Gölgelerin gücü adına!
Toplumun gözleri yavaş yavaş, inceden inceye karanlığa alıştırılıyor ve elbette bu süreç tamamlanmadan herhangi bir seçim yapılmayacak.
1990’ların meşhur çizgi filmi He-Man dizi yapılıyormuş. He-Man’in güçlü bir kahramana dönüşünü sağlayan meşhur nidasını hatırlayalım: “Gölgelerin gücü adına, güç bende artık!”
Kötülüklerden, karanlıktan beslenen İskeletor’la mücadelesiyle bildiğimiz He-Man’i muteber bir kahraman olarak anmama pahasına, Kızılderililerin sözünü hatırlayalım: Bir ülkede gölgelerin boyu insanların boyunu geçiyorsa, o ülkede güneş batıyor demektir.
Son birkaç aydır Türkiye’yi yöneten gölgelerin kaynağına tutulan fenerle ortaya çıkan gerçekler gölgelerin boyunu kısaltıyor. Ama ihtiyatı elden bırakmamak, ölülerin dokuz canlı olduğunu unutmamak gerekiyor.
Sadece iktidarın değil, Deniz Baykal’ın da dâhil olduğu yeni ifşaat halkasına eklenmiş ve eklenme korkusu yaşayanlar dahil ciddi bir kesimin şu anda en çok istediği şey, ortaya saçılmış bunca pisliği unutturacak “sihirli” bir gölgenin her şeyin üzerine çökmesi.
O sihirli gölge ise ancak anti-Kürt savaştan, çatışmadan, kaostan beslenebilir. İçişleri Bakanı’nın Türkiye’deki PKK’li sayısının 250’nin altına indiğine dair açıklaması ortadayken, devlet bir süredir Güney Kürdistan’da yürüttüğü askerî harekât ve “diplomatik” faaliyetlerle yeni bir savaş stratejisi yürütüyor. İçerideki baskı dozajının artırılmasıyla paralel biçimde yürütülen bu stratejinin yine iç siyasete dönük olduğunu söyleyebiliriz. Peki ama nasıl?
Türkiye’nin temel aktörü olduğu PDK-PKK gerilimi 5 Haziran günü Dohuk’ta “faili meçhul” bir saldırıyla had safhaya ulaştı. Amediye kasabasına bağlı Metina bölgesinde yaşanan patlamada 5 pêşmerge hayatını kaybetti. PDK bu saldırıdan PKK’yi sorumlu tutarken, PKK ise saldırıyla ilgisi olmadığını açıkladı.
TSK’nın bölgedeki hava harekâtlarıyla eşzamanlı olarak yaşanan bu ve buna benzer olaylar giderek sıklaşıyor, Kürtler arası gerilim Türkiye tarafından her geçen gün daha da harlanıyor. Buna mukabil Kürdistan Bölgesel Yönetimi, PKK’ye, Türkiye’nin şu ana kadar hiç tepki göstermediği bir “öneri” sunuyor. Kürdistan Başbakanı Mesrur Barzani, “Esasen bu sorun Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi'ne taşınmış olan iç sorunudur, yani PKK ile Türkiye arasındaki bir sorundur. Bizim ve Irak’ın bir sorunu değildir” diyor. Barzani’nin bu sözünü daha da sarihleştirenler “PKK’nin burada ne işi var, gitsin Türkiye’de savaşsın” diyor.
Uzun bir süredir Türkiye’de adı konmamış bir ateşkes yürüten PKK’yi Güney’den sıkıştırıp Kuzey’e yönlendirmek hangi aklın, stratejinin ürünü olabilir?
7 HAZİRAN BİLGİSİ
7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında oluşturulan kaos ortamı ve bundan devşirdiği güç, AKP’nin topluma karşı elde ettiği en önemli deneyimlerden biri. Her ne kadar karmaşa ve kaos ortamının bir kez daha mevcut iktidarın ömrünü uzatmaya yarayacağını söylemek geçmişi geleceğin ezberi haline getirmekle eşanlamlı olsa da, genel görünüm, iktidarın önünde bunun dışında bir seçenek kalmadığı yönünde.
İktidar 7 Haziran 2015 döneminden çok daha büyük bir çözülüşle karşı karşıya olsa da, etrafındaki koruma kalkanını topluma yönelik “Şok Doktrini” ile muhafaza etmeye, toplumu “mağarada” tutmak üzere “gölgeleri” hareket ettirmeye yönelebilir. 17 Haziran günü HDP İzmir il binasına yönelik saldırının bu stratejinin bir işaret fişeği olduğu yönündeki değerlendirmeleri ancak yakın zamanda benzer saldırılar yapıldığında teyit edebileceğiz ama Ertuğrul Kürkçü’nün cümlesiyle söylersek, içeride ve Güney Kürdistan’da yaşanan “her şey 7 Haziran sonrasını hatırlatıyor.” Işığın üzerine çekilen kara perde, kısalıyor gibi görünen gölgelerin boyunu bir kez daha uzatıyor ve gözler karanlığa yavaş yavaş alıştırılıyor.
