YAZARLAR

Gol mü oldu?

Uzun süredir kamuoyunun gündemini belirleme konusunda sıkıntı yaşayan AKP’nin, tam da sansür yasasının konuşulması gereken günlerde, nur topu gibi bir başörtüsü ve anayasa değişikliği gündemi oldu. Gol oldu.

Gündemi belirlemek ve gündemini rakiplerine dayatmak, yakın zamana kadar Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin temel iletişim stratejilerinden biri oldu. Özellikle seçim meydanlarında, rakiplerini kendi gündemi hakkında konuşturma konusunda Cumhurbaşkanı’nın özel bir mahareti olduğu biliniyor. Çok uzak değil, 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini hatırlayalım: Kampanya döneminin başında kendi gündemiyle meydana çıkan Muharrem İnce’nin kısa sürede nasıl da Erdoğanlaştığını şaşırarak seyretmiştik. Ancak AKP’nin yalnızca rakip siyasi aktörlerin gündemini belirlemekle yetinmediğini, planlı bir şekilde defalarca aynı manşetle çıkan “havuz medyası”ndan ve her şeye rağmen kamuoyunu bilgilendirmeye çalışan gazetecilerin yaşadıklarından biliyoruz. Son gelişmelere, özellikle de meclisten geçirilmeye çalışılan şu sansür yasasına bakacak olursanız, iktidarın önümüzdeki seçim döneminde sadece ne hakkında düşündüğümüzü değil, ne düşündüğümüzü de belirlemek için elinden geleni yapacağını kestirmek zor değil.

İLETİŞİM BAŞKANI'NIN MAVİ TIKLI HESABINDAN İNCİLER

AKP’nin, sebebi olduğu bütün sorunlara, krizlere, açmazlara rağmen dikkate değer bir seçmen desteğini hala koruyabiliyor olmasında büyük ölçüde kamuoyunun gündemini belirleme ve kontrol etme gücünü elinde bulundurmasının payı var. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Ankara’da Konya yolu üzerine koca bir gökdelen konuşlandırıp adına “İletişim Başkanlığı” denmesi boşuna değil.  14 no’lu kararnameye göre, İletişim Başkanlığı’na “kamuoyunu doğru bilgilerle aydınlatmak” görevi de verilmiş. Başkan Fahrettin Altun, bu görevi bizzat yerine getiriyor. Biliyorsunuz, uluslararası bir sözleşme olarak meclisin onayladığı İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararı ile çıkıldığında “İstanbul Sözleşmesi’nden ancak meclis kararıyla çıkılır” diyerek kararı eleştiren Özgür Özel’e mavi tıklı hesabından “CHP tarihinin gördüğü en beceriksiz parti kişisi” diye hitap etmiş, “yine zırvalamış”, "zavallı kendince hukuk dersi veriyor”, “yazıklar olsun sana!” diye seslenmişti. Fahrettin Altun’un iletişim başkanı olarak kamuoyunu doğru bilgilerle aydınlatma görevini nasıl canla başla yerine getirmeye çalıştığını, atanmış bir kişi olarak seçilmiş milletvekiline yağdırdığı hakaretlerde yaratıcı bir üslup kullanmak için ne kadar çabaladığını, twitter hesabından kolayca takip etmeniz mümkün. Bakın yine aynı günlerde, Özgür Özel’e “hadsiz”, “ahlaksız”, “nasipsizler sürüsünün çobanı zavallı” gibi sözlerle seslenerek kamuoyunu muhalefet milletvekili hakkında bilgilendirme görevinin gereğini yerine getiriyordu.

NİYETE GÖRE SUÇ TANIMI 

Bunca çabasına rağmen, Fahrettin Altun’un koltuğunun sallantıda olduğu söylentileri bir süredir kulislerde dolaşmaya devam ederken, bu sansür yasasının mecliste görüşülmeye başladığı günlerde, rüzgâr yeniden İletişim Başkanı’ndan yana dönmüş gibi görünüyor. Görüşmeler, mecliste “dezenformasyonla mücadele yasası” adı altında yürütülürken, İletişim Başkanı katıldığı programda “dünyaca ünlü dijital platformların ve yayın organlarının Cumhurbaşkanımızı hedef aldığını” ilan ediyor. Yasa teklifinin kabul edilmesiyle birlikte bir gazete için geçerli olan tüm kurallar, internet haberciliği yapan siteler için de geçerli olacak. Muhalif gazeteleri ve iktidarın denetiminde olmayan az sayıdaki televizyon kanalını kontrol altına alabilmek için başvurulan bütün yöntemler, internet üzerinden yayın yapan siteler, platformlar için de uygulanabilir hale gelecek. Buna Fahrettin Altun’un yanlı olmakla ve Cumhurbaşkanımızı hedef almakla suçladığı “dünyaca ünlü yayın organları” da dahil.  Sosyal medya platformları, getirilen yeni zorunluluklarla, iktidarın içerik akışını denetleyebildiği-sansürleyebildiği mecralara dönüştürülmeye çalışılacak. Ancak bunun da ötesinde, yasa tasarısı bireysel sosyal medya kullanıcılarının paylaşımlarını da kapsamına alıyor. “Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan” kişilere 1 ila 3 yıl arasında hapis cezası verilmesini öngörüyor. Bunu mümkün kılmak için de Türk Ceza Kanunu’na “dezenformasyon ve yalan haber yayma suçu” tanımının eklenmesini öngörüyor. “Toplumda korku ve panik yaratan veya nefret söylemi içeren gerçeğe aykırı bilgileri sosyal medya üzerinden yaymak”, müstakil bir suç olarak düzenleniyor.  “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu tanımlanıyor.

DEZENFORMASYONLA MÜCADELE TEK YÖNE DOĞRU

Hadi diyelim, bunda ne var? Pandemi sırasında aşının insanları öldürdüğüne, kısır bıraktığına, zombiye çevirdiğine, aşı bahanesiyle aslında bizlere çip takıldığına dair yalan haberler, aşı karşıtlarının çok tıklanan internet sitelerinin reklam gelirini artırmak için yayılan safsatalar kamu sağlığına zarar vermedi mi? Dezenformasyonla mücadele yasası bu gibi haberlerin önüne geçmez mi? Böyle bir yasal düzenlemenin bu türden haberlerin önüne geçmek amacıyla kullanılması mümkün tabii. Ama aynı zamanda, diyelim ki TÜİK’in enflasyon verileri güvenilir bulunmadığı için bir grup bağımsız araştırmacının oluşturduğu Enflasyon Araştırma Grubu’nun yayınladığı verilerin “dezenformasyon amacı taşıdığı” ve "enflasyonu yüksek göstererek halkta korku ve panik yaratmaya sebep olduğu", diyelim İletişim Başkanı tarafından ileri sürülür, bu bilginin yayılması, yayınlanması engellenir hatta bu bilgiyi paylaşan bireysel sosyal medya kullanıcılarına cezalar verilmeye başlanırsa ne olur?

Dezenformasyon yasasının yeniden gündeme gelmesinin yarattığı coşkudan yararlanmak için olsa gerek, Fahrettin Altun’un “hakikat mücadelemizin güçlü aygıtı” sözleriyle lanse ettiği "İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi” bu haftadan itibaren dezenformasyon bülteni yayınlamaya başladı. Özgür Özel’in açıkladığına göre, merkezin yöneticisi İdris Kardaş, AKP’nin etkili dezenformasyon aygıtı, hani daha önce gazetecileri fişlemesiyle bilinen SETA’nın yazarlarından. Bu haftanın bülteninde "Diyanet’in faiz geliri elde ettiği", "doğalgaz depolarında eksik olduğu", "Sahil Güvenlik’in göçmenleri şiddet kullanarak Yunanistan’a ittiği" ve "tarihi camiye PVC pencere takıldığı" haberleri varmış. Kim bilir kaç çalışanı olan koskoca merkezi, 4 tane haberi yalanlamak için kurmamışlardır her halde. Yasa yürürlüğe girince, bu merkez bir tür ihbar mekanizması olarak mı işleyecek acaba?

Şimdi bu soruları bir de başka türlü soralım: Daha geçen gün Kadıköy’deki bir binada yaşanan patlamanın hemen ardından İstanbul Valisi Yerlikaya patlamanın doğalgazdan kaynaklandığını ilan etti. Sonradan patlamanın yaşandığı yerde doğalgaz bağlantısının dahi olmadığı ortaya çıktı. Oysa iktidar medyası çoktan ellerini ovuşturarak patlamadan İBB’yi sorumlu tutmaya ve bu haberi manşetten vermeye başlamıştı. Haberlere hala havuz medyasının internet sitelerinden ulaşabiliyorsunuz. Dezenformasyon yasasının, kamu kurumlarının, iktidar mensubu siyasetçilerin ve iktidar medyasının muhalefeti, muhalefetin elindeki yerel yönetimleri karalamaya yönelik kampanyalarına karşı da uygulanacağını sahiden düşünüyor musunuz? Diyelim, böyle bir yasa yürürlükte olsaydı, 2019 yerel seçimlerinde “Ankara’da Mansur Yavaş kazanırsa su faturanızı teröristler, militanlar evinize getirecek” diyen AKP’li belediye başkan adayı Mehmet Özhaseki ve Özhaseki’nin bu açıklamalarını manşetten haber yapan yandaş internet siteleri dezenformasyon, yalan bilgiyi yaymak ve halkı paniğe sevk etmek suçlarından yargılanıp ceza alacaklar mıydı?

KILIÇDAROĞLU'NUN HELALLEŞME HAMLESİ DE TEK YÖNLÜ

Gelelim mecliste ifade özgürlüğü adına son kalan kırıntıları da elimizden alması muhtemel, internet medyasını ve insanların korkarak ve kelimeleri seçerek de olsa görüşlerini ifade edebildikleri sosyal medya platformlarını tümüyle kontrol etmeyi hedefleyen dezenformasyon yasası görüşülürken muhalefetin ne yaptığına? Geçen hafta çokça konuşuldu, bu hafta da konuşulmaya devam edecektir. CHP lideri Kılıçdaroğlu, bir süredir gündemi belirleme üstünlüğünü koruyordu, biliyorsunuz. Kimi inişleri çıkışları olsa da, evinin mutfağından yaptığı açıklamalarla, sosyal medya paylaşımlarıyla, 128 milyar dolar nerede kampanyasının başladığı günlerden bu yana siyasetin gündeminde önemli bir yer tutmayı başarmıştı. Ama bir şekilde, nedense iktidara geldiğinde yasaların öldürülmekten koruyamadığı kadınlarla; her an şiddetle, ayrımcılıkla, nefret söylemiyle karşı karşıya olan LGBTİ+’larla; haksız yere yıllardır hapis yatan siyasetçilerle, gazetecilerle, düşünce suçlularıyla; öğrenim hakları ellerinden alınan, hocaları işten atılan, geleceğe dair ümitlerini yitiren gençlerle de helalleşmek gerektiğini hiç gündeme getirmeden, sadece muhafazakar seçmene hitap eden tek yönlü bir helalleşme hevesinin peşine takıldı. Kendi elleriyle başörtüsü gündemini Erdoğan’a hediye etti. Uzun süredir kamuoyunun gündemini belirleme konusunda sıkıntı yaşayan AKP’nin, tam da sansür yasasının konuşulması gereken günlerde, nur topu gibi bir başörtüsü ve anayasa değişikliği gündemi oldu. Gol oldu.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.