'Güle güle hocam'
Türk resim ve sanat yazınının duayenlerinden, "hocaların hocası" Turan Erol'un sanat eserlerini çözümlemedeki yaklaşımları ufuk açıcıydı. Resmi görmeyi en çok ondan öğrendim.
Ferhat Özgür
1927 yılında Muğla’nın Milas ilçesinde doğan, Türk resim ve sanat yazınının duayenlerinden, “hocaların hocası” Turan Erol’u 16 Şubat 2023 tarihinde kıymetli ve sevgideğer eşi Türkan Erol (1931) ile aynı gün içinde kaybettik. İkisi de ışıklar içinde uyusun. İlk kez 1989 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi resim bölümünde lisansüstü öğrencisi olma ayrıcalığını yaşadığım hocam ile hayatının son zamanlarına kadar sürecek olan kopmaz bir dostluk geliştirdik. Manevi anlamda o benim babam, ben de onun oğlu oldum. Otuz yılı aşan bu dostluğun bendeki etkilerini ve hocamın değerini etraflıca anlatmak bu yazının sınırlarını aşar.
Turan Erol, 1944 yılında girdiği İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun en yakın öğrencisi ve dostuydu. Burada aralarında Orhan Peker, Fikret Otyam, İvy Stangali, Fahrünnisa Sönmez, Adnan Varınca, Leyla Gamsız, Nevin Çokay, Nedim Günsür gibi sanatçılardan oluşan ve özellikle 1946-55 yılları arasında aktif olan “On’lar Grubu”nun üyesiydi. Erol, grubun 1970 yılında Taksim Sanat Galerisi’nde düzenlenen son sergilerine kadar tüm etkinliklerine katılmıştı. 1951 yılındaki mezuniyetinin ardından İstanbul’da kalma olanağı olmasına rağmen kuşak arkadaşlarının tersine, Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde sekiz yıllık bir öğretmenlik serüvenini göze aldı. Aynı lisede öğretmen olan dostlarından biri de, daha sonra 1979’da İstanbul’daki evinin önünde faili meçhul cinayete kurban giden sosyolog Cavit Orhan Tütengil’di. Turan Erol, Türkan Hanım ile burada evlendi. Elif, Zühra ve Rengin adlı üç kızı da burada doğdu. Dünya Bankası iktisatçısı ve temsilcisi Atilla Sönmez (1934-2006) ve sanat tarihçisi Kaya Özsezgin (1938-2016) gibi nice değerli isim de Diyarbakır’da hocanın öğrencisiydiler. Bu anlamda Diyarbakır deneyimi kendisinin sanat hayatında ayrı bir öneme sahiptir. Denilebilir ki, Turan Erol, sakin, karmaşadan uzak ve bütünüyle sanatına ve yazılarına odaklanacağı çeperde bir hayat sürmek için Ankara’da yaşamaya Diyarbakır’da karar vermiştir.
1960’ta Ankara’ya geldiğinde İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden eski arkadaşları, Bilge Karasu, Orhan Peker ve Fikret Otyam’ın yanı sıra Cahit Külebi, Adnan Turani, Eşref Üren, İhsan Cemal Karaburçak, Refik Epikman, Cemal Bingöl, İlhan Berk, Selçuk Milar, Ragıp Buluç, Kayıhan Keskinok, Gencay Kasapçı, Oya Katoğlu ve Nezihe Meriç gibi nice sanatçı, yazar ve mimardan oluşan bir dost çevresinin içindeydi. Bu yıllarda Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’ndeki görevi esnasında “Her İle Bir Sanat Galerisi” adıyla başlattığı girişim sonucunda Türkiye genelinde toplam on bir ilde sanat galerisinin açılmasını sağlamıştı. Ankaralıların Zafer Çarşısı olarak bildiği Devlet Güzel Sanatlar Galerisi de onun girişiminin sonucuydu. 1963-73 yılları arasında Gazi Eğitim Enstitüsü’nde, 1973-87 Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu ve 1987-90 arasında Hacettepe Üniversitesi’ndeki etkin görevleri adları buraya sığmayacak nice sanatçı-akademisyenin yetişmesine yol açtı.
