Gülşen’den Sezen’e, milli spor olarak kadın düşmanlığı
Bu ikiyüzlü ahlakçılıkların bir de büyük saptırma işlevi var. Ortak umutsuzluklar muhafazakar çığırtkanlığın ikiyüzlü ortak değerleriyle bastırılmaya çalışılıyor. Yıllar boyu kaç kuşağın hislerine tercüman olmuş Sezen Aksu, ironisi uzaydan görülebilen şarkı sözleriyle hedef haline getirilerek donduran soğuklarda ahiret ateşinden medet umuluyor.
“Erkekler kadınların onlarla dalga geçmesinden korkar, kadınlarsa onlar tarafından öldürülmekten.” The Fall dizisinde kendine özgülüğüyle kadın karakterler arasında sağlam bir yer edinen Stella Gibson’ın (Gillian Anderson) Margaret Atwood’dan alıntıladığı bu söz o kadar nefis ki. Toplumdaki köklü cinsiyet eşitsizliğinin altında yatan nedenleri şıppadanak özetliyor. Alaycı bir sözüyle, gülüşüyle, “uygunsuz” bir kıyafetiyle erkeği delirten kadın, en şiddetli arzu-nefret döngülerinin konusu, en favori klişelerden biri. Kadın katillerinin neredeyse tamamı toplumun bahşettiği “ağır tahrik” bahanesinden yararlanıyor. Popüler kültürün önemli bir bölümü kadın bedeninin ‘erkek bakışıyla’ nesneleştirilmesi üzerine kuruluyken daima ve itinayla ikiyüzlü ahlaki sınırlar çiziliyor. Masalar kuruluyor, “bu kadarı da fazla” denen bir ayar noktası hemen saptanıveriyor.
Erkek öfkesi için asla “bu kadarı fazla” denen bir sınır yok oysa mesela. Son günlerin bir konusu da Leman Sam’ın nevzuhur (çok sevdiğim bir eski kelime yine) ırkçılığı tartışmalarında “tanırım, yapmaz” temalı bir yazıyla gündeme gelen cinnet meselesi. Irkçılık değil, kökeni hayvanlara yapılan zulüm olan cinnetmiş o. Cinnet geçirilir mi, getirilir mi, cinnetimiz cennetimiz midir falan filan derken laf karıştı ama esas nokta şu: Ben cinnete inanmıyorum. Aşırı, dizginsiz, patlamalı öfke çoğunlukla varsayılan bir imtiyazın sonucu oluyor. Haklılığa duyulan koşulsuz inancın. Bu nedenle kadınların cinnet geçirdiği pek nadir, katil erkeklerin, şiddet faillerininse favori bahanesi bu. Öfkelenme hakkını iliklerine dek duyuyor ve bunu da çoğunlukla fizik ya da statü açısından kendilerinden üstün gördükleri diğer erkeklere karşı değil, kadın ve çocuklara karşı kullanıyorlar. Cinnetin arkasında bir imtiyaz yatıyorsa ırkçılık başta her tür ayrımcılık söylemi için de geçerli bu. Hiçbir tekil olay bir insan grubunu, ırkı nefrete boğmanın gerekçesi olamaz. Bütün ayrımcılıklar aynı desenlerle işliyor. Dünya da bu kendine hak görmeler nedeniyle daha karanlık bir yer oluyor.
Kadınlar içinse “bu kadarı da fazla” çizgisi incecik. Gülşen’in sahne kostümü ya da Sezen Aksu’nun ta 2017’de yapıp geçenlerde yeniden paylaştığı bir şarkının sözleri yerli, milli, dini tüm değerleri bir anda alt üst edebiliyor. Otel basılmalarıyla ünlü İzzet Yıldızhan çıkıp ateş püskürüyor, Seren Serengiller kendi dekoltelerini o programlık azaltmaya bile gerek görmeden ahlakçılık taslıyor. Bu işlerdeki mantıksızlık ve ikiyüzlülük öyle bir safhada ki Gülşen’le aynı boylarda ya da ondan kısa Serengil “bu minyon kadınlarda zaten bir seksi olduğunu gösterme ihtiyacı daha fazla oluyor” türünden sözler ediyor. Işın Karaca çıkıp “bu kadarı da fazla” korosuna katılıyor.
Bu kepazelikler korosuna karşı, bir yandan da bir kadın pop şarkıcısının dünyanın pek çok yerinde olağan sayılabilecek sahne kostümü bizde neredeyse devrimci ilan ediliyor. Ayarımız yok gibi bir şey. Bir hareketin cesur sayılabilmesi için ille devrimci olması da gerekmiyor. Gülşen’in kendisine gayet de yakışan sahne kıyafetini Yıldızhanlara ve müzmin riyakar dudak bükücülere hiç aldırmadan, muhafazakar ortam ve seyirciye göz kırpmadan rahat rahat giymesi bence de gayet şık bir davranış ama buradan bir devrim çıkarmaya da gerek yok.
Tıngır mıngır yürüyen riya kervanında bir de şu alışkanlık var: Her yaştan erkeğin her yaştan kadınla olmasının gayet normal görüldüğü toplumda 40+, evli ve hele çocuklu bir kadının özgüvenle dilediğini giyinmesi hatırı sayılır bir hasetle de karşılaşıyor. Birkaç yıl önce Defne Samyeli’nin başına bunun benzeriydi. Nitekim son tartışmalarda Gülşen’e sahip çıkan isimlerden biri de o oldu. Üstünde gayet transparan bir giysiyle “Ben olsam eşim görür diye rahatsız olurum” diyen Serengillerden farklı olarak, bir kadının yetişkinliğe eriştikçe kendi kararlarını kendi verme özgüvenine daha çok sahip olup bu gibi şeylere kulak asmadığını da ekledi.
Samyeli’yle ilgili yazımda değinmiştim. Riya denizinin en kötü noktası, zaten daima bundan nemalanan yandaş popüler figürlerden, muktedirin bildik sözcülerinden çok, kendi mahallelerimizdeki riyakarlar elbette. Yıldızhan’dan çok daha ilerici görünüp özel hayatlarında, iş ilişkilerinde geçirdikleri güç zehirlenmelerinde, aynı eşitsizliği sinsice, gizlice sürekli üretenler. Bunun yanı sıra başkasının hayat alanlarına dil uzatmadaki fütursuzluk, eleştiri bilmezlik, sınır tanımazlık, haset, klancılık, komploculuk… Bu ortak desenler toptan giderilmedikçe, herkes bu konuda kendi üstünde çalışmadıkça nefes almak giderek daha da zorlaşacak.
Çıldırtıcı derecede antipatik popüler gündemimizde daha Sam’ın cinnetli ırkçı söylemlerinin ve sahnedeki Gülşen’in teri soğumadan Sezen Aksu linci başladı. Bu hararetle birbiri ardına intihar eden çocuklar, zar zor ısınan evlere düşen 700-800 liralık doğalgaz faturaları, irili ufaklı nice gündelik felaket, muktedirin laf salatasında boğuluyor. Bu ikiyüzlü ahlakçılıkların bir de böyle saptırma işlevi var tabii daima. Ortak umutsuzluklar muhafazakar çığırtkanlığın ikiyüzlü ortak değerleriyle bastırılmaya çalışılıyor. Yıllar boyu kaç kuşağın hislerine tercüman olmuş Sezen Aksu, ironisi uzaydan görülebilen şarkı sözleriyle hedef haline getirilerek donduran soğuklarda ahiret ateşinden medet umuluyor.
Bunlar olup biterken Ankara’da regl ürünlerindeki vergi oranının düşürülmesi amacıyla Meclis önünde eylem yapmaya çalışan 9 kadın tartaklanarak gözaltına alınıyor. Kadın katillerine, tacizcilere gösterilmeyen sertlik, giderek artan kadın yoksulluğunda en temel ihtiyaç maddelerinden birine ulaşma güçlüğü çeken kadınlara ses olmaya çalışan kadınlara gösteriliyor.
İçinde yüzdüğümüz riyalar denizinin ucu bucağı yok. Ama topun ağzına bir kadın konduğunda daima iki kat tetikte olmak gerekiyor. Bu çağda hala kutsal anneyle “çıldırtan kadın”, cadı, şeytan ikiliğinde canlı tutulan kadın düşmanlığı, etrafında en kolay birleşilen yerli ve milli değer olmayı sürdürüyor.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI