Göçmenliğin ağır bedellerini kimler ödüyor?
Doğru olan sığınmacıları iki nesil sonra Türkiye’nin özgün yurttaşları, varlığımızı zenginleştirecek öz yurttaşımız belleyerek binlerce entegrasyon projesi yürütmek olmalı.
Seyfi Elçiboğa
Mevzumuz Türkiye’de yabancı düşmanlığı üzerine yükselen ırkçılık dalgası. “Otobüs ve trene bindirip sınır ötesine götürüp salacağız” ya da “Hiç merak buyurmayın Suriyelileri gönüllü olarak ülkelerine göndereceğiz” söylemi ton farkıyla aynı popülist söylem. “Sınır güvenliğini istemek neden ırkçılık olsun” demekle bir işte çalışan göçmen için “işimizden ettiler”, iş bulamadığı için sosyal yardım alan göçmen için “devletten besleniyor” demek ton farkıyla aynı söylem. Çünkü hiçbir TV programında göçmenleri savunacak saha çalışanı uzmana ya da göçmen temsilcilerine rastlayamazsınız. Sosyal medya ve TV’lerde, otobüslerde, kamu kurumlarında sürekli sözlü sataşmaya uğrayan göçmenler savunmasız.
Türkiye dünyanın en uzun 3.duvarını sınırlarına inşa etti. Sınırlardan geçişleri azaltmak yüklü harcamalarla mümkün. 2.949 km kara sınırına her 150 metrede nöbetçi dikilebilirse bu iş için bir hesaba göre 19.660 nöbetçi kulübesi inşa edilmeli ve 78.640 personel çalıştırmalı. Bu da yıllık tahmini 14 milyar TL bütçe ayırmayı gerektirir ki bu rakam 2022 yılı İçişleri Bakanlığı’nın bütçesine denktir. Bunu yapmak görüldüğü gibi mümkün değil. Bu nedenle “sınırlardan tek bir kaçak insan geçirmeyeceğim” diyenler doğruyu söylemiyordur, asla itibar etmeyin.
Halkı, göçmenler için “sessiz istilacılar” yakıştırması yaparak korkutan ırkçı siyasetçilerin abartılı rakamlarını kaale almamak lazım. Zira göçmenlerle çalışan sivil ve resmi kaynaklara göre kayıtlı 5,3 milyon ve kayıtsız 1 milyon olmak üzere 6,3 milyon yabancı uyruklunun yaklaşık bir milyonu eğitim veya iş vizesiyle Türkiye’de bulunan kişiler. Yani kaçak veya kayıtlı sığınmacı sayısı 5 milyon civarında. Bu boyutta bir göçmen nüfusun 84 milyonluk Türkiye için zorlayıcı olduğu muhakkak ancak 6,3 milyon yeni tüketicinin ekonomiye katkısı da inkâr edilemez. Örneğin erkek ağırlıklı diye tarif edilen Suriyeli sığınmacıların aslında yüzde 72’si kadın ve çocuklardan oluşuyor. Ve yine saha verilerine göre kadın nüfusun çalışmayı tercih etmediği, çalışabilir durumda olan nüfusun ise, 24-59 yaş aralığı, 1 milyon civarında olduğu gerçeğini vurgulamak gerek. 2016 yılında çalışma izni verilen sığınmacıların sadece 50 bini bu izne sahip olduğu halde sanayi ve tarımda yaklaşık 1,5 milyon kaçak çalışanın olması bu insanların ucuz iş gücü kaynağı olarak sömürüldüğünün ispatı. O zaman sorulması gereken bu insanlar adına çalışma izni başvurusunu neden işverenin yaptığıdır. Sigortasız, düşük ücretli, hiçbir güvencesi olmadan emek yoğun işlerde çalıştırılan göçmenlerin imalat gibi kimi iş kollarında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını işlerinden ettiği bir yanılgıdır. Doğrusu yanlış entegrasyon politikası sayesinde bu insanlar bilinçli olarak hükümet tarafından ucuz iş gücü kaynağı olarak işverenlerin tüketimine sunuldu. Kaldı ki yapılan anketlerde Suriyeli sığınmacıların sadece yüzde 14’ü Türkiye’ye geldikten sonra gelirinin arttığını ifade etmiş, oysa yüzde 63’ü gelirinin azaldığını söylemiş.
İktidarın yanlış ekonomi politikalarının yoksulluğa sürüklediği halkta öfke birikti. Bu öfkeyi sığınmacılara yönlendirmek için krizin sebebi olarak göçmenleri göstermek iftiradır. Ayrıca tehlikeli ve öngörülemeyecek bir kaosa sebep olabilir. Eğer bir yoksullaşmadan söz edilecekse sığınmacıların bu krizde daha da yoksullaştıkları acı hakikati hatırlanmalı. Üstelik kimseye cevap veremezler, kavga edemezler; en küçük hatalarında sınır dışı edilmekle karşı karşıya kalırlar. Korkuyorlar ve bu saldırgan politikalara karşı uyum projelerine katılmaktan vazgeçerek entegrasyon sürecinden kopuyorlar.
