Guggenheim ve yapay zeka çağında bir flashback: Sürrealizmin aktörleri
Belki kağıtlar katlanmıyor ama yeni çağın enfes kadavraları bugün teknoloji sayesinde yapay zeka tarafından yaratılıyor. Bu kez cümleler kağıda değil chatbox’a yazılıyor ve makinenin kolektif olarak derlediği metinler, mısralar, görseller önümüze dökülüyor. Eğer tanım yeterince iyi değil ise ortaya çıkan sonuç da tam bir hayal kırıklığı oluyor.
New York’taki Guggenheim Müzesi, 73 yaşındaki protest punk sanatçı Jenny Holzer’in Light Line (Işık Mısrası) isimli sergisini geçtiğimiz hafta açtı. Holzer kelimelerin gücünü kullanan ve kendi ülkesi olan Amerika’nın siyasetine ironik göndermeler yapan işleri ile tanınıyor.
Holzer’in sergisi hem ikonik Guggenheim binasının radyal duvarlarını saran LED şeritler boyunca akan cümlelerden oluşuyor hem de güneş batınca bu müze binasının beyaz çeperine devasa kelimeler şeklinde projekte ediliyor.
Holzer sanatı için “Okuyun!” diyor. Zira bir şeyleri öğrenmek ve fark etmek için en gerekli eylem okumak.
Holzer’in Guggenheim’da yeniden izleyici ile yeni formatta buluşan işleri onun tüm sanat kariyerinden izler taşıyor. Bu kinetik bantlarda akan cümleler sanatçının 1977-79 yılları arasında ürettiği ve “Truisms” ismiyle sunduğu önermeleri içeriyor. Bir tür doğruluk manifestosu olan bu önermeler, insan haklarından doğaya, ikili ilişkilerden paraya, sanata, günlük yaşama dek pek çok konuya değiniyor. Bunları merak edenler için toplu olarak derledim, şuradan ulaşabilirsiniz.
Holzer ve Guggenheim, bu enstalasyon ile aslında 1990 yılında da bir araya gelmişti; o dönemde açılışından aylar sonra bir Amerikan sanat dergisi vesilesiyle fark ettiğim bu işler beni fazlası ile etkilemişti; o dönemde Ankara’daki hayatımdan bu sanatçıya bakıp postmodernizmi keşfetmiştim. İtiraf etmeliyim benim de evimde ondan etkilenerek ürettiğim bir işim var; bu LED şerit kutusunda biz tasarımcılar için aşikar olan FORM FOLLOWS FUNCTION cümlesi akar ve bu cümle aktıkça FUNCTION FOLLOWS FORM olur. Bu ikilem tasarım tarihinin ikonik cümlelerinden biridir çünkü form mu işlevi takip eder, işlev mi formu, bilinemez. Benim akan ışıklı LED kutumdaki kelime oyunu sayesinde ikisi birbirini takip edebildiği için bu tartışma son bulmuştur!
Brooklyn’deki atölyesinden dünyaya öğütler sunan ve kimi FBI belgelerini, Donald Trump tweetlerini, Amerikan ulusal güvenlik raporlarından alınmış savaş taktik haritalarını ve pek çok başka siyasi malzemeyi sanatında kullanan bu sanatçıya Amerikan hükümeti dokunmadığı gibi ödüller de veriyor. Ülkemizde bırakın böyle bir durumun olmasını, bu tür bir sanatçının eserlerini sergilemek isteyecek bir müze bile bulunması zor işti doğrusu.
SANATA VE MİMARLIĞA YATIRIM
Holzer’in bu son çıkartması vesilesiyle Guggenheim binasına, daha çok ailesine odaklanmak istiyorum. New York’un dışında, Bilbao, Venedik, Berlin (1997-2013) ve yeni açılacak Abu Dhabi kentlerindeki müzeleri ile Guggenheim’lar çağımızın etkin sanat imparatorluklarından biri.
New York’taki Solomon R. Guggenheim Müzesi, efsanevi mimar Frank Lloyd Wright tarafından tasarlanmış ikonik bir mimari başyapıt. 1939 yılında kurulan Guggenheim Vakfı, 1943 yılında ünlü mimarı bu işle görevlendirmiş. Müze kapılarını 1959 yılında halka açtı ve o zamandan beri modern mimari dünyasında en tanınır ve etkili binalardan biri haline geldi.
New York’taki bu müze binası merkezi bir atriyumu saran bir spiral rampa içeren benzersiz ve yenilikçi tasarımıyla ünlüdür. Bu ayırt edici mimari özellik, ziyaretçilere müzenin galerilerinde dolaşırken sanatı sürekli bir akış içinde deneyimleme olanağı sunuyor. Binanın organik formu ve doğal ışık kullanımı, sanatı görüntüleme için oldukça uyumlu ve insanı içine çeken bir ortam yaratıyor. Bu rampalardan yukarı doğru tırmanırken solunuzdaki duvarlarda ve açık galerilerde sanat işlerini izlerken, sağınızda kalan dev atriyumdan tüm binaya ve tüm katlara hakim olabiliyorsunuz; gerçekten de eşsiz bir mimari deneyim sunuyor. Bu binada bir yapının nasıl hem bu kadar yalın hem de bu kadar güçlü bir etki sahibi olabileceğine hayret ediyorsunuz. Müthiş detaylarla büyüleniyorsunuz; galeri aralarına gizlenmiş su içebileceğiniz pirinç çeşmeler gibi.
Frank Lloyd Wright'ın Guggenheim Müzesi için tasarımı, o dönemdeki geleneksel müze mimarisinden bir ayrılışı simgeliyordu. Wright, ayrı odalar ve koridorlarla kutu şeklindeki geleneksel yapı yerine, ziyaretçilerin sanat ve mekân algılarını sorgulayacak daha akışkan ve dinamik bir alan vizyonuyla hareket etti. Sonuç, dünya çapında bir sanat koleksiyonuna ev sahipliği yapmanın ötesinde, kendi başına bir sanat eseri olan bir bina oldu. Binanın zamansız çekiciliği ve sürekli geçerliliği, kültürel bir simge ve modernist mimarinin bir sembolü olarak statüsünü sağlamlaştırdı. Kuşkusuz kendi dönemi için zamanın ötesinde bir bakış açısıydı ve bu bakış açısı aslında müzenin sahibi olan koleksiyoner ailenin sanata bakış açısını da simgeliyordu.
Ailenin dünyanın en önemli kentlerine yaptırdığı diğer müze binalarından biri bir kentin, Bilbao’nun kaderini değiştirdi. Frank Gehry imzası taşıyan bu postmodern bina 1997 yılındaki açılışından bu yana kentleşme, turizm, kent politikaları ve elbet mimarlık alanlarında bir çığır açtı ve Bilbao Etkisi olarak literature girdi.
Ailenin diğer bir sanat düşkünü Peggy Guggenheim ise 1949 yılında Venedik Bienali’nde koleksiyonu sergilendiğinde kentin Bitmeyen Saray ismini taktığı Palazzo Venier dei Leoni binasını satın alarak burayı müzeye çevirdi. 1748 yılında başlanan binayı mimar Lorenzo Boschetti hiçbir zaman bitirememişti.
Gelecek yıl açılması planlanan ve yine oldukça postmodern bir tasarıma sahip olan Abu Dhabi müzesinin de mimarı Gehry. Yapıların tümü, mevcut bilginin, üretim tekniklerinin ve tasarım anlayışının ötesini, yani bildiğimiz gerçekliğin ötesini araştırıyor ve ortaya koyuyor.
Guggenheim’lar dünyada sanata ve sanat yapıları ile mimarlığa en fazla yatırım yapan ailelerin başında geliyor.
Solomon R. Guggenheim servetini madenciliğe borçlu bir iş insanı ve sanat koleksiyoncusuydu. Eşi de ünlü Rotschield bankacılığın ailesinden geliyordu. Madencilik endüstrisinde, özellikle gümüş ve bakır madenciliği alanındaki aile işi İsviçre’den Amerika’ya göç eden babalarının kurduğu bir işti. Aile Solomon Guggenheim’in kardeşi Benjamin’in Titanik faciasında yaşamını kaybetmesi ile de kayıtlara geçiyor. Guggenheim aynı zamanda modern sanata tutkulu bir destekçiydi ve çağdaş sanat eserlerinin geniş koleksiyonu ile tanınmıştı. İş girişimlerinin yanı sıra, Guggenheim zamanının ve kaynaklarının büyük bir kısmını yeni sanatçıları ve modern sanat akımlarını teşvik etmeye ve desteklemeye adadı.
Daha çok avangard sanatçılara tutkun olan bu iş insanının kültürel mirası, kurduğu vakfın mimari komisyonlarına da yansıyor denilebilir.
