Göç olgusu ve Anadolu’da Yahudi Diasporası

Yahudi diasporasına özgü toplu konutlar, sürgün baskısıyla yüz yüze gelen bir topluluğun farklı coğrafyalarda edindiği deneyimler eşliğinde geliştirdiği barınma yöntemlerden biridir.

İzmir Paşa Yaakov Yahudihanesi. Cevahirci Han’da Yahudihane odalarından biri (Fotoğraf, Tülün Şaşmaz Üzmez).
Google Haberlere Abone ol

Anadolu’ya yoğun Yahudi yerleşimi ile sonuçlanan Yahudi sürgünü ve kitlesel Yahudi göçleri farklı koşullar altında üç farklı dönemde gerçekleşti. İlki MÖ 8’inci yüzyılda başlayan ve MS 6’ncı yüzyılda topyekun göçe evrilen büyük Yahudi sürgünüdür. Diğeri esasen 1390 tarihinde başlayan ve 1492-1497 tarihlerinde zirve yapan Sefarad (İber kökenli Yahudiler) sürgünleridir. Üçüncü ise, 1881 tarihinde başlayan Rusya ve Polonya kökenli Aşkenaz göçüdür. Yirmi sekiz yüzyıl boyunca topyekun sürgünde yaşamak, Yahudi ulusuna göçe ve sürgünde yaşamaya ilişkin oldukça büyük bir deneyim kazandırdı.

MÖ 6’ncı yüzyıl ile 1650 tarihleri arasında, Yahudi göç ve sürgün hareketlerini gösteren harita.

Yunanca diaspeyro (διασπειρω=saçmak) fiilinden türeyen diaspora (διασπορα), ilk kez Septuagint’te(Tora’nın en eski Yunanca tercümesi) Tesniye 28:25’te kullanıldı: RAB seni düşmanlarının önünde kırdıracak; onlara karşı bir yoldan çıkacaksın ve onların önünde yedi yoldan kaçacaksın ve dünyanın bütün ülkelerinde serseri olacaksın. Diaspora sözcüğünün, İbranice’deki tam karşılığı pezura’dır (פזורה: dağılma, saçılma). Pezura,Yeremiya 50:17’de kullanıldı: İsrail dağılmış koyundur…. Ancak pezura sözcüğü; dağılma, saçılma, korku uyandırma, bulunduğu ülkede sürekli kalamama korkusu ve sürgün anlamlarını bir arada ifade etmiyordu. Bu yüzden Yahudi sözel geleneğinde, Yahudi diasporasının karşılığı olarak galut( גלות=sürgün) sözcüğünün kullanılması yeğlendi. Çünkü galut, yukarıda saydığım sıfatların tümünü içine alan bir sözcüktü. Öte yandan Babil Sürgünü’nden sonra dünyanın dört köşesine dağılan Yahudileri ifade etmek için tfutsot (תפוצות=diaspora) sözcüğü de kullanılmaya başlandı. Esasen diasporanın İsrail’deki ifadesi de tfutsot sözcüğüdür.

İBRANİ ULUSUNUN GÖÇ İLE TANIŞMASI

İbrani ulusunun (İsrailoğulları) kadim tarihine ilişkin başvurulabilecek yegane kaynak Tora’dır. Tora’da yer alan anlatı ve menkıbelere göre İbranilerin tarihi göç ile başlar. İbrahim, Kalde’nin Ur kentinde doğdu. MÖ 20’nci yüzyılın ilk yarısında ailesiyle birlikte Ur’dan ayrıldı ve Harran’a geldi: Terah oğlu Avram’ı, ve Aran’ın oğlu Lot’u ve gelini Avram’ın eşi- Saray’ı aldı. Onlarla birlikte ‘Kenaan’ ülkesine gitmek üzere Ur Kasdim’den ayrıldı. Haran’a kadar geldiler ve orada yerleştiler (Bereşit 11:31). Yaklaşık olarak MÖ 14’üncü yüzyılda ise Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkan ve Yeşu’nun önderliğinde vaat edilmiş topraklara yerleşen İbrani ulusu on iki kabileden oluşuyordu. Zaman içerisinde kabile yönetiminden krallık yönetimine geçtiler. Davud zamanında krallık büyüdü ve güçlendi. Süleyman’ın ölümünden bir süre sonra ikiye bölündü. On kabile diğerlerinden ayrıldı ve kuzeyde İsrail Krallığı’nı kurdu. Geride kalan iki kabile ise Yehuda ve Benyamin kabileleriydi. Onlar da Yehuda Krallığı’nı devam ettirdiler. Kuzeyde kurulan İsrail Krallığı bir süre sonra kuzeydoğuda hüküm süren Asur Krallığı tarafından fethedildi.

Asur Kralı II. Sargon, 27 bin 290 İsrailliyi Asur’a sürdü: Halah’ta, Gozan ırmağı olan Habor’da ve Medler’in şehirlerinde oturtuldular (İkinci Krallar17:6). Halah, Asur’da, Habur Irmağı kıyısındaki Gozan’da bugünkü Suriye’de yer alıyordu. Medler ise doğuda bugünkü İran’da bulunan Hamadan’da yaşıyorlardı. Tarih MÖ 722 idi. İlk diaspora, hemen hemen bütün Orta Doğu coğrafyasına dağıldı. II. Sargon’un kendi kayıtlarında otuz sekiz farklı sürgün anlatılıyor. Bu anlatımlardan Asurluların sürgünlere çok kötü davrandığı anlaşılıyor. Bugün hala İsrailli on kabileye ilişkin tartışmalar devam ediyor ve pek çok soruya yanıt bulunamıyor. “İsrail Krallığı yıkıldığı zaman, orada hala on kabile mevcut muydu? Krallık yıkıldıktan sonra Orta Doğu coğrafyasına sürülenler içerisine girdikleri toplumlarla karışarak asimile oldular mı? Yoksa inançlarını, kültürlerini, benliklerini korudular mı? İsrail Krallığının güçlü ticari bağlantıları vardı. Asurlular tarafından sürgün edilenler arasında bu ticari bağlantıları sürdüren ve zamanla farklı ticaret merkezlerine gidip yerleşenler oldu mu? Asur Krallığı yıkıldığı zaman, daha önce Asur’a sürgün edilen İsrailliler arasından, Yehuda Krallığına gidip yerleşenler oldu mu?” Ayrıca, yıllar içerisinde hangi coğrafyalara değin gitmiş olabilecekleri de tartışılıyor. Sözü edilen coğrafyalar arasında Horasan, Semerkant, Kırım, Çin, Hindistan, Afrika ve Anadolu var.