PLATON’UN MAĞARA ALEGORİSİ
Gölge ve karanlık demişken, Platon’un mağara alegorisini anmamak olmaz. Platon’un Devlet’indeki diyaloga göre, hiçbir yöne hareket edemeyip sadece duvara bakacak şekilde bir mağaraya zincirlenmiş insanları düşünelim. Bu insanlar oynatılan cisimlerin duvara yansıyan gölgesini görüyor ve hakikatin o gölgelerden ibaret olduğunu zannediyorlar. Doğdukları andan itibaren yansımaların dışında bir “hakikat” görmüş olmadıkları için esas hakikati merak bile etmiyorlar. Nihayet sunulan hakikate, gösterilen gölgeye kuşkuyla bakan biri mağaradan dışarı çıkar, esas hakikatin bulunduğu dünyanın parlak ışığı karşısında gözleri kamaşır ve…
Devamını Platon’un diyalogundan okuyalım:
Bir de şunu düşün: Bu dediğimiz adam yeniden mağaraya dönüp eski yerini alsa; gün ışığından ayrılan gözleri karanlıklara dayanabilir mi?
- Dayanamaz.
- Daha gözleri karanlıklara alışmadan, ki kolay kolay da alışamaz, yeniden bu karanlıklar içinde düşünmek, zincirlerinden hiç kurtulmamış mahpuslarla gördükleri üzerinde tartışmak zorunda kalsa, herkes gülmez mi ona? Yukarıya boşu boşuna çıkmış, üstelik de gözlerini bozup dönmüş demezler mi? Bu adam onları çözmeye, yukarıya götürmeye kalkışınca, ellerinden gelse, öldürmezler mi onu?
- Hiç şaşmaz, öldürürler…
Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere sol muhalefetin toplum karşısındaki durumu, Platon’un mağaradan çıkmış, hakikati görmüş ve dönüp bunu anlatmak için didinen muhayyel adamınkinden farksız. Ama hikâyenin kahramanı artık gölgeler değil, ışığı görmüş olan o “adam”.
Geniş propaganda araçları sayesinde kendisini cüssesinden katbekat büyük gösteren ve gölgesini topluma hakikat olarak yansıtıp “dosta güven, düşmana korku” salmış iktidar, mağaranın dışına çıkmış olanları içeri sokmamaya, içeri girip konuşanı da “gölgelerin gücü adına” susturmaya çalışıyor. Ama mağaradan dışarı çıkanlar kadar, zincirlenmiş olduğu halde gölgelerin gerçekliğini sorgulamaya, dışarıyı merak etmeye başlayanlar da artıyor. Tıpkı çözüm sürecinde olduğu gibi.
Yirminci yılına yaklaşan tek parti iktidarının topluma ve muhalefete karşı ömrünü uzatabilmek için büyük bedeller ödeterek çok fazla deneyim, bilgi ve istihbarat biriktirmiş olduğu açık.
İlk başta Fethullahçılar ve “liberallerle” ittifak kurup Kemalistleri kontrol altına almış, ardından Kürtlerle “çözüm süreci” yapıp milliyetçiliği “ayaklar altına almış”, sonrasında Kemalistlerle ittifak yapıp Fethullahçıları ortadan kaldırmış, nihayet milliyetçilerle, ulusalcılarla, irili-ufaklı faşist gölge gruplarla ittifak yapıp Kürtleri ezmiş bir iktidarın biriktirdiği deneyimi de, elindeki zor aygıtları üzerinden hakikati eğip-bükme becerisini de küçümsememek gerekiyor.
İKTİDARIN EN BÜYÜK KOZU, MİLLET İTTİFAKI’NIN KÜRTLERLE MESAFESİ
İktidarın çatışmaya, kaosa, gölgelerin faaliyetlerine karşı oluşturulacak yolun genişleyebilmesi; birbirinden farklı ideolojik, politik hedefleri, toplumsal tabanları olan muhalefetin mutabakatına bağlı. O mutabakatın önündeki en büyük engel ise, Millet İttifakı’nın ısrarlı bir biçimde Kürt meselesine yönelik politikasını eşitlik, barış ve çatışmasızlık çizgisinden ırak tutması. Muhalefetin bu “açığı” iktidarın önüne koyduğu stratejiye en büyük gücü sağlıyor.