Solomon R. Guggenheim'ın koleksiyonundaki en önemli eserlerden biri olan Joan Miró'nun "Güneşteki Kadın" adlı tablosu onun koleksiyonerlik anlayışını en iyi temsil eden yapıtlardan biri. Bu 1950 tarihli tablo, Sürealist sanatın bir başyapıtı olarak kabul edilir ve Miró'nun eserlerinde önemli bir yer tutar. "Güneşteki Kadın," Miró'nun simgesel tarzını sergiler; cesur renkler, soyut şekiller ve onun sanatsal vizyonunun karakteristik öğeleri olan rüya gibi imgeler içerir.
Dünyanın en önemli sanat üretimlerinden biri olan bu tablo, Solomon R. Guggenheim Müzesi'nin kalıcı koleksiyonunda yer alıyor. "Güneşteki Kadın," Miró'nun Sürealizme özgü benzersiz yaklaşımını yansıtıyor; hayal gücü, sembolizm ve soyutlama unsurlarını bir araya getirerek görsel ve duygusal olarak etkileyici bir izlence sunuyor.
Solomon R. Guggenheim'ın "Güneşteki Kadın"ı koleksiyonuna katması, avangard ve yenilikçi sanat eserlerini toplama konusundaki kararlılığının bir göstergesi. Böylece modern sanat tarihinde dönüm noktası olan bu eser koleksiyoner müzelerinin sanat tarihini şekillendirmedeki önemini de vurgulayan bir girişim bana göre.
PEGGY GUGGENHEIM
Ailenin diğer sanat tutkunu Peggy Guggenheim sürrealizm ile yakın ilişkileri daha belirgin bir kişi. Peggy Guggenheim'ın babası Titanik kazasında yaşamını yitiren Benjamin Guggenheim. Aynı zengin ve etkili Guggenheim ailesinin bir parçası olmalarına rağmen, Peggy ve Solomon sanat koleksiyonculuğu ve himaye konusunda oldukça farklı yaklaşımlara sahipti.
Peggy Guggenheim'ın sanat koleksiyonu yapma konusunda daha kişisel ve eklektik bir yaklaşımı vardı. Yeni çıkan sanatçılara ve avangard akımlara karşı keskin bir gözü vardı ve genellikle çalışmaları çığır açıcı ve geleneksel olmayan olarak kabul edilen sanatçıları destekledi ve savundu. Peggy'nin koleksiyonu ve himayesi, modern sanatın manzarasını şekillendirmede ve birçok etkili sanatçının kariyerlerini desteklemede önemli rol oynamış.
Tanınmış birçok sanatçının eserlerini tanıtmada ve desteklemekte oynadığı bu önemli rol sanata Jackson Pollock, Mark Rothko ve Max Ernst gibi yetenekler için kritik destek ve fırsatlar sağlamıştır. Guggenheim'ın himayesi, bu sanatçıların kariyerlerini başlatmalarına yardımcı olmuş ve soyut dışavurumculuğun ve sürrealizmin gelişimine katkıda bulundu.
Guggenheim, avant-garde ve deneysel sanatın değerini tanıyan ve takdir eden ilk koleksiyonculardan biri olarak biliniyor ve genellikle o dönemde radikal veya tartışmalı olarak kabul edilen eserleri edinmiş. Peggy'nin mirası, Venedik’teki müzesi aracılığıyla yaşamaya devam ediyor. Müze, 20.yüzyılın en etkili sanatçılarının eserlerini de içeren geniş modern sanat koleksiyonunu sergilerken Peggy Guggenheim'ın sanat dünyasındaki kalıcı etkisine bir kanıt olarak her Venedik ziyaretimde beni de kendisine çekmekten geri durmuyor.
Peggy sürrealist filmin öncü isimlerinden ve benim kişisel ilham isimlerimden Luis Buñuel’in de dahil olduğu avangard sanat çevrelerinin bir parçasıydı. 1930'larda Sürrealist hareket bağlamında Luis Buñuel ile çeşitli sürrealist toplantılarda, sergilerde veya sosyal etkinliklerde karşılaşmış olması kuvvetle muhtemel. Bohem ruhlu bu kadının kısa bir süre evil kaldığı sanatçı Max Ernst, Bunuel ile Peggy’nin de gayet yakın ilişkide olduğunu ortaya koyuyor. Zira Luis Buñuel ve Max Ernst'in önemli ve çok yönlü bir ilişkisi vardı ve bu ilişki, 20.yüzyılın başlarındaki sürrealist harekete ve avangard sanat sahnesine dayanıyordu. Hem Buñuel hem de Ernst, sürrealist hareketin önemli figürleriydi, her biri sinema ve görsel sanatlar alanındaki sürrealist sanatın gelişimine katkıda bulunmuştu.