Asur ve Babil imparatorlukları tarafından İsrael ve Yehuda krallıklarının işgali ve Yahudi sürgünlerinin yönlerini gösteren harita.

BABİL SÜRGÜNÜ

Asur Krallığı’nın ömrü uzun sürmedi. Krallık MÖ 612 tarihinde sona erdi. Yeri, güçlenen Babil Krallığı tarafından dolduruldu. Güneydeki Yehuda Krallığı, Babil Krallığı tarafından işgal edildi. Babil ordusu; kutsal tapınağı, sarayı ve Kudüs’ün evlerini ateşe verdi. MÖ 586’da Süleyman Tapınağı yıkıldı. Kentte sağ kalanların büyük bir bölümü Babil’e sürgün edildi. Sadece tarlalarda ve bağlarda çalışmaları için yoksul halkın bir bölümü geride bırakıldı. Onlar, Negev Çölü’nün kuzeyinde, Galil’de ve Gilad’da yaşamlarına devam ettiler. Bulundukları yerlerden ayrılmadılar. Bu olay sonucunda, Yahudi diasporası Akdeniz‘e kıyısı olan ülkelere dağıldı. Babil’e gönderilen birinci ve ikinci sürgün grupları içerisinde siyasi ve askeri liderler, dini liderler zengin meslek sahipleri ve kalifiye işçiler vardı. Sürüldükleri yerde kendilerini dünyanın en parlak medeniyetlerinden birinin içerisinde buldular. Üstelik onlar Babil Krallığı’nın uluslarından sadece biriydiler. İmparatorluk kozmopolit bir toplumdan oluşuyordu. Babil kenti ise uluslararası bir metropoldü. Kendilerine yeni işler, yeni hayatlar kurdular; zamanla zenginleştiler.

Babil, Persler tarafından yıkıldığında esaretleri sona erdi. Fakat büyük bir bölümü işlerini, mülklerini, kurdukları yeni düzeni bırakıp Kudüs’e geri dönmek istemedi. Sümer ve Akad toprakları üzerinde kurulan Babil Devleti’nin MÖ 6’ncı yüzyılda sınırları Akdeniz’den Basra Körfezi’ne, İskenderun Körfezi’nden Malatya’ya, Diyarbakır’a ve Kudüs’e kadar uzanıyordu. Babil, Yemen ile Batı Arabistan arasındaki Baharat Yolu’nun ve Gazze ile İskenderun Körfezi arasındaki kıyı şeridinde yer alan Akdeniz limanlarının kontrolünü eline geçirdi. Doğu ile batıyı birbirine bağlayan ticaret yollarının kontrolünü kaybetmekten korkan Babil’in, tüccar Yehuda kabilesinin deneyiminden yararlanmak istemesi kaçınılmaz olmalıydı. Bu yüzden onlara muhtemelen ticari ayrıcalıklar da tanıdı. Böylece Yahudi tüccarlar, Süleyman’ın ticaret filosu aracılığıyla tanıştıkları Anadolu kentleri ile olan uluslararası ticari bağlarını perçinleme fırsatını buldular. Bu dönemde Anadolu son derece zengin yer üstü ve yer altı kaynaklarına sahip bir yarımadaydı. Öte yandan köle olarak kullanılan Yahudiler hakkında da bilgi mevcuttur. MÖ 6’ncı yüzyıla ait olduğu düşünülen Yoel Kitabı 3:6: Yuda ve Yeruşalim’in insanlarını kendi sınırlarından uzaklaştırmak için Yunanlıların oğullarına sattınız der. Eğer Yoel Kitabı’nın yazım tarihine ilişkin öngörü doğruysa Yahudilerin MÖ 6’ncı yüzyılda sadece ticari gerekçelerle Anadolu’ya gittiklerini iddia etmek doğru olmaz. Babil’e sürgün edilen Yehudalıların bir bölümünün köle olarak satılması da söz konusudur.

PERS VE HELLEN DÖNEMLERİNDE SÜRGÜN HAYATI

Anadolu’daki Pers egemenliği, Kyros’un Batı Anadolu’yu işgalinden Büyük İskender’in Çanakkale Boğazı’nı geçiş tarihine değin iki yüz yılı aşkın bir süre devam etti. Bu süre içinde Kudüs’e dönmeyip Babil’de kalmayı yeğleyen Yahudiler, büyük bir olasılıkla Perslerle birlikte, Susa’dan (Şuş kenti) Ephesos’a uzanan ticaret yolunun nimetlerinden yararlandılar. Hatta muhtemelen ticari açıdan daha çok yarar sağlayabilmek adına Kral Yolu üzerinde yer alan antik kentlere yerleştiler.