Tam da bu yüzden bazı hizipler, Sedat Peker gibi “aileden” bir aktörün ve yoğun baskılara rağmen mesleğin hakkını veren gazetecilerin gölgelere tuttuğu fenerle daha da görünür hale gelen devlet içi çıkar gruplarının üzerini örtmek ve ekonomik krizle birlikte giderek derinleşen halk öfkesini karanlığı hakim kılarak, gölgelerin boyunu büyüterek bastırmak için bir kez daha Kürtlere yönelmeye başladı. Deniz Poyraz bu “yeni eski” stratejinin ilk kurbanı oldu. 17 Haziran günü Deniz Poyraz’ın bulunduğu HDP İzmir il binasında muhtemelen onlarca kişinin hedef alınması ve devasa bir toplu katliamın gerçekleştirilmesi planlanmıştı. O planın suya düştüğünü, rafa kaldırıldığını düşünmek için hiçbir yakın tarih bilgisine sahip olmamak gerekiyor.
İKTİDARIN PLANINI DEVRE DIŞI BIRAKMAK
Millet İttifakı, Deniz Poyraz’ı HDP’den daha fazla sahiplenip bu aleni infaza karşı günlerce süren bir tepki örgütlese ve “gölgelerin gücünü” kullananlara “kendinizi kurtarmak için Kürtlere saldırmanıza rıza göstermeyiz, 7 Haziran sonrasını bir kez daha yaşatmayız” mesajı verseydi, plan suya düşürülebilirdi. Ama öyle olmadığı için plan hâlâ devrede gibi görünüyor.
Mesele bu kadar kritik bir dönemeçteyken, iktidarın gidişinin bedelini Kürtler öderken, parsayı Millet İttifakı toplamak, üstelik Kürtlerle de hiçbir dayanışma içinde olmamak istiyor. Peker gibi bir adam ifşaatlarda bulunuyor, ekonomik kriz yönetilemiyor, iktidar sarsılıyor ve bunun bedelini Kürtler, ezildiği halde direnen gruplar öderken Millet İttifakı da iktidarı devralacağı zamanın yaklaşmasını arada bir tweetler atarak veya Sırrı Süreyya Önder’in ifadesiyle “kör bıçakla” bekliyor.
Oysa bu iktidar gidecekse direnen Kürtlerin, kadınların, işçilerin, öğrencilerin, LGBTİ+’ların ödediği bedeller sayesinde gidecek. Gitmemek için de öncelikle Kürtleri ezme ezberine devam edecek. Ama Millet İttifakı ve çeperindeki birkaç yapı direnen, bedel ödeyen bu kesimlere karşı burnundan kıl aldırmıyor ve mücadelenin öncüsüymüş gibi davranıp “AKP gidince sizin için de bir şeyler düşünürüz” rehavetiyle, iktidarın en idmanlı, en hazır olduğu anda yapılacak seçim gününü bekliyor.
Gölgelerin kısalmaya başladığı bu süreçte direnenlere dahil olmak yerine onların hamiliğine soyunmak, bu kesimlerle dayanışmamak iktidarın hesabına rıza göstermekle, hatta doğrudan veya dolaylı olarak 7 Haziran sonrasını andıran planı desteklemekle, iktidarın başarısını, gitmemesini sağlamakla eşanlamlı. “Bu saatten sonra kimse bu oyunlara gelmez” rahatlığı da aynı sonucu doğurabilir. Sonuçta literatürde gözlerin karanlığa alıştırılması gibi bir hadise var ve şu an olan da bu. Toplumun gözleri yavaş yavaş, inceden inceye karanlığa alıştırılıyor ve elbette bu süreç tamamlanmadan herhangi bir seçim yapılmayacak.
İktidarın karanlık ellerle oynatacağı gölgeler ilk başlarda toplum tarafından yadırganabilir. Çeşitli itiraz sesleri de çıkabilir. 7 Haziran sonrasında da öyle olmuştu. Çözüm sürecini bitirmek üzere başlatılan operasyonlarda hayatını kaybeden askerlerin yakınları ilk zamanlarda iktidar mensuplarını cenaze törenlerinde yuhalıyor, barış isteyenlerin sesi yüksekten çıkıyordu. Ama bir süre sonra gözler karanlığa alışmaya başlayınca, gölgeler de tekrar hakikate dönüştü.
Platon’un mağara alegorisinden devam edelim: “Aklı başında olan bilir ki, insanın gözü iki karşıt sebepten, iki türlü bulanır. Biri aydınlıktan karanlığa geçişte olur, öbürü de karanlıktan aydınlığa geçişte. (…) Karanlığa alışamayan göz, ışıklı bir dünyadan geliyor demektir. Ona gülersek, gülünç oluruz, ötekineyse hakkımızdır gülmek.”
Konunun hassasiyetine binaen Platon’un “ötekineyse hakkımızdır gülmek” cümlesindeki son kelimeyi “öfkelenmek” olarak değiştirip noktayı koyalım...
İrfan Aktan Kimdir?
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
Akşener’in taht oyunları continues 27 Eylül 2021
Korkut Boratav: Ekonomik kriz yok, yoksuldan alıp zengine veriyorlar 25 Eylül 2021
Oğuz Kaan Salıcı: Çözüm sürecindeki önerilerimizin arkasındayız 18 Eylül 2021
Mahmut Aytar: Bizi örgütleyen açlığımızdır 13 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI