Günahkâr sözler
Hesenê Metê'nin Gotinên Gunehkar adlı kitabı Avesta Yayınları tarafından yayımlandı.
“Onu inkâr ettiğim hâlde o, beni biliyor; ben de onu biliyorum.“ Muhyiddin İbnü’l -Arabi’den alıntılanan bu epigrafla başlıyor Hesenê Metê’nin Gotinên Gunehkar (Günahkâr Sözler) novellası. İlahiyat fakültesi öğrencisi Behramê Kewaşi’nin bir misafirlik macerasıyla teolojik, metafiziksel bir serüvenin kaynaştığı anlatı, Tanrı-insan, iyilik- kötülük mefhumlarının çarpıştığı bir kelam arenasına dönüşüyor. Gotinên Gunehkar, Tanrı’yla kavga eden bir yazarın teolojik mahşerinin cümle kapısı…
Behramê Kewaşi, "bir Mesihi sever gibi Tanrı’yı sevdim, ona bir müslüman gibi ibadet ettim"(s.9.) derken sevgi ve itaat bağlamında iki dinin temel ayrımını ortaya koyuyor. Sevgiden beslenen bir inançla korkudan kaynaklanan bir itaat arasındaki temel farkı vurgulayan yazar, “Biliyordum Tanrı, bir çocuk gibidir, onu sevmezsen küser, seni terk eder."(s. 9.) ifadeleriyle günahkâr sözlerin kilidini açar. Hesenê Metê, anlatı boyunca dini pek çok ritüeli mizahi bir üslupla ele alır. “İbadetler, tavuk yumurtası gibidir, bitince hemen üzerinden kalkmamak gerekir.” (s.10) sözleriyle üslubu hakkında okurun zihnine bir işaret fişeği gönderir.
![](https://i.gazeteduvar.com.tr/storage/files/images/2025/01/27/gotine-n-gunehkar-kapak-16877832-fgw3.jpg)
Fakülte eğitimi için bir ev kiralamak isteyen Behramê Kewaşi, Hıristiyan Lulu Han ve eşi Geştina Hanım’ın daveti üzerine onları köydeki evlerinde ziyarete gider. Ev sahiplerinin bağlarının olduğu bölgede dolanan Behramê Kewaşi, ziyaret ettiği çiftin genç kızları Nagina’yı havuzda çırılçıplak yüzerken görür. Behram, haz ile günah arasında gidip gelir ve sonunda kendini suçlar. Sadece kendini değil Tanrı’yı da suçlar. Ona göre Tanrı isteseydi bu günaha engel olabilirdi. Çifte kavrulmuş bir günahın lezzeti ile ilahiyat fakültesinde öğrenci olmanın ikilemi Behram’ı çetin bir buhrana sürükler. Beni yaratan Yüce Tanrı, benliğimi niçin suçtan ve günahtan azade tutamıyor sorusu bir balyoz gibi iniverir aklının orta yerine. Bu dünya bir imtihan yeri ise neden bazıları imtihan edilirken bazılarına bu imtihanın nesnesi olma rolü veriliyor? İmtihan eden, niçin özgür iradesiyle karar verme hakkını kimilerine tanırken diğerleri, bu tercihlerin sonuçlarını mutlak biçimde yaşamak zorunda kalıyor?
Behram’ın karşısına hakikatle rüya arası bir atmosferde Geştina Hanım’ın babası Mekrus Efendi çıkar. Behram ile yaşlı adam arasında derin bir teolojik sohbet başlar. Mekrus Efendi sohbetin bir yerinde konu peygamberlere gelince bu bahsi kapayalım, der. “Zira peygamberlerin artık kendilerine bile faydaları yok.” (s.72.) Bu sözü doğrulamak istercesine de şunları ekler: “Kalabalıkların olduğu yerde hakikat barınamaz.“ (s.72.) Kalabalıkların, hakikati çarpıtmak gibi bir huyu vardır ve kalabalıklar kendi hakikatlerini yaratır.
Behramê Kewaşi, Mekrus Efendi’ye bir itirafta bulunur gibi şöyle der: “İnan bana Mekrus Efendi ve bağışla beni. Bizde gayrimüslimlere gâvur, derler fakat bu, marifetsizlikten ya da saygısızlıktan değil tamamen medrese eğitiminden kaynaklı dilimize pelesenk olmuş.” Hesenê Metê, bu sözlerle pedagojik usul ve esaslardan yoksun bir eğitimin, geniş halk kitlelerini düşmanlaştırıcı etkisine dikkat çeker.
Mekrus Efendi, Hıristiyanlar özellikle de Ermeniler ve Müslümanlar arasındaki düşmanlığın kaynağı olarak tehcir olayını gösterir. O yıllarda askerlerin tehcir esnasında Ermeni kızlarına ve kadınlarına nasıl bir cinsel zulüm uyguladıklarını detaylarıyla anlatır. (s.90.) Mekrus Efendi, çekilen onca acıda Tanrı’nın da bir payı olduğunu düşünür çünkü herkes gibi yaratan Tanrı da olup bitenler karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir. Yaratan, yarattıklarının içinde güçlü olanların, zayıf olanlara reva gördüğü zulme sessiz kalmamalı düşüncesi, Mekrus Efendi’ye şu sözü söyletir: “Mesih’ten de Tanrı’dan da soğudum çünkü kendilerine bile hayırları olmadığını, Cehennem diye bir yer olmadığını da anladım ve Tanrı’dan ölesiye nefret ettim zira Tanrı, insanları onlardan da zalimleri yarattı." (s. 93.) Yani Hesenê Metê, 'zulüm ıslık çalarken o ıslığın melodisi zalimin doğumundan önce mi bestelendi?' demeye getirir sözü.
Mekrus Efendi, kendisi için dinlerin de bir farkı kalmadığını söyleyerek artık Tanrı ve peygamberlerin yerine buzağıları koyduğunu ve onlara taptığını söyler. Yazarın, karakterine söylettiği bu sözler, radikal bir ironi barındırır. Behram, Mekrus Efendi’nin anlattıklarından sonra eskiden sık sık ve gururla söylediği “ilahi ilimler fakültesinde öğrenciyim.” lafından utanır hâle gelmiş, peygamberlerden ve Tanrı’dan soğumuştur.
Novellanın sonunda Hesenê Metê, Tanrı ile Şeytan arasında bir diyaloğa yer verir. Bu diyalogda Şeytan, Tanrı’nın kendisine kötülük ve karanlığın simgesi olarak “Ehrimen” dediğini hatırlatarak konuşmaya başlar. Şeytan’ın ilk sözü "topraktan ya da fışkıdan yaratılan bir ademden hayır gelmez." (s. 117.) olur. Bunun üzerine Tanrı, söze karışır ve "Sana ne oluyor? İster topraktan ister fışkıdan yaratırım insanı. Neden benim büyüklüğümü küçümsüyorsun?" der. Şeytan ise, "Tanrı’nın bu hâline içim acıdı." (s.117.) diye konuşur. Bunun üzerine Tanrı, "insanoğlundan her kim büyüklük taslarsa onun gözünü çıkarırım" deyince Şeytan şöyle karşılık verir: “Zaten korkum ve sorum da o: Neden yaratıyorsun sonra da gözlerini oyuyorsun?” Gotinên Gunehkar” anlatısının en can alıcı cümlesidir bu. Hesenê Metê, anlatının finalinde tufan olayını da Tanrı’nın tüm yarattıklarına pişman olması ve onları yok etme isteğine bağlayarak her şeyin müsebbibi olarak Tanrı’yı ve onun mutlak gücünü gösterir. Semavi dinlere göre Tanrı, insanı yaratmış sonra da insanı sınamak için Şeytan’ı yollamış. Şeytan, vazifesini ifa etmiş, “eşrefimahlukat” olan insan da nefsine uymuş. İnsan, günaha bulaşmış da Şeytan’ın günahı ne? Şeytan, şeytanlığını yapmış üstelik evvelinde secde etmediği insanın bitmek bilmeyen imtihanında Tanrıya asistanlık yapmış. Günün sonunda ne Şeytan, Tanrı’ya yaranabilmiş ne de insan.
Bir sanatçı, şaheserine niçin zarar verir? Yaratan, yarattığına bir kader yazıyor ve sonra da yaratılan, o kader piyesinde kendisine verilen rolü oynadı diye yaratıcısı tarafından ödüllendiriliyor yahut cezalandırılıyor. O hâlde kalemin cızırtıları altında inleyen kâğıdın günahı ne, kâğıtta yazılanları bir rehberle iletmenin amacı ne, o yazıları dünya denen bu tiyatro sahnesinde terennüm etmenin manası ne? Yoksa Arapların dediği gibi “mana şairin karnında” mıdır?
Kaynakça
Hesenê Metê, Gotinên Gunehkar, Avesta, Çapa Yekem, Stenbol, 2007.