Görkemsiz yaşam…
İnsanların zorunlu temel ihtiyaçlarının karşılandığı, bencillikten uzak, sadeliğin egemen olduğu, barış ve kardeşlik duyguları içinde yaşanan bir dünya, biz canlılar için çok daha mutlu ve huzur verici olur.
Ne kadar azsan,
Yaşamını ne kadar az görkemli kurmuşsan,
O kadar çoksun demektir ve
Görkemsiz yaşamın da o denli büyüktür.
Karl Marx
Bu bayram tatilinde biraz felsefi ve insana dair bir yazı yazmak istedim. Alman psikolog ve filozof Erich Fromm, “Marx’ın İnsan Anlayışı” isimli kitabında Marx’ın bu sözünü alıntılar. Günümüzde ise, kapitalist sistem “görkemli bir yaşamı”, tüketime dönük yaşamayı pompalıyor.
Tabii ki, sistemin krize girdiği, ekonomik sömürünün bir hayli arttığı bu aşamada yoksullaşan halk sınıfları için bırakın görkemli yaşamı, hayatı idame ettirmek bile çok meşakkatli bir hale geliyor.
Bugünkü yazımızda “görkemsiz yaşam”dan kastımız, basit ve sade bir yaşamı ortaya koymaktır. Çünkü kapitalist toplum, bir anlamda “gösteri toplumudur”. İnsanları gösterişe, kendi gibi olmaktan daha farklı bir şekilde gözükmeğe – hissettirmeden- zorlayabilmektedir.
Yine burada kastetmek istediğimiz, kişilik yapısı olarak da kapitalizmin insanı “illüzyon” içinde bir forma sokmak isteyişidir. Daha net bir ifade ile bu sistem, insanın, insani ve insancıl özelliklerini, yani bu anlamda kişilik yapısını bozmaya dönük bir faaliyet içindedir.
'EŞYA-İNSAN'
Ercih Fromm, “Marx’ın İnsan Anlayışı” isimli kitabında, komünizmin kuramcısının görüşlerine şöyle bir yorum getiriyor:
“Marx’ın asıl hedefi, insanın bağımsızlığı, ekonomik kalıplardan ve belirlenmişliklerden kurtulması ve bir insan olmanın onuru ile bütünselliğini yeniden kazanması idi. Böyle bir insan; çevresiyle, diğer insanlarla ve her şeyden önemlisi doğa ile bütünleşecek ve bir uyum oluşturacaktır.”
Oysa yine Karl Marx’a göre, kapitalist sistem insanları otomat bir forma sokarak birer “eşya-insan” haline dönüştürür. Marx’ın kapitalizmi eleştirmesindeki ana faktör, kapitalizmin para ve mal hırsıyla insanları yönlendiren en önemli bir etken olmasıdır.
Marx, “eşya-insan” faktörünü şöyle tanımlıyor:
“(Kapitalist) üretim, insanları yalnızca eşya-insan haline getirmekle kalmaz, onları ruhsal ve bedensel olarak insanlıktan uzaklaştırıp kötürümleştirir. Böylece de ortaya ahlakı yetersiz, çarpık duygu ve düşüncelere sahip, insan olarak geri bir durumdaki (canlılar) çıkar.”
YABANCILAŞMA
Karl Marx’ın üzerinde durduğu bir kavram da yabancılaşmadır. Marx’a göre, insan ürettiği ürüne yabancı hale gelir.
Komünist filozof diyor ki; “Emek, çalışanın kendi doğasının bir parçası olmaktan çıktığı için artık çalışan kişiye de yabancılaşmıştır. Bundan dolayı çalışan kişi, işine istekle değil nefretle gitmekte, kendisini iyi değil kötü hissetmekte, öte yandan özgür veya zihinsel enerjiler üretememekte, adeta kötürümleşmektedir.
Böyle bir kişi ancak paydos ettikten sonra kendisini özgür hissedebilmekte, işi sırasındaki mekanikleşmiş ve terk edilmiş ruh halinden kendisini sıyırabilmektedir”.
