'Gökyüzünün Karnında(n)' ne var?

Öner’in 7 yıllık üretiminden bir seçkiyi merkezine alan “Gökyüzünün Karnında(n)”, hem fotoğraf sanatına dair düşündürdüğü temel ayrımlar hem de sanatçıya dair çizdiği panorama ile dikkat çekiyor.

Fotoğraf: Tahir Akkurt
Google Haberlere Abone ol

Kaan Kemal Öner’in ilk kişisel sergisi “Gökyüzünün Karnında(n)”, Uras Kızıl küratörlüğünde Quick Art Space’te izleyicilerle buluşuyor. Öner’in Kamboçya, Tayland, İzlanda, Güney Afrika, Normandiya, Mazı Köyü gibi farklı yerlerde çektiği süreçsel fotoğraflardan meydana gelen sergi, gerek sanatçıya dair farklı türden bir panorama sunması gerekse “fotoğraf” meselesini tartışmaya açmasıyla özel bir yerde duruyor.

Kendi tarihselliği içerisinde modern zamanların en önemli icatlarından biri olan fotoğraf, tarihselliği, kullanım amacına/türüne göre işlevini değiştirmesi ve nihayetinde ortaya koyduğu meselelerle dikkat çeken bir araç/icat olarak değerlendirilebilir. Tam da bu noktada fotoğrafın tarihsel hikayesini düşünmek, beraberinde büyük bir sanat disiplinin nasıl gün yüzüne çıktığını ve anlam haritasını nasıl inşa ettiğini de görünür kılar. Öte taraftan fotoğrafın kendisi kadar fotoğrafa yüklenen anlamlar da başka bir anlatı örüntüsünü beraberinde getirir.

Fotoğraf, yanına ilave edilen edime göre yeniden ve yeniden anlamlandırılabilecek bir disiplin olarak tahayyül edilebilir. Sözgelimi fotoğraf “çekmek” ile fotoğraf “yapmak” arasındaki temel ayrım, aynı zamanda fotoğrafı anlamlandırma hikayesinde de ayrıksı bir yerde durur. İşte Kaan Kemal Öner’in “Gökyüzünün Karnında(n)”ı tam olarak bu noktada kendi anlamını çoğaltır, beraberinde yeni dünyalar getirir.

Fotoğraf: Tahir Akkurt

FOTOĞRAFI DÜŞÜNEN BİR SANATÇI

Öner’in 7 yıllık üretiminden bir seçkiyi merkezine alan “Gökyüzünün Karnında(n)”, hem fotoğraf sanatına dair düşündürdüğü temel ayrımlar hem de sanatçıya dair çizdiği panorama ile dikkat çeker. Bu noktada Öner, “fotoğraf yapan” bir sanatçı olarak yörüngede ayrıksı bir yere konumlanır. Onun için fotoğrafı düşünmek, çekmek, çıktısını almak bütününde bir “yapma” edimi barındırır; çünkü burada baştan sona bütün bir süreci yöneten, kontrolü altında tutan ve şekillendiren bir sanatçı profili söz konusudur. Fotoğraf, salt çekilen ve ürünün çıktısı alınan bir nesne değildir onun için. Bu durum da Öner’i aynı zamanda fotoğrafı düşünen bir sanatçı durumuna getirir. Tam da böylesi bir konumda Uras Kızıl’ın işleri yan yana getirme ve bütünlüklü bir dünya inşa etme arzusu, serginin omurgasını ortaya çıkarır.

Poetik bir başlık olarak “Gökyüzünün Karnında(n)”, hem göğe ve onun üzerinden sonsuzluğa dair yaptığı vurgu hem de karna, dolayısıyla sınırlandırılmışlığa (nihayetinde karın, deri ile çeperlenmiş ve kısıtlanmış bir alandır) yaptığı atıf ile kendi içerisinde bir çok anlamlılık ve düalite barındırır. Öner’in fotoğraflarında da sıkça takip edilebilecek bu çok anlamlılık, zamanla hikayenin içerisine farklı anlatıların dahil olmasına zemin hazırlar. Nihayetinde burada salt poetik değil, aynı zamanda işlerin ruhuna da atıf yapan bir başlık söz konusudur.

Hemen her fotoğrafında insan ve insansızlık, insan ve mekân, insan ve obje/nesne gibi düaliteler üzerinden hareket eden Öner, böylelikle birçok farklı türden sorunsala da kapı aralar. Onun için bir fotoğrafta insanın olması veya olmaması, bütüncül bir hâl/durum olarak kendisini yakından hissettirir. İnsan, varlığı kadar yokluğu ile de hemen her alanda kendisini yakından duyuran bir varlıktır. Bu durumun izleri Öner’in fotoğraflarında açıkça görülür. Doğrudan o ân orada halihazırda bulunmasa dahi biraz evvel oradan bir insanın geçtiği, o mekâna/âna/objeye bir insanın değdiği hemen fark edilir. Bu da epistemolojik olarak sanatçının insana nasıl yaklaştığını ve işlerinde ona nasıl bir yer verdiğini/açtığını gösterir. Fotoğrafın merkezinde yer alan başat bir öğe olmasa dahi insanın varlığı, Öner ne olursa olsun bir yerde kendini imler (yokluğu ile dahi olsa).

Fotoğraf: Tahir Akkurt

Katmanlaşma, Kaan Kemal Öner’in fotoğraflarında ön plana çıkan bir diğer unsur olarak değerlendirilebilir. Bu meselenin kökü bir noktada yine Öner’in bir mefhum olarak insan ile kurduğu ilişki üzerinden okunabilir. Nihayetinde her bir kitabın, filmin, fotoğrafın, sanat eserinin kendi içerisinde imlediği bir hikaye vardır. Ana hatlarıyla katmanlaşma meselesi de bu hikayenin nasıl sunulduğunu imleyen unsurlardan biridir. Nasıl bir hikayenin anlatılacağı kadar hikayenin nasıl anlatılacağı da bir meseledir ve Öner, bu noktada kendi hikayesini – fotoğrafın hikayesini kurgularken üst üste binen anlardan/karakterlerden/objelerden yararlanır. Bu kimi zaman üst üste binen fotoğraflarda kimi zaman ise fotoğraflara eşlik eden obje ve çıkıntılarda belirir. Bir kaplıcada/gölette duran insanlar da, bir panoya/duvara/çıkıntıya eklemlenmiş fotoğraflar/kareler de, bir kutuda kendisini gösteren bitkiler/tohumlar da bu anlamda hikâyenin katmanlaşmasına zemin hazırlayan unsurlardır. Sanatçı bu yöntem ile hem işlerini boyutlandırır hem de onlar üzerinden kurduğu hikayeyi katmanlaştırır. Nihayetinde işlerin fiziksel olarak boyutlanması anlamsal olarak bir hacimleşmeyi/katmanlaşmayı da beraberinde getirir.

İKİ BOYUTLU BİR OBJEDEN DAHA FAZLASI

“Gökyüzünün Karnında(n)”, salt Öner’in fotoğraflarına değil, aynı zamanda birtakım nesnelere, video, ışıklı pano ve buluntu malzemelere de ev sahipliği yapar. Bu da hem sanatçıya dair farklı açılımlar yapması hem de sergiyi daha boyutlu bir hale getirmesi bakımından önemli bir konu olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda katmanlaşma meselesinin somut bir açılımı olarak görülebilecek bu konu/bağlam, kendi içerisinde fotoğrafın iki boyutlu bir objeden fazlası olduğunu vurgular. Bir köşede minislaytlar, diğer bir köşede fotoğraftan fışkıran halat(lar), bir diğer köşede ise Quick Art Space’in yüksek camlarına eklemlenen video iş… Tüm bunlar bir yandan sergiyi katmanlayan diğer yandan fotoğrafları boyutlayan unsurlar olarak hemen kendisini fark ettirir.

Fotoğrafların çekildiği ortam ve zaman dilimlerinin birtakım kusurlara, tozlara, ışık parlamalarına ev sahipliği yapması, bir sanatçı olarak Öner’in ne tür bir imge ve iz düşüncesi üzerinden hareket ettiğini görünür kılar. Tıpkı hayatın kendisi gibi bu fotoğrafların da içlerinde birtakım kusur, bozulma ve müdahaleler barındırması, yazının başında da vurgulanan fotoğraf çekme ile yapma edimleri arasındaki ayrıma işaret eder. Fotoğrafı yapan bir sanatçı olarak Öner, işi boyutlandırırken kimi unsurları olduğu gibi bırakmayı tercih eder. Onun için kusurlar da bozulma ve müdahaleler de fotoğrafa dahildir ve tüm bunlar zamanla mevcut işlerin anlamını daha da çoğaltır.

Fotoğraf: Tahir Akkurt

Son olarak tüm bu edimler sırasında Kaan Kemal Öner, kullandığı farklı baskı teknikleriyle de çok yönlü bir anlatı kurar. Sergide kallitype, cyanotype, vandyke, platinum palladium, silver jelatin, gumoil, mordançage gibi farklı fotoğraf baskı teknikleri ile ürettiği işlerini bir araya getiren Öner, böylelikle ne derece fotoğraf üzerine düşünen bir sanatçı olduğunu da gösterir. Araştıran, sorgulayan, üreten bir sanatçı olarak Öner’in bu tavrı, duygu ve duygulanımların fotoğrafa yansırken başka türlü tekniklerle ne derece farklı şekillerde alımlanabileceğini gösterir. Teknik, bir yerde duygu ile kesişir ve ortaya kimi durumlarda bambaşka anlam(lar) çıkabilir.