1960’larda Turan Erol, hem dönemin Ankara ruhuna karşılık gelen hem de Türk resminde Orta Anadolu topoğrafyasına özgü verileri resimselleştiren sanatçıları işaret etmek anlamında “Bozkır Ekolü” terimini ortaya atmıştı. Refik Epikman, Eşref Üren, Saip Tuna, İhsan Cemal Karaburçak, Turgut Zaim, Turan Erol, Orhan Peker, Fethi Arda, Nevzat Akoral, Hasan Akın ve Zahit Büyükişliyen gibi hayatlarını Ankara’da ikame ettiren farklı kuşaklardan ressamların yapıtlarında “bozkır” tematik olarak bu sanatçıları birbirine bağlıyordu. 1970 ve 1980’li yıllarda çevreyle kurduğu bu görsel gramere “Bodrum” ve “Milas” gibi dizi resimleri eklendi.
1990’lar ve 2000'lerde, Ankara-Konya asfaltından görsel notlar ondaki bitmek bilmez bu doğa tutkusunun farklı uzantılarını oluşturdu. Milas, dağların çevrelediği bir çanak olduğundan dağ tutkusu yakasını bırakmadı. Aksimik Dağı, Hacı Nisa Dağı, Sodra Dağı, Van Gölü civarındaki Süphan Dağı, Kayseri’deki Erciyes ve Niğde’deki Hasan Dağı’na vurgundu. Kafka’nın hiç görmediği Amerika’yı yazması gibi 2000’lerde asla görmediği “Ağrı Dağı” adlı seri resimlerini Ara Güler’in fotoğraflarından etkilenerek hazırladı.
Turan Erol, hocası Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun el verdiği biçimiyle, bir koltukta iki karpuz misali, resim yapmayı ve yazı yazmayı daimi bir sorumluluk olarak benimsemiş örnek bir figürdü. Bize tembihlediği de o oldu: “Ressam yazmalı mı?” diye sorduğumuzda, “Eh yazabilenler yazsın!” derdi. 1960’larda Bülent Ecevit’in çıkardığı Ulus gazetesindeki “Defterimden” başlıklı köşesindeki yazıları ve sonrasında çeşitli vesilelerle 2000’li yıllara kadar uzanan makaleleri ile kültür sanat ortamımıza ışık tutan ve kitaplaştırılmayı bekleyen önemli bir külliyat bıraktı. Bedri Rahmi Eyüboğlu monografisi(1) ve Günsel Renda ile birlikte hazırladığı Başlangıcından Günümüze Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi(2) kitabı ve daha birçok yayındaki yazılarında, çözümlemeci ve belgeselci tutumuyla, yazmayı, sanatçılığın ayrılmaz bir parçası olarak benimsediğini kanıtlıyordu. Çok sıkı bir okurdu. İçinde kendisinin olduğu birçok fotoğrafta dikkatimi çeken de bu olmuştu: Elinde kitap tutan bir adam.
Arşivciliğe önem veren Erol’un her ne kadar mektup yazmakla arası çok iyi olmasa da, aralarında Bedri Rahmi Eyüboğlu, Arif Kaptan, Bilge Karasu, Nedim Günsür ve Neşet Günal gibi birçok yakın dostlarından sürekli mektuplar almış ve bunların hemen hemen hepsini saklamıştı. Editörlüğünü Ahu Antmen ile birlikte yürüttüğümüz Gözlerinden Öperim: Turan Erol’a Mektuplar(3) adlı kitapta yer alacak bu yazışmaları tek tek okumak bizim için dönemsel bir yolculukta benzeri olmayan bir deneyimdi.
Turan Erol, 2000’li yılların başında en yakın olduğu galerilerden birinde resimlerinin sahtelerinin pazarlandığını öğrendiğinde yıkılmıştı. Yıllar süren davaların yorgunluğu ve geçirdiği trafik kazasının ardından gelen kritik beyin ameliyatı enerjisinden bir şeyler götürmüşe benziyordu. Ancak bu dönemde Aksanat’taki “Seçki” (2003) adlı kapsamlı sergisi ile katıldığı diğer grup etkinlikleri ondaki yaşam sevincinin bitmediğini gösteriyordu. Kültür Bakanlığı’nın siparişi üzerine halen Anıtkabir Müzesi’nde bulunan “Bomba Sırtı Olayı” (2002) adlı büyük boyutlu resmini de bu süreçte gerçekleştirmişti. Ne var ki sonraki yıllarda geçirdiği kalp kriziyle resim yapacak gücü eskisi kadar bulamayacaktı. Telefon konuşmalarımızda resim yapamamanın bunaltısından bahsettiğinde, “oturduğunuz yerden masa üstü resimleri yapın, kağıt üzerine desenler, kolajlar, karalamalar gibi” şeklindeki naçizane cesaretlendirmelerimin işe yaramayacağını biliyordum. Çünkü o öncelikle bir tuval ressamıydı.
Turan Hoca konuşurken sözcükleri itinayla seçer ve insanın kendi konuştuğunu öncelikle kendisinin anlaması gerektiğini vurgulardı. Sakin ses tonundaki cümleleri yutmadan, yuvarlamadan ve en berrak anlatımla kurardı. Ben dahil, hocanın yakınında olmuş birçok sanatçı arkadaşım “doğru düzgün anlaşılır konuşsana” fırçasını yemiştir ondan. Bu yüzden sofistike cambazlıklar yapan sanat yazarlarını James Elkins’in şimdiki tanımlamasıyla “felsefi meditasyonlar” olarak nitelendirir ve değer vermezdi. Sadelik bağlamında resimleri ile yazıları birbirlerine kenetlenmişti. Dostu İlhan Berk de onun için “resmi aydınlık, arı, duru doğanın resmidir”(4) diyordu. Onun resminde bu yüzden olsa gerek bir iç mekan ilgisi görülmezdi. “Veranda” serilerinde bile ana öge pencereden dışarı açılırken bizi kucaklayan doğadır.
Turan Erol her daim çalışkan bir sanat ve düşün adamı, genç kuşağı yakından takip eden tutkulu bir izleyici, onları desteklemekten heyecan duyan bir hoca, davet edildiği konferanslara, sempozyumlara ve panellere sınavlara hazırlanır gibi hazırlanan bir öğrenci, dayanışmadan ve omuz omuza olmaktan mutluluk duyan vefakar bir dost, yaşlılığı oynamaktansa onu yaşamayı kabullenmiş kalender bir duayendi. Hayatı boyunca doğru olanı söylemekten, yanlışın üzerine gitmekten ve bu uğurda gerekirse arkadaş kaybetmeyi göze almaktan çekinmedi. “Eleştirmenlik düşman kazanma sanatıdır” derdi. Meslektaşlarının etkinliklerine karşı kıskançlık hissetmedi. Onlar hakkında yazılar yazmaktan mutluluk duymasıyla kompleksleri olmayan birisiydi. Anadolu türkülerine ve şiir sanatına vurgundu. Şiiri ve türküleri onun sayesinde sevmiştik. Özellikle de mensubu olduğum kuşak, giderek bir dergaha dönüşen atölyesinde düzenlediğimiz Türkü partileriyle onu başka türlü özleyecek. Ezberinde yüzlerce şiir olurdu. “Bunları nasıl ezberliyorsunuz?” diye sorduğumda “şiirleri ezberlemek için değil, onlarla yaşamak için tekrar tekrar okurum” diye yanıtlamıştı. Doksan yaşını aşan yıllarına denk gelen muhabbetlerimizde unutkanlığına bağlı olarak bazı noktaları hatırlayamayınca, “ bu kadar unutkalık da olsun artık” der, kendisiyle şakalaşırdı.
Turan Erol'un seksen yıla yayılan sanat serüveni, Türk resminde Doğu-Batı, Geleneksel-Modern, Yerel-Evrensel gibi pek çok tartışmanın yaşandığı hareketli bir dönemece denk geliyor. O, bütün bu tartışmaların orta yerinde kendi duruşunu geliştirebilmiş ender sanatçılardan biriydi. Sanat eserlerini çözümlemedeki yaklaşımları ufuk açıcıydı. Resmi görmeyi en çok ondan öğrendim. Ankara'da çektirdikleri erken dönem fotoğraflarından birinde hayat arkadaşı Türkan Hanım ile kumrular gibi yere çömelmiş ve el ele tutuşmuşlar. Sanki o andan itibaren bir söz vermişler: "Birlikte koyulduk bu yola, birlikte uçacağız." Aynı gün o yolculuğa çıktılar. Huzur içinde uyusunlar. Yaşantımıza kattığı değerler ve hakkı ödenmeyecek desteği ve iyiliklerinden dolayı hocama şükranlarımı sunuyor, anısı önünde bir kez daha saygı, sevgi ve minnettarlıkla eğiliyorum.
Dipnotlar
1. Turan Erol: “Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cem Yay, İstanbul, 1984.
2. “Başlangıcından Günümüze Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi: Cilt 1”, Tiglat Yayınları, İstanbul, 1982.
3. “Gözlerinden Öperim: Turan Erol’a Mektuplar”, Sel Yayıncılık, İstanbul 2011.
4. İlhan Berk, “Turan Erol”, Ada Yayınları, İstanbul, 1990.