Erich Fromm, “Marx’ın İnsan Anlayışı” kitabında yabancılaşma kavramını irdelerken emeğin ürettiği ürünlerin çalışan kişiden bağımsız hale gelmesi sonucu kapitalist sistemde insanların üretim için var olduklarını belirtiyor. Oysa Marx, “Üretim, insanlar için varolmalıdır” diyor.
ÜRETİMİN KÖLESİ
Kapitalist toplum, insanları üretimin kölesi haline getiriyor, emeklerine, ürettikleri ürüne yabancılaşıyorlar, tabii ki yabancılaşmanın temelinde de üretim araçlarının özel mülkiyeti yatıyor.
Marx, emeğine yabancılaşmış insanın giderek insan ilişkilerinde de yabancılaştığını ve bencilliğe yöneldiğini ifade ediyor. Kapitalist toplumda, insanlar ekonomik değerlere, kazanca odaklanıp bu konuyu hayatlarının en önemli hedefi haline getirdikleri için ahlaki değerlerden de uzaklaşıyorlar.
Komünizmin kuramcısı, kapitalist toplumdaki ihtiyaçların sistem tarafından yaratıldığını, insanın gerçek anlamdaki ihtiyaçlarından uzak, bağımlılık yaratan bir konuma itildiğini, piyasa koşullarında kendi ihtiyaçlarını tatmin etmek için başkaları üzerinde egemenlik kurmaya çalıştığına işaret ediyor.
Erich Fromm, kitabında insanların kendilerine sunulan yeni ürünlere karşı bir bağımlılık çemberinin tutsağı ve kölesi haline geldiğini, bu nesneleri elde etmek için paraya ihtiyaç duyduklarını ve farkına varmadan insani anlamda “fakirleştiklerini” söylüyor.
BÜTÜNSEL İNSAN
Fromm, yine Marx’ın sözlerine atıf yaparak “Ürünlerin sayısı ve ihtiyaçların çeşitliliği arttıkça para; insanları kurnaz, doğallıktan uzak, içten pazarlıkçı ve başkalarını ezip geçmeyi hedefleyen hatta yalancı olmaya itilen köleler haline getirmektedir” diyor.
Yabancılaşmış, kapitalizmin yarattığı ihtiyaçlara boyun eğer hale gelen insan, “hem ruhsal, hem de bedensel olarak insanlık dışı bir varlık haline gelmiş demektir.” Böyle bir dönüşüm gösteren insan, sahip olmayı ve tüketmeyi amaç haline getirir. İnsanlar yabancılaştıkça, sahip olucu ve tüketici davranışları, dış dünya ile iletişimlerinin biricik yolu haline gelir.
Fromm, Marx’ın insan anlayışını son tahlilde bir kez daha şöyle vurgular:
“Marx’ın asıl hedefi, insanları ekonomik ihtiyaçların doğduğu baskı ve bağımlılıktan (yani yabancılaşmadan) kurtarmaktır. Böylece insanlar, bir insan olmanın onuru ve bütünselliğini yeniden kazanabilirler”.
GÖRKEMSİZ YAŞAM
Görüldüğü gibi insanların zorunlu temel ihtiyaçlarının karşılandığı, bencillikten uzak, sadeliğin egemen olduğu, barış ve kardeşlik duyguları içinde yaşanan bir dünya, biz canlılar için çok daha mutlu ve huzur verici olur.
Kuşkusuz kapitalistler, egemen güçler, sömürü düzenlerini devam ettirmek için böyle bir dünyanın oluşmasına izin vermiyorlar. Böyle bir dünya ve yaşam için mücadele etmeyi unutmadan son sözü yine bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marx’a bırakalım. Marx, “gerçek” insanın özelliklerini şöyle tanımlıyor:
“Ne kadar az isen, yaşamını ne kadar az görkemli kurmuşsan, o kadar çoksun demektir ve görkemsiz yaşamın da o denli büyüktür”…