Bir iddiaya göre İskender Kudüs’e ulaştığı zaman birkaç yüz kişilik Yahudi topluluğunu İzmir’e sürdü. Diğer bir iddiaya göre ise MÖ 3’üncü yüzyılda Kudüs’ten İzmir’e dönerken beraberinde bir kısım Yahudi’yi İzmir’e götürdü. İskender öldükten sonra, imparatorluğunun ardıllarından biri olan Seleukhos’un Kralı III. Antiochus, Kudüs ve çevresinde yaşayan Yehudalılarla iyi ilişkiler kurdu. Hatta Kral III. Antiochus, Yahudi toplumuna duyduğu güvenden dolayı Lydia’da ve Phrygia’da ayaklanma çıktığı zaman krallığın güvenilir unsuru sayılan Yahudi ailelerini ayaklanma bölgesine gönderdi. Tarih MÖ 212-205/4’tü. 2 bin Yahudi aile, yaklaşık olarak 10 bin kişi anlamına gelir. Bunlar Mezopotamya ve Babil’den seçilen asker kökenli, Seleukoslara sadık ailelerdi. Böylece Anadolu’da kalıcı Yahudi yerleşim birimleri oluştu. Bu tarihten itibaren Anadolu’daki Yahudi varlığı kesintisiz devam etti.

Roma Dönemi haritası üzerinde bölgelere göre Anadolu’da Yahudi yerleşim yerlerini gösteren harita (Taşlara Kazınan Yahudi Kimliği, 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi Yayını, İstanbul 2021)
ROMA DÖNEMİ

Anadolu’nun Roma tarafından fethi MÖ 188’de başladı ve MÖ 129’da Anadolu, Roma’nın doğrudan yönetimine dahil edildi. MÖ 2’nci yüzyılda elliden fazla Anadolu kentinde Yahudilerin yaşadığı tahmin ediliyor. Tabii ki bu genel kanının geçerli bir sebebi var: Babil Talmudu, Roma yönetimi altındaki Nisibis’de (Nusaybin) ve Caesarea Mazaca’da yaşayan Yahudi topluluklarından söz eder. Yaklaşık olarak Rabi Akiva ile aynı dönemde yaşadığı tahmin edilen Rabi Yudaben Batira Nisibisliydi. Kentteki Bet Midraş’ın yöneticisiyken Rabi Elazar ben Şimon ve Rabi Yohanan HaSandlar, Nisibis’e gelip ondan ders almışlardı. O kadar ünlenmişti ki, adı Kudüs’e ulaşmıştı: Barış seninle olsun Rabi Yuda ben Batira, Nisibis’teki nüfuzunla birlikte ünün de Kudüs’te yayılıyor (Babil Talmudu, Pesahim 3b). Aynı dönemde Kapadokya’da da bir Yahudi topluluğu mevcuttu: ...Rabi Yohanan ben Nuri ayağa kalkıp yüksek sesle sordu: Kapadokya’dakiler Şabat’ta aydınlanma için ne yakacaklar? Ne turp yağları ne de fıstık yağları var. Mineral yağ mı yakacaklar?... (Babil Talmudu, Şabat 26 a). MS 3’üncü yüzyılın ortalarında Kapadokya’nın en büyük kenti olan Caesarea Mazaca’da 12 bin Yahudi, Sasani Kralı I. Şapur tarafından öldürüldüler. (Babil Talmudu, Moed Katan 26a). Öte yandan Yahudilere destek amacıyla Roma Senatosu tarafından kaleme alınan mektuplarda ve Yahudi topluluklarına ayrıcalık tanıyan yasalarda Yahudilerin yaşadığı Anadolu kentlerinin adları telaffuz edilir. Roma Senatosu’nun Pergamon Kralı II. Attalos’a, Kapadokya Kralı V.Ariarathes’e, Karia’da Myndos, Halikarnassos ve Cnidos’a, Lycia’da Phaselis’e, Pamphylia’da Side’ye yazdığı mektuplarda Roma’nın Yahudilere olan desteği kayda geçirilmişti. Roma döneminde Anadolu’daki Yahudi varlığını gösteren bir diğer bulgu Paulus’un misyon gezileriyle ilişkilidir. Hıristiyanlığın mimarı olarak da tanınan Paulus’un İsa Mesih anlayışını yaymaya çalıştığı başlıca coğrafi bölge Anadolu topraklarıydı. Misyon gezilerinde uğradığı kentler ise Yahudilerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim merkezleriydi. Paulus, gittiği yerlerdeki sinagoglarda İsa Mesih öğretisini anlatan bir misyonerdi. Bu yüzden misyon yolculuklarının önemli bir özelliği vardı. Paulus’un rotası üzerinde uğradığı kentler takip edildiği zaman, Anadolu’daki Yahudi yerleşim merkezleri saptanabilmekteydi.

Paulus’un misyon gezileri sırasında Anadolu ve Balkanlar’da izlediği rotalar.
DİASPORA YAHUDİ TOPLULUKLARININ KÜLTÜREL ÇEŞİTLİLİĞİ

Yahudilerin sürüldükleri coğrafyalarda yüz yüze geldiği ilk sorun vatansızlık olgusuydu. Yerleştiği ya da yerleşmek zorunda bırakıldığı ülkelerde bazen yasal engeller bazen hoşgörü bazen de zulüm ile karşı karşıya kalan Yahudi göçmenler ya da sürgünler, kimi zaman geçici kimi zaman kalıcı olmak koşuluyla onay gören varlıklarının güvenilirliğini pek çok kez kanıtlamak gereksinimi duydular. Esasen amaç, toprakta kök salmak olanağını yakalamak, vatandaş olabilmekti. Böylece zaman zaman zorunlulukların baskısı altında, zaman zaman bilerek, isteyerek yaşadıkları çevrenin kültürüne özgü unsurları yüzyıllar içinde bünyelerine katıp özümsediler. Göçmenlerin yaşadığı her coğrafyada, her ülkede, o coğrafyanın ve o ülkenin kültürüyle harmanlanmış Yahudi toplulukları oluştu. Gerçi sürgündeki Yahudi diasporasının ayrıcalığı kolektif hafızaya ve kolektif bilince sahip olmasıydı. Evet ‘vatan’ yoktu ama ‘Mesih ve dönüş’ inancı vardı. Ancak yeni oluşumlar Yahudi din alimlerini yeni bir endişeye doğru yöneltti: Ortak Yahudi kimliğinin kaybedilmesi tehlikesi. Böylece, aile ve nesep ilişkisini öne çıkarmakla başlayıp yüzyıllarca süren yapılanma çalışmalarıyla devam edecek olan bir dizi önlemler silsilesine başvuruldu. Dini yapılanma Babil Sürgünü sırasında başladı. İlk sürgün sonrası II. Mabet döneminde de devam etti. Sözlü Tora’nın gerisinde yer alan ikincil manasını ortaya koyma iddiasıyla Yorum Geleneği’ni başlatan Yahudi Din Mahkemesi (Sanhedrin), dönemin ürünüydü. Gerek Kudüs’te ve çevresinde gerek Babil’de kurulan din akademilerinde Tora’yı yorumlamak suretiyle Yahudi sözlü geleneğinin yazılı Talmud, olarak şekillenmesini sağlayan, aynı zamanda bugünkü şekliyle sinagoglarda icra edilen düzenli ibadet geleneğini başlatan din âlimi sınıfı; önce Kudüs sonra da Babil Talmudu’nu oluşturdular. Diasporada Yahudi sosyal kurumlarının kurulması, dilin korunması, dini değerlerin korunması, sosyal normlar, vatan anlatıları ve Diaspora Yahudi cemaatlerinin yaşadıkları kentlerdeki diğer gruplarla asgari temas bazında izole edilmesi gibi uygulamaların ana hedefi ise, Yahudi halkının dini ve etnik topluluk olarak devamını sağlamaktı. Bu hedef doğrultusunda Yahudi topluluklarının yaşadığı her kentte sinagoglar, okullar, mezarlıklar, sosyal kurumlar, ritüel arınma havuzlarının (mikveler) yer aldığı hamamlar, koşer gıda satan dükkanlar, kasaplar ve bir döngü içindeki göçmenler özellikle de yoksul Yahudi göçmenler için sosyal konutlar (Yahudihaneler ve Kurtijolar) inşa edildi.

Manisa Akhisar Oteli, İzmir’de halen mevcut tek klasik Kurtijo örneğidir.

Osmanlı döneminde, Anadolu’da Yahudi topluluklarının yerleşik yaşam sürmediği bir kent neredeyse mevcut değildi. Üstelik 19’uncu yüzyılda bu yerleşim skalasına küçük kasabalar ve köyler de eklendi. Konu, oldukça uzun bir süreci ve geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Dolayısıyla Anadolu’daki Yahudi topluluklarının kültürel çeşitliliğine ilişkin, çoğunlukla İzmir örneği üzerinden açıklama yapmayı uygun buldum. Dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun Yahudi topluluklarının göçlerle beslenip büyüdüğü ve geliştiği ya da tam tersi bir süreç izleyip göçlerle azaldığı ve hatta yok olduğu aşikardır. Smyrna (İzmir) kenti de Antik dönemden itibaren Yahudi göçüne maruz kaldı. Başlangıçta kentte Romaniotlar yaşamaktaydı. Sonra Yakın Doğu ve Orta Doğu kökenli Mizrahiler (Doğulu Yahudiler/muhtemelen Maaravi / Kuzey Afrika ve Müsteribe/Yemen vb.) Yahudileri) ile Orta Avrupa kökenli Yahudiler (Aşkenazlar) ve Karaim geldi. Başlangıçta İzmir’e gelen Yahudi topluluklarının tümü zaman içerisinde baskın Romaniot kültürünün etkisi altına girerek Romaniotlaştı. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra kalabalık bir Sefarad grubu kente yerleşti. İspanya kökenlilere önemli bir Portekiz (Converso/Dönme) göçmen grubu ve Frankos grubu da dahil olunca İzmir’de diğer Osmanlı kentlerindeki benzerlerini büyüklük, zenginlik ve yaratıcılık açısından kat kat aşan bir Yahudi cemaati oluştu. Zamanla, İzmirli Yahudilerin hepsi zengin Sefarad kültürünü benimseyerek Sefaradlaştı. En son gelen Rusya ve Doğu Avrupa kökenli Aşkenazlarda sözünü ettiğim kültürel asimilasyona dahil oldu ve İzmir Yahudileri, Sefarad Yahudileri olarak anılmaya başlandı.

İzmir Hahambaşılık ofisinin de yer aldığı eski Hahamhane yapısının havadan görüntüsü.
ROMANİOT

Romaniotlar, antik dönemde Anadolu’ya yerleşen ve varlığını Helen ve Roma dönemlerinde devam ettiren Yahudilerdi. Romaniot sözcüğü de Bizans İmparatorluğu’nda Konstantinopolis, Balkanlar ve Anadolu’da yaşayan Yahudi nüfusunu, o soydan gelenleri ve kültürlerini tanımlamak için kullanıldı. Romaniotların adları (Yosef/Iosefus/Ιοσεφυσ) ve sinagoglarının adları Grekçeydi (Eklesia/Εκκλησια). Özellikle İstanbul’daki sayıları oldukça yüksekti. Dini ritüellere ilişkin dualarının büyük bir bölümü İbranice-Grekçe kaleme alınan Maḥzor Romania’da toplanmıştı. Alfabe olarak kullandıkları dil, Aramice ya da İbranice değil, Grekçeydi. Bu dil, İbranice ile Yunanca karışımıdır ve günümüzde Judeo Grekçe olarak adlandırılır. Anadolu’daki varlığı MÖ 6’ncı yüzyıla dayanan bu köklü topluluğun cemaat organizasyonu da 17’nci yüzyıla kadar Osmanlı Yahudileri tarafından kullanıldı. Romaniotlara ait cemaat organizasyonu, İslam ülkelerinde yaşayan Yahudi cemaatlerinin yaklaşık olarak Orta Çağ’dan beri sahip olduğu ve uyguladığı geleneksel bir yönetim biçimiydi. Buna bir çeşit Derebeylik Sistemi de denilebilir. 17’nci yüzyıldan itibaren Osmanlı Yahudilerinin yaygın yönetim biçimi, İber Modeli şekline dönüştü. Bu sistemle birlikte büyük kentlerde yaşayan Yahudi cemaatleri kent içinde bir araya gelip birleşerek temel dinî gereksinimleri karşılayacak esnek bir dinsel topluluk yapısı oluşturdular.

MİZRAHİM (MAARAVİM VE MÜSTERİBE)

Mizrahim adı verilen doğu coğrafyasına mensup Yahudiler de Anadolu’ya yerleştiler. Doğu ve güneydoğu kentleri ağırlıkta olmakla beraber İzmir’e ve İstanbul’a da göç ettiler. Ticaretin her koluyla yakından ilgili olan Yahudiler için ticari aktivitenin yoğun olduğu liman kentleri cazibe merkezleriydi. Aralarında Kuzey Afrika, Tsafet, Bağdat ve Yemen kökenli Yahudilerin olması muhtemeldir. Dolayısıyla gelenler; Arap kültürünü benimsemiş, Arapça bilen ve konuşan Yahudilerdi. Bu konuda bir örnek vereceğim. 1590’lı yılların başında Tsafet’ten İzmir’e gelen Rabbi Yomtov Tzahalon, kentteki Yahudi varlığından söz eder. Kendisine, Afiya adlı dul bir kadınla Süleymanoğlu Nojim adlı erkeğin evliliği konusu danışılır. Henüz bir cemaat yapısına kavuşmamış olan bu toplulukta, … ne bir haham ne bir lider ve ne de yasalar (takkanot) mevcuttur… Afiya ve Nojim, Anadolu’da kullanılmayan adlardır. Buna karşın bu adlar Arapça konuşulan coğrafyalarda yaygındır. Adları zikredilen şahısların her ikisi de muhtemelen Tsafet, Bağdat, Kuzey Afrika ya da Yemen kökenli Yahudiler olabilir.

KARAİM (KARAYLAR/KARAİT)

8’inci yüzyılda Bağdat’ta doğan bu topluluk Yahudiliğin bir mezhebidir. Tora’dan başka kitaba inanmayan topluluğun adı, İbranice kar’a (oku) sözcüğünden türemiş olup okuyanlar anlamındadır. 9’uncu yüzyıla dek bölgede yoğunlaşan ve büyüyen topluluk, Konstantinopolis (İstanbul), İskenderiye ve Kudüs’e göç etti. Bizans döneminde büyüdü ve gelişti. Herhangi bir kaynakta İzmir’e gelişlerine ya da geliş nedenlerine ilişkin bir bilgi yok. Sadece bir kaynakta 17’nci yüzyılda İzmir’de Karaim varlığından söz ediliyor. İstanbul’da ise, oldukça büyük bir topluluk olarak varlıklarını günümüze değin sürdürdüler. 

SEFARADİM

İber Yahudiliğinin 15’inci yüzyılda ileri gelen bilim insanlarından biri olan Rabbi Don Isak Abarbanel, Babil kralı Nebukadnezzar’ın Birinci Tapınağın yıkılmasından sonra Yahudileri köle olarak İspanya’ya götürdüğünü yazar. İspanyol Yahudiliğinin en eski belgelenmiş tarihi ise Romalıların Kudüs’teki İkinci Tapınağı yıkıp on binlerce Yahudi’yi yanlarında köle olarak Avrupa’ya götürdüğü ve bunlardan bazılarının İspanya’ya yerleştiği zamana uzanır. İspanya’nın güneyindeki Adra şehrinde1783 yılında bulunan bir mezar taşı, MS 2’nci yüzyıla aittir. Mezar taşı üzerindeki kitabede, bir bebeğin adı geçer ancak adın büyük bir bölümü silinmiştir: Süleyman’ın kızı, bir yıl dört aylıkken öldü, bir Yahudi. Her ne kadar bu erken dönem Yahudi yerleşimleri hakkında bilinen az olsa da Tàrraco nekropolünün lahitleri, Roma İspanya’sında MS 200’lerden itibaren yaşayan bir Yahudi topluluğu olduğunu ortaya koyar.

