlersem şu anda, ya da başıma bir kartopu gelirse. Ona nasıl aktarsam, nasıl iletsem… Çok geç artık… Bir tökezleyecek olursam, hepsi yarım kalacak, başladığımız şey…” Yol başlar ama bitmez bu nedenle gitmek bir anlamda sonsuzca yol olabilir.

Gitmenin bir varışı var mıdır? Jean Luc Nancy şöyle der: “… Hakiki bir varış yoktur. Sadece tek bir varış vardır, ama tek midir? Ölüyoruz ve eski bir özdeyiş der ki: ‘Gitmek, biraz ölmektir; ölmekse biraz gitmektir.’ ‘Gitmek biraz ölmektir’ zira her gidişte acı duyarız, bir ıstırap yaşarız, bir şey kaybolur. Biri öldüğü zaman, onun tüm yaşamı, mevcudiyetinin ta kendisi tümüyle kaybolur.”(2) Ölüm de bir gitme türüdür, kişinin mevcudiyeti kaybolur artık yoktur. Ama geride kalan için bu tam bir yok olma hâli midir? Bana kalırsa değildir, ölüm durumunda giden anısını yanında götürmez. Bir fotoğrafta, eliyle işlediği bir desende, iyi yaptığı bir yemekte, birlikte yaşadığı insanların anlatılarında varlığı devam eder. Ölümle gitmek, ölen için kesin bir gidiş gibi düşünülebilse de geride kalan için tam bir gitme olarak yorumlanamaz. “Ölen insanlar için sık sık onların gittiğini söyleriz; bu bir tür söz sanatıdır, ölmek fiilini ve ölümün kaçınılmaz olarak barındırdığı acıyı yumuşatmanın bir yoludur” der Nancy sonrasında. Gitmek eyleminin ferahlatıcı bir yanı vardır gerçekten de yola çıkmak gidilecek yer belli olsa bile bir özgürlük hissini beraberinde getirir. Gitmek bizi böler ama bir yandan da sevindirir. Ölüm durumunda kişiye öldü demektense gitti demek biraz bununla ilgili olabilir, başka bir yere gittiğini düşünmenin acıyı azaltan bir yanı vardır çünkü. Nancy, sonrasında dinlerin “başka dünya” dediği yerin yok olduğuna ve bunun gerçekliğine işaret etse de bence insan tüm fizik kurallarının ötesinde, ölüm karşısında hissedilen ıstıraba direnmenin bir yolu olarak ölünün gittiğini düşünmeyi tercih eder, katlanmayı mümkün kılmanın bir yolu olarak gitmek eylemini devreye sokar.

Gitmenin bir de zorunlu olduğu durumlar vardır. Bu da en çok zorla göç deneyimlerinde karşımıza çıkar. Burada da gitmenin bahsettiğimiz yanlarını görebiliriz, bölünme, yabancıya, sürprize doğru yola çıkma. Ama zorunlu olduğunda o ferahlatıcı yanı hissedemeyiz. Zorla göç eden, arkasında bıraktıklarını yanında taşır diğer gitmelerde olduğu gibi ancak onun yanında taşıdığı kökenlere, daha trajik anılara ve özleme gönderme yapar. Yıllar önce göç ve bellek konulu bir alan araştırması ekseninde, doksanlı yıllarda, Van ve Hakkâri’den Ankara’ya zorla göç etmek zorunda kalan insanlarla görüşmeler yapmıştım. Bu görüşmelerde, yola çıkmanın anlamı bahsettiklerimizi aşan bir yerde duruyordu. Sadece göç edilen yerlerin adı bile çok farklı çağrışımları beraber getiriyordu. Van’da yapılan otlu çorbanın tadından, dere kenarında yetişen cevizin kokusuna, yemek yerken yufkanın kaşık şeklinde kullanılmasına kadar “küçük” denebilecek ayrıntılar gitmekle geride kalmak arasındaki bölünmüşlüğün göstergesi oluyordu. Zorunlu olduğu durumda gitmek, gelinen yerle hasreti çekilen yer arasında sıkışıp kalmak anlamına geliyordu. Çünkü gelinen yerde yabancı olarak karşılanmak vardı, dilini konuşamamak ve ayrımcılığın her türlüsü. Böyle olunca geride kalanın anlamı daha çok ortaya çıkıyor çünkü gitme durumundaki benliğin bölünmesi, zorla olduğunda daha çok parçalanmayı hatırlatıyor. Bir de gelmeden önce tanık olunanlar vardı elbette, yakılan, boşaltılan köyler, yoldaş gibi görülen hayvanların katledilmesi gibi trajik bir bellek yükü. Ama anımsamalar daha çok yaşamın ayrıntısı diyebileceğimiz yanlardı, kokular, tatlar, komşuluk ilişkileri çünkü devam eden yaşamda bunların hâlâ yeri vardı, gelinen yerin ev olması için bu ayrıntılar yaşamda olmalıydı. Bu nedenle gitmek, her zaman ferahlatıcı ve özgürleştirici değil zorla olduğunda gitmek bir yük, yeni yerde çokça çaba, yabancı bir konumda hayatını sürdürme, tatsızlık, gibi başka anlamlara geliyor.

Son zamanlarda sıklıkla gitmek üzerine düşünüyorum, dünya zorunlu gitmelerle yani göçlerle anılan bir yer hâline geldi, diğer taraftan neredeyse bir yıldır da gidemeyişleri konuşuyoruz, korona virüsü dünyayı esir aldı. Bir sıkışmanın içinde kalmış gibiyiz; zorla gidenlerin yaşadıkları, gidemeyenlerin, sınırları aşamayanların, yollara düşemeyenlerin sıkıntısı. Zorunlu olarak gitmekle gönüllü olarak gidememek arasında bir yerdeyiz. Gönüllü olarak gitmek önemli o ilk adım, o çıkış çünkü çok fazla sürprize gebe, bizi bölse, bir yanımızı diğer tarafta bıraksa bile Uyar’ın öyküsünde bahsettiğimiz gibi, özgürleştirici bir yanı var. Gitmek istiyoruz çünkü uzanan yolların, şoselerin, patikaların, yol boyu uzanan tarlaların özgürlüğüne ihtiyaç duyuyor insan… Zorunlu olarak gittiğinizde göç ve sürgünlük durumunda, bir ağacın kökünden sökülüp başka bir yere dikilmesi gibi bir anlam çıkıyor karşımıza. Kökünüzün bir kısmını zorunlu olarak geride bırakmış oluyorsunuz, tam olarak tutunamıyorsunuz ekildiğiniz yeni toprağa, belleğinizin çağırdığı en küçük ayrıntı yaradaki mührü kaldırıyor. Kısacası, gitmek çok farklı şekillerde tanımlanabiliyor, ölünce de gitmiş oluyoruz, yer değiştirince de, yerimizden edildiğimizde de hepsi başka bir düşünme kapısı açıyor, başka başka anlamları çağırıyor.

Dipnotlar

  1. Uyar, T. (2014), “Gecegezen Kızlar”, s. 9-17, İstanbul: Yapı kredi Yayınları.
  2. Nancy, J.,N. (2012), “Gitmek/Yola Çıkış”, s. 30-31, (Çev. Murat Erşen), İstanbul: Monokl.

Emek Erez Kimdir?

Çeşitli gazete, dergi ve online sitelerde, kültür-sanat alanında on beş yıldır yazılar yazıyor.