ABD, bir göçmeni ülkesine zorla geri göndermenin maliyetini 15-20 bin dolar, gönüllü olarak geri göndermenin maliyetini ise 7,5-12 bin dolar olarak hesaplamış. Konya büyüklüğündeki Danimarka üç yıldır kişi başı 21-29 bin euro ödeme yaparak iki yılda 400 mülteciyi ülkesine geri dönmeye ikna edebildi. Geride kalanların bir kısmını cezaevine attığı halde. İngiltere Ruanda’ya 156 milyon sterlin karşılığında mülteci yollayacakmış. Türkiye, Suriye’de briket evlerle köy ve ilçeler kurup Suriyelileri geri gönderecekmiş. Kaldı ki Suriye Hükümeti bu adımı kabul edilemez bulduğunu ilan etmişken. Bu adımlar özcesi gelmeyi düşünen yeni göçmenler için caydırıcı olmayı hedefleyen işe yaramaz, acımasız ve popülist adımlar.
Göçün hem sosyal hem de ekonomik açıdan oldukça ağır bedeli var. Hem göçmen için hem de göç edilen ülke için. Sınır güvenliği milyonlarca göçmenin ülkeye girişini engelliyor. Yüzbinlerce göçmen sınır dışı edildi, ediliyor ama sahada çalışan uzmanlar iyi bilirler ki sınır dışı edilmiş sayısız göçmen tekrar geri geldi, geliyor. Popülist politikacıların çözüm diye ortaya koydukları safsatalara takılmamalı. Diyelim ki milyonlarca Suriyeli geri dönmeye ikna oldu, kaldı ki yüzde 77,8’i dönmek istemiyor, otobüslere bindirip sınıra kadar götürüldüler. Sonra bir yolunu bulup yine geri gelecekler. Diyelim ki geri dönmeyi reddettiler, tüm kamusal hizmetlerden men edildiler yine de dönmek istemediler, yaşlı, kadın, çocuk demeden milyonlarca insan otobüse nasıl bindirilecek? Yeni bir tehcir vakasıyla dünyayı karşısına almak, BM tarafından yaptırıma uğramak bir yana, ortaya çıkacak korkunç tablonun tarihte yer alacağı ve ileride daima Türkiye’nin karşısına bir utanç abidesi olarak konacağı düşünülemiyor mu? 3,7 milyon insana 600 bin briket ev inşa etmek en iyi ihtimalle 10 yıl sürer. “Gidecekler” diyerek halka hayal satmak yerine bilimsel, rasyonel söylem ve uygulamalarla sorun hafifletilebilir.
Bugün, 1989’da Türkiye’ye göçen Bulgaristan muhacirleri nasıl entegre oldular bir hatırlayalım. Aydan Şener ile Mine Çayıroğlu’nun başrolünü oynadığı “Yeniden Doğmak” filminin, Aysel karakterinin halk üzerindeki etkisini anımsayalım. Naim Süleymanoğlu’nun madalyalarının etkisini ekleyelim. Avrupa’da çoğu ülkede Türkiye kökenli yurttaşlar nasıl ki belediye başkanı, bakan, sanatçı veya çok başarılı futbolcular oldularsa ülkemizdeki sığınmacılar arasında da Türkiye’yi başarıyla temsil edecek insanlar mutlaka çıkacaktır.
Avrupa’nın en kalifiye sığınmacıları kabul edip geri kalanı Türkiye’de kaderine terk ettiğine dair elimizde bir veri yok ama örneğin Suriye’nin en ünlü mimarı dahil çok değerli akademisyenlerinin Türkiye’de kalabilmek için ciddi çaba sarf ettikleri halde kendilerine yıllarca olanak verilmediği için gelen davetleri kabul ederek Avrupa’ya gittiğine dair örnekler biliniyor. Kimi ırkçı yapılar Avrupa’daki Türkiyeli göçmenlerin başarısıyla övünürken bugün sığınmacılara dair yalan yanlış haber yaymayı meslek edinmişler. Şayet sığınmacıların oy kullanma hakkı olsaydı emin olun bu çevreler bu kadar nefret yaymak yerine kardeşlik ve hoşgörüden söz edeceklerdi.
Suriye’de yaşanan yıkım ve tahribat 1,2 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Uzun bir süre inşa edilemeyecek kadar büyük bir zarar... Üstelik Esad rejimi ile daha fazla barışçıl politikalar ile eş güdümlü adımlar atılsa bile yaşanan travmalar yüzünden sığınmacılar için yeterli dönüş zemini oluşmayacak. Türkiye ordusunun Suriye topraklarında devam eden varlığı da Suriye için normalleşmeyi imkânsız kılıyor. Peki ne yapmalı? Yıllar evvel Heybeliada’ya gelen Bulgar ve Romenler standartlarımızı aşan bir yaşama kavuştukları için tamamına yakını artık AB üyesi olan ülkelerine geri döndü. BMMYK’yı ve gelişmiş ülkeleri daha fazla sorumluluk almaya zorlayarak, bu devasa yük hafifletilebilir. Suriye eski cazibesine kavuştukça göç eden Suriyelilerce geri dönüşler artar, gitmek istemeyenler ile de daha az bir emek verilerek entegrasyon sağlanabilir. Nasıl ki Türkiye vatandaşlarına sağlanan hizmetler bir minnet gibi halkın yüzüne vurulmuyorsa entegrasyona tabi tutulan sığınmacılara sağlanan hizmetler için yapılan harcamalar da aşağılayıcı bir tutumla gündeme getirilmemeli. Sonuçları değil nedenleri konuşmalı. Makro projeler yerine mikro projelere; grup odaklı projeler yerine birey odaklı projelere yönelmeli. Sosyal yardıma bağımlılık azaltılmalı, ekonomik bağımsızlık hedeflenmeli. Doğrusu, sığınmacıları iki nesil sonra Türkiye’nin özgün yurttaşları, varlığımızı zenginleştirecek öz yurttaşımız belleyerek binlerce entegrasyon projesi yürütmek olmalı.