Anadolu’ya Sefarad göçlerini, iki farklı grupta değerlendirmek yararlı olur. İlk grup, 1492/97 sürecinde İber Yarımadası’ndan kovulduktan sonra Anadolu’ya gelip yerleşenlerdir. Diğer grup ise 1492, 1497 ve 1540 tarihlerinde İspanya’dan ve Portekiz’den ayrılmak zorunda kalan ve Kuzey Afrika kıyılarından Orta Doğu’ya, Kuzey Batı Avrupa’dan Akdeniz Havzası’na kadar uzanan geniş bir coğrafi alana yerleşen Yahudilerdir. Gerçi aralarında doğrudan doğruya Anadolu kentlerine göç etmeyi yeğleyenler de vardı ama sayıları diğer gruba göre daha
azdı. Başta Hollanda olmak üzere Marsilya, Kuzey ve Orta İtalya’nın şehir devletleri ile Napoli, Roma ve Papalık prenslikleri, vergileri ödemek ve ülkenin genel huzurunu bozmamak koşullarıyla Yahudilere nispeten dostane davrandı. Toskana Büyük Dükü Ferdinand, 10 Temmuz 1593 tarihinde Livorno kentini ve Livorno limanını serbest bölge ilan etti. Ayrıca Ferdinand, Diaspora Yahudilerine önemli haklar vaat etti: Her türlü zulümden (özellikle Engizisyondan) koruma, Hıristiyan olma koşuluyla topraklarına girmeden önce başka ülkelerde işlediği iddia edilen suçlar için af, vergiden muafiyet, oy kullanma hakkı ve en önemlisi Yahudilik inancını, saldırı korkusu olmadan toplum içinde serbestçe yaşama hakkı. Hıristiyan baskısı ve Engizisyondan dolayı zulüm korkusu yaşayan pek çok Yahudi, Livorno’ya göç etmeyi yeğledi. Portekiz Yahudileri için Kuzey Avrupa’daki merkez Amsterdam’dı. Livorno ise Avrupa’nın güney kesiminin merkezine dönüşmüştü. Livorno Büyük Dükü Ferdinand, o zamana değin yakındaki şehir devletlerinde, prensliklerde ve Papalık Devletinin mülklerinde ikamet etmekte olan Portekiz ve İspanya kökenli Yahudileri, kendi topraklarına bilinçli olarak davet etmişti. Davete icabet edenlerin arasında, o tarihe kadar Osmanlı kentlerinde ikamet eden ve bu arada Yahudiliğe geri dönen Portekizli Yahudiler (Conversos) ile eski Portekizli Yahudiler/Yeni Hıristiyanlar da vardı. Portekiz kökenli Yahudilerin Osmanlı sınırları içerisinde yerleştikleri başlıca kentler; İstanbul, Selanik, Edirne ve Tsafet’ti. En çok tercih edilen ise Selanik oldu. Bu kentte Francos topluluğu ile kaynaştılar, hatta zamanla onların cemaatine dahil oldular. Francos, 1497 ve 1540 tarihlerinde, Portekiz’den ayrıldıktan sonra Marsilya ve Bouyon’a yerleşen Yahudilerdi. Bunlar, bu iki kentte birkaç nesil yaşadıktan sonra Osmanlı topraklarına, özellikle de İstanbul’a, Selanik’e ve İzmir’e göç etmişlerdi. 19’uncu yüzyılda, Osmanlı Yahudileri için farklı bir tanımlama yapılmaya başlandı. İber Yarımadası’ndan kovulduktan sonra Hamburg, Amsterdam ve Londra gibi Batı ve Orta Avrupa’nın büyük kentlerine yerleşen ve bu kentlerden ayrılmayan Sefarad Diasporası Batı Sefarad Diasporası olarak tanımlandı. Yarımadadan ayrıldıktan sonra ya doğrudan ya da farklı Avrupa kentlerinde ikamet ettikten kısa bir süre sonra Osmanlı devleti sınırları dahilindeki kentlere yerleşen ve 19’uncu yüzyıla gelindiğinde sosyoekonomik ve kültürel açıdan Batı Sefarad diasporasından oldukça geride olan Sefarad göçmenlerinin unvanı ise Doğu Sefarad Diasporası oldu.

AŞKENAZİM (AŞKENAZLAR)

Roma tarafından, özellikle MS 70’te İkinci Tapınak yıkıldıktan sonra Orta ve Doğu Avrupa’ya sürülen İsrailoğullarıdır. Kullandıkları dil Yidiştir. Bu terim Orta Çağ’da Batı Almanya’da, Kuzey Fransa’da yaşayan ve Ren Nehri boyunca yerleşim yerleri kuran Yahudi yerleşimciler için de kullanılmaya başlandı. Geç Orta Çağ’da, antisemitizm ve ayrımcılık sebebiyle Aşkenazi nüfusunun çoğunluğu sürekli olarak Doğu Avrupa’ya doğru kaydı. Bugünkü Belarus’un bazı bölümlerini içeren Polonya Litvanya topluluğu coğrafyasına taşındı ve bu bölgede yayıldı. Aşkenazler, Avrupa’nın ticaretine, felsefesine, edebiyatına, sanatına, müziğine ve bilimine önemli katkılarda bulundular. Anadolu’ya gelen Aşkenaz göçmenleri, iki farklı kategoride değerlendirmek gerekir. İlk kategoride yer alanlar, Almanya/Avusturya ve Orta Avrupa kökenliler; ikinci kategoridekiler ise Rusya ve Polonya kökenlilerdir. Nitekim, İzmir’e yerleşen Alman Yahudilerinin sinagogları ve cemaat organizasyonu da Rusya ve Polonya göçmenlerinden farklıdır.

İzmir’deki Manisa Akhisar Oteli (Kurtijo), ikinci kat odalar önündeki koridordan görünüm.

Rozanes, Osmanlı topraklarındaki Aşkenaz yerleşiminin başlangıç tarihi için II. Murat dönemini (1421-1451) işaret eder. Aşkenaz yerleşimcilerin sayısındaki muhtemel artış Bavyera Krallığı’nın Yahudileri kovduğu yıl olan 1470’te başlamış olmalıdır. Ancak Rozanes’in verdiği bu bilgi İstanbul kentine ilişkindi. İzmir’de 17’nci yüzyılda Aşkenaz varlığına ilişkin çok az kanıt bulunur. Rabbi Eliyahu Hakohenİtamar, İzmir’e geldiği zaman eğitimli ve kültürlü Aşkenazlarla karşılaştığını yazar. Fakat İzmir’in 15’inci yüzyıla özgü Aşkenaz göçünden nasip alıp almadığına ilişkin Rabbi Eliyahu Hakohenİtamar’ın anıları hariç somut bir veri bulmak mümkün değildir. Rusya ve Polonya Yahudilerinin Anadolu’ya göçü ise 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında başlar. Özellikle yüzyılın ikinci yarısında Rusya, Almanya ve Romanya’da meydana gelen Yahudi aleyhtarı gelişmeler yüzyıllardan beri bu ülkelerde yaşayan Yahudileri göçe zorlayacaktı. Rusya’da yaşayan Yahudiler, 1791 yılından itibaren ayrımcı ve kısıtlayıcı muameleyle karşılaştılar. 1791 ile 1881 yılları arasında, kısmen özgür bir yaşam sürdürebilen Rusya Yahudilerinin bu sözde özgürlüğü, II. Aleksandr’ın öldürülmesinden sonra tamamen sona erdi. 1881 yılından itibaren Rusya’da Yahudileri hedef alan pogromlar başladı. Tahta çıkan III. Aleksandr’ın Rus Ortodoks milleti yaratma politikası, Rusya Yahudilerini ya Ruslaşma ya da yaşadıkları topraklardan göç etme tercihi ile karşı karşıya bıraktı. Rusya’dan ayrılan ve Anadolu’ya gelen göçmenlerin bir kısmı kalıcı olarak İzmir, İstanbul, Selanik gibi Yahudi nüfusun yoğun olduğu kentlere yerleştirildiler. Söz konusu kentlere geçici olarak yerleşenler, bulundukları yerlerdeki misafirhanelerde ya da sinagoglarda bir süre kaldıktan sonra Filistin’e göç etmeyi yeğlediler. Büyük kentlerde kalanlar yoksuldu. Bir kısmı tarım faaliyetine yönlendirildi. Ancak tarım alanlarında olumsuz koşullar çocuklu ailelerin yaşamını zorlaştırdı. Çok az aile tarım sektöründe varlığını devam ettirdi. Diğerleri kentlere geri döndü.

GÖÇMEN KONUTLARI (KURTİJOLAR VE YAHUDİHANELER)

Yahudi diasporasına özgü Kurtijo ve Yahudihane olarak adlandırılan toplu konutlar, MÖ 8’inci yüzyıldan itibaren kısmen, MÖ 6’ncı yüzyıldan itibaren topluca, sürgün baskısıyla yüz yüze gelen bir topluluğun farklı coğrafyalarda, yüzyıllar içerisinde edindiği deneyimler eşliğinde geliştirdiği barınma yöntemlerinden biridir. Bir başka deyişle bu yapılar, göçe aşina olan Yahudi diasporasına ait pratik düşünce yapısının sosyolojik ve mimari alanlardaki yansımalarıdır. Gittikleri kentlerde onlara tahsis edilen dar bir bölgede olabildiğince fazla sayıda ailenin barınma, güvenlik, su, gıda ve ibadet gereksinmelerini karşılayacak yapı kompleksleri oluşturdular. Göç eylemi söz konusu yapı silsilelerinin ortaya çıkışına sebep olan ana etkendi.

Kurtijo, İspanyolca kökenli bir sözcüktür. Kırsal alandaki çiftlik evi anlamına gelir. Öte yandan, Kurtijonun Ladino dilindeki karşılığı, avlu, sahanlık ya da taşlıktır. Kısacası Kurtijo sözcüğünün taşıdığı anlam ve bu anlamla eşgüdümlü olan kullanımı tamamen Osmanlı Sefarad Yahudilerine özgüdür. Kurtijoların kökeni, Orta Doğu olmalıdır. MÖ 6’ncı yüzyılda ilk Süleyman Tapınağı’nın yıkılışının ardından sürgün edilen Diaspora Yahudilerinin bir bölümü İber Yarımadası’na yerleşir. Muhtemelen toplu konut fikrini de bu coğrafyaya taşımış olmalılardır. Kurtijoların sahip olduğu ortak özellik, büyük giriş kapıları ve bu kapılardan geçilerek ulaşılan geniş avlulardır. Yapılarda, Akdeniz iklim özellikleri ön plana çıkar ve mekansal kurgu Akdeniz özelliklerinden etkilenir. Özellikle açık alan kullanımı önemlidir. Avlunun ortasında bir su kaynağı ve narenciye yer alır. Avlunun etrafına ise peş peşe 8-10 metre karelik son derece küçük odalardan ve önlerindeki koridor benzeri galerilerden oluşan iki ya da üç katlı yapılar inşa edilir. Odalarda ne lavabone banyo ne de tuvalet mevcuttur. Ortak kullanım alanı olan avluda yer alan tuvalet, kuyu (çeşme ya da tulumba) Kurtijo sakinlerinin tamamının gereksinimlerini (yüz yıkama, yemek pişirme, çamaşır, bulaşık) karşılar. Bugün İzmir’de hala ayakta olan Manisa Akhisar Oteli, Kurtijolar için ideal bir örnektir.

Kurtijolardan farklı mimari özelliklere sahip olan Yahudihanelere, İbranice dirot (daireler) adı verilir. Bu yapılar, birbirine yaslanan hatta tren vagonlarını andıran yan yana küçük dairelerden ya da küçük müstakil evlerden oluşur. Her bir konutun sadece bir bölümünde küçük bir mutfak alanı mevcuttur. Yapı kompleksinin ortasında ise dar bir sokak bulunur. Özellikle kente çok fazla Yahudi göçmenin geldiği yıllarda, acil barınma gereksinimlerini karşılamak amacıyla söz konusu yapılara mimari müdahaleler eşliğinde eklemeler yapılmıştır. Böylece her Yahudihanenin birbirinden farklı bir çehre kazandığı söylenebilir. Sokak etrafında şekillenen Yahudihanelerin kimi I biçimi kimi U biçimlidir. Kimi ise ortada ortak bir sokak, sokağın iki yanında bir veya iki katlı evlerden ve avludan oluşan T tipi bir yaşam alanına dönüşür (Taş Kurtijo).

Ayrıca organik olarak oluşturulmuş bir sokak dokusu etrafında kurulan Yahudihaneler de mevcuttur. Birbirinden bağımsız fakat yan yana inşa edilen evlerin hepsi bir arada büyük ölçekli bir yerleşim alanı oluşturur. Sokağın oluşturduğu desende sokak belirli yerlerde genişleyerek küçük oturma alanlarına açılır ve bu alanlarda narenciye ağaçları yer alır. Bu tip oluşumun tek örneği Paşa Yaakov Yahudihanesi’dir (Cevahir Han).

İzmir’deki Yahudihaneler, Yahudilerin İzmir’e ilk yerleştiği 1590’lı yıllardan itibaren inşa edildi. Hatta Bizans döneminde dahi mevcut olmaları mümkün görünüyor. Kurtijolar ise İber kökenli Yahudilerin kente gelişiyle birlikte 17’nci yüzyılın başlarında inşa edilmeye başlandı. Her iki yapı örneğinin sayıları 18’inci yüzyıldan itibaren hızla arttı. Bu artış, İzmir’e gelen Yahudi göçmenlerin sayılarındaki artışla doğru orantılıydı. Özellikle 18’inci yüzyıldan itibaren kitleler halinde kente gelen yoksul Yahudi nüfus, konut sorununu da beraberinde getirmişti. Diasporanın yaşadığı pek çok ülkede mevcut iktidarın, idaresi altında olan topluluklara yönelik tutumu ve onlardan talep ettiği yaptırımlar kentlerin topografik yapısına yansımaktaydı. Osmanlı döneminde Anadolu’da kentler, sınırları içerisinde yaşayan toplulukların dini ve etnik kimliklerine göre şekillenmiş olan mahallelere ayrılmıştı. Bunun sebebi, Osmanlı yönetiminin güvenlikle ilgili denetim kolaylığını sağlayabilmek amacıyla dinsel cemaatlerin fiziksel çevresine sınırlama getirmesiydi. Böylece toplulukların özel alanlara yerleşip orada kalmaları sağlanmıştır. Ancak bu ayrım gettovari bir ayrım değildi. Fakat adeta görünmez bir engel mevcutmuşçasına dinsel topluluklar kendilerine ait sınırlar dışına da çıkmıyorlardı. İzmir Yahudi Mahallesi’nin sınırları da bir yandan Ermeni ve Müslüman mahallelerine diğer yandan Kemeraltı Çarşısı’na dayanmaktaydı. Kısacası Yahudi Mahallesi’nin genişleme olanağı yoktu. Böylece göçlerle artan nüfusun barınma ihtiyacını karşılamaya çalışan mahalle, kendi içerisinde şişerek büyüme eğilimi gösterdi. Bunun anlamı ya daha fazla Kurtijo ve Yahudihane inşası ya da mevcut Yahudihanelere mimari müdahalelerle ek yapıların eklenmesiydi. Bu nedenle farklı mimari unsurları bünyesinde barındıran Yahudi sosyal konutları oluştu.

Şimdiye değin Akdeniz Havzası’ndan, Avrupa’dan, Orta Doğu’dan ve Rusya’dan Anadolu’ya gelen Yahudi göçmenlerden söz ettim. Ayrıca Anadolu kentleri arasında da dönemsel ve yoğun Yahudi göçleri mevcuttu. Bu göçleri daha iyi kavramak ve değerlendirebilmek için, Osmanlı bürokrasisinin gayrimüslim tebaasıyla olan ilişkileri, toplumsal ihtiyaçlar, gelenekler, siyasal olaylar, doğa olayları, felaketler, güvenlik endişeleri, Cumhuriyet Türkiye’sinin vatandaşlarına getirdiği yükümlülükler ve tanıdığı haklar bağlamında, Anadolu Yahudilerini mercek altına alalım. Aile bağları, hareket serbestisi, doğal afetler siyasi gelişmeler (savaşlar, ayaklanmalar, sürgün, güvenlik kaygısı, sürgün, kovulma) yeni olanak arama eğilimi, tipik göçmen kararsızlığı, ekonomik koşullardaki güvensizlik ortamı Yahudilerin göç sebepleri olarak ana başlıklar halinde sayılabilir.

Türkiye Cumhuriyeti döneminde, 1922 ile 1924 tarihleri arasında, 1928, 1934, 1942, 1948 ve 1955 yıllarında, yüzyıllardan beri Anadolu’da yaşayan Yahudilerin vatanlarından ayrılarak Amerika, Avusturalya, Avrupa, Afrika kıtalarına ve yeni kurulan İsrail Devleti’ne kitlesel göçlerine şahit olundu. “Peki Anadolu, hala farklı dine ve etnisiteye mensup topluluklar için cazip bir coğrafya mıydı? Hala göç alıyor muydu? Eğer göç alıyorsa, göçmenlerin dini ve etnik kökeni neydi? Aralarında Yahudiler var mıydı?” 2002 tarihinde, ABD’nin başlattığı Irak Harekatı ve Irak’ı işgali, Orta Doğu’nun siyasi, sosyal ve stratejik yapısında meydana gelecek büyük değişikliklerin başlangıcıydı. Irak, Afganistan, Libya, Suriye’deki savaşlar ve ardından gelen işgallerle parçalanan büyük bir coğrafya; bu ülkelerin halklarını göçe zorladı. Milyonlarca Müslüman ve Hıristiyan aile, daha güvenli bir ortamda, daha iyi sosyal ve ekonomik koşullar altında yaşam umuduyla Anadolu’ya göç etti. Anadolu’ya gelenlerin bir bölümü kalıcıydı. Bir bölümü ise, Anadolu’yu transit bir mekan olarak kullanıp, buradan Avrupa ve Amerika kıtalarına göç etme arzusundaydı. 7 Ekim 2023 tarihinde İsrail’de meydana gelen terör eyleminde 24 saat içinde katledilen binden fazla sivilin varlığı ve ardından İsrail’in Gazze saldırısı; hem terör eylemine bizzat şahit olup sağ kurtulan ailelerin, hem de füze saldırılarından dolayı güvenlik endişesi duyanların İsrail’i terk etmesine yol açtı. Bu ailelerin bir bölümü Avrupa ve ABD kentlerine göç ederken, bir bölümü de Anadolu’ya geldi. Anadolu’ya yerleşen veya transit olarak kullanan Yahudi aileler dışında, şiddetli Gazze bombardımanı ve saldırılarından kaçan Filistinli ailelerin de Anadolu’ya yerleştiğini göz önüne alırsak; Böylece 21’inci yüzyıl, göçler ve göçmenler çağı olarak tarihe geçti diyebiliriz. Anadolu ise, yüzyıllardan beri süregelen sığınak ve köprü işlevini yerine getirmeye devam ediyor.

*Dr.

(HABER MERKEZİ)