İlişkilerinin en dikkate değer yönlerinden biri, 1930 yılında ortaklaşa yaptıkları çığır açıcı sürrealist film "L'Age d'Or"du (Altın Çağ). Max Ernst film için sanatsal katkı ve fikirler sunarken, Luis Buñuel ise bu ikonik filmin ikonik yönetmeni olarak tarihe geçti "L'Age d'Or," arzunun, baskının ve toplumsal normların provokatif ve deneysel bir şekilde ele alındığı, sürrealist sinemanın temel eserlerinden biridir ve eşsizdir.
Ayrıca, hem Buñuel hem de Ernst, Paris'teki sürrealist grubun bir parçasıydı ve o dönemin diğer önemli sürrealist sanatçıları ve entelektüelleri olan André Breton ve Salvador Dalí gibi isimlerle yakın ilişkideydiler. Bu döneme dair daha detaylı bilgiler sözü geçen sanatçıların biyografilerinde, kendi ağızlarından çıkan anlatımlarda yakalanabiliyor ve izleniyor.
Buñuel ve Ernst'in işbirlikleri ve kimi tartışmaları alt bilinç, irrasyonel kavramlar ve rüya gibi unsurları kapsıyordu ve bu ortak ilgileri, hem kendi eserlerini hem de birbirlerinin sanatsal duruşlarını pekiştiriyordu.
Hayatı boyunca, Peggy Guggenheim çeşitli sanatçılar ve yazarlarla tutkulu özel ilişkiler yaşamış, bunların arasında Max Ernst’ün yanısıra Samuel Beckett, Marcel Duchamp gibi dikkate değer figürler de var. İlişkileri genellikle sanat dünyasındaki etkinlikleriyle kesişiyordu, çünkü büyük ölçüde sürrealist ve dadaist hareketlere bağlıydı ve sık sık sanatçılar ve entelektüellerle sosyalleşirdi. 1941'de evlendiği Max Ernst’ün kendi ilişkileri ve evlilikleri de bir hayli grift -ve buna girmeyeyim- ancak hem dönemin ilişkileri hem de sanatçının üretimi adına etkileyici. İkilinin evliliği İkinci Dünya Savaşı patlak verince Peggy’nin, Fransa’da Alman kimliği ile istenmeyen Max’ı Amerika’ya kaçırması sonrasında gerçekleşiyor. Bu inişli çıkışlı ve kişisel zorluklarla dolu bir evlilik oluyor ve fazla uzun sürmüyor. Boşandıktan sonra, Peggy, Ernst'ün çalışmalarını desteklemeye ve galeri sergileri aracılığıyla sanatını tanıtmaya devam etmiş.
Sürrealizmin özellikle tuval üzerindeki eserleri ile bugün yapay zeka ile üretilen imajlar arasında bağ kurmamak bana imkansız geliyor. Sürrealistler inanılmaz derecede protest kişilerden oluşuyor, çağlarının ahlaki değerlerinden çok uzak bir yaşam sürüyorlar, eğlenmeyi iyi biliyorlar, ilişkiler ve seks konusunda toplumdan farklı bir özgünlük içinde yaşam sürüyorlar. Filmler, şiirler ve çağdaş sanat eserleri ile günümüze ulaşan bu eşsiz akımın bugün hala öncü eserler olmasının ardında onların her birinin sınırları yıkmaya olan büyük tutkuları yatıyor. Deneysellik hepsinin ortak olarak tapındığı bir deney gibi. Max Ernst, "Bir kadın bedenini incelemek felsefeden daha çok şey öğretir" demiş. Hemen her şeyi inceleyen, ortak tartışmalarla birbirlerini körükleyen, ortak idealleri için birbirlerine destek olmaktan da çekinmeyen bir avuç insanın yaratımları bugün yapay zekanın ortaya koyabildiklerinden çok daha fazlasını sunuyor bizlere.
Dijital araçlarla yaratılan kimi sanal mekanlar, hayaller, rüyalar, gerçek ötesi olabilecek her türlü imaginasyon o dönemin bu eşsiz sanatçıları tarafından durmaksızın üretiliyor.
EXQUISITE CORPSE
Bugün YZ tarafından üretilen imajlar belki de dönemin Enfes Kadavra’ları. Exquisite Corpse nedir eminim bilenleriniz var. Görsellerin ve metinlerin bir araya getirilmesi ile oluşan bir tür yaratıcılık metodudur bu. Bir başka deyişle, kolektif olarak üretilen bir doğaçlama büyük üretime verilen isimdir.
Sürrealistler tarafından yaratılan ve uygulanan bu yöntem, Viktoryen dönem İngilizlerinin üst ve orta sınıflarının oynadığı kelime ve mantık oyunlarından ilham almıştır. Biri bir kelime/cümle söyler ve diğeri onunla ilişkili bir başka kelime/cümle söyleyerek devam eder oyuna. Bu tür oyunlar aslında çoğunlukla sözel değildir. Herkesin kelimeleri veya cümleleri kağıtlara yazılır ve katlanarak yandakine geçirilir. Sonunda ortaya çıkan hikayenin, ortaya konan kurallara göre eğlendiriciliği veya gizemi asıl çekici olandır.
Exquisite Corpse, bambaşka bir yaratıcılık tekniği. Sürrealizmin kurucularından şair Andre Breton -ki kendisi Freud’un öğrencisidir- bu yöntemin eğlendirici olmanın ötesinde yaratımı zenginleştirdiğini belirtir. 1930’larda Paris’te bir café’de Henry Miller’ı bu oyunu oynarken görebilirdik; zira sever ve oynarmış.
Oyunun Picture Consequences (Resim Çıktılar) ismi ile görsel olarak da geliştiği biliniyor. Bu oyunda kağıt dörde katlanıyor ve her bir kat kısmına başka biri tarafından bir insan çiziliyor; ortaya bambaşka bir insan betimlemesi çıkıyor. Sürrealist sanatçılardan Yves Tanguy, Jacques Prévert, André Breton ve Marcel Duchamp, 1925 yılında bu tekniği yaratıyor.
Kadavra ismi, sanatçıların birbirleri ile bu oyunu ilk oynadıkları anda ortaya çıkan sonuç olan ‘le cadavre exquis boira le vin nouveau’ cümlesinden geliyor. Bu cümle tam olarak, “Enfes kadavra yeni şarap içecek” anlamına geliyor. Sürrealistlerden sonra bu teknik ile üretimler yapan pek çok sanatçı var.
Bizim yazın tarihimizde, Beşpeşe isimli roman bu teknik ile bir araya gelen beş yazarın ortaklaşa oluşturduğu bir hikayeden oluşuyor. Konsepti ve kitabı tasarlayan isim grafik tasarımcı Bülent Erkmen. Metis tarafından basılan bu kitapta Murathan Mungan, Faruk Ulay, Elif Şafak, Celil Oker ve Pınar Kür, (bir önceki metni okuyarak) art arda kendi hikayelerini yazıyor ve kolektif olarak romanı oluşturuyorlar. Türkiye’deki edebiyat eserlerinde örneğine az rastlanan sürrealizm alanındaki en esaslı örneklerden biridir kanımca; zira kurgusal olan her sanatsal üretim, öyle olmamasına rağmen ülkemizde sürreal olarak adlandırılabiliyor. Beşpeşe bu akımın en somut çıktılarından biri ve tam bir Exquisite Corpse!
Belki kağıtlar katlanmıyor ama yeni çağın enfes kadavraları bugün teknoloji sayesinde yapay zeka tarafından yaratılıyor. Bu kez cümleler kağıda değil chatbox’a yazılıyor ve makinenin kolektif olarak derlediği metinler, mısralar, görseller önümüze dökülüyor. Eğer tanım yeterince iyi değil ise ortaya çıkan sonuç da tam bir hayal kırıklığı oluyor. Bu tür üretimler, sanki biraz da bağlamdan kopuyor gibi veya bağlamı güçlü bir biçimde kelime özden çok kelimenin kendisi haline dönüşmüş çıktılar sanki.
Ben bu çağa post-sürrealizm veya ikinci sürrealizm desem her halde kimsenin itirazı olmaz. İtirazı olan var ise de oturup tartışmaya bayılırım tabii ustalardan ilhamla.
Özlem Yalım Kimdir?
Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.
Festivallerden felsefeye ışık hakkında notlar 10 Kasım 2024
Simetri: Duygu dünyamızla tasarım arasında güçlü bir bağ 03 Kasım 2024
Tasarımda global disiplinlerarası pratik: Snøhetta 27 Ekim 2024
Fransa’dan İtalya’ya tasarım 20 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI