Güncel sanatın yeni kapısı: Medya sanatı
20. yüzyılın “yeni medya”sı bir bakıma hareketli görüntüler üzerinden tanımlandı. Bugünlere dek yenilikçi sanat üretimi geçtiğimiz yüzyıl boyunca hemen hemen tüm yeni sanat üretimini kapsayan biçimde “çağdaş sanat” olarak anıldı. Çağdaş sanatın içerisinden evrilen ve pek çok farklı isimler takınan yeni sanata ise kısaca, yeni medya sanatı dendi.
Sanat ile ilgili olarak kafalarımız her zaman biraz karışıktır.
Sanatın nerede başladığını nerede bittiğini 19. yüzyılın sonlarına dek kestirmek yine de kolaydı; sanatın ve sanatçının tanımı biraz daha keskindi. 20. yüzyılın başlarında klasik sanat kültü ilk zedelenmeyi Marcel Duchamp’ın günlük nesneleri birer sanat eseri haline getiren yaklaşımı ile yaşadı. Duchamp ve çağdaşlarının yaşanan teknolojik gelişmelerin etkisinde kaldıkları açıktır. Teknolojik gelişimler her çağda plastik sanatlardan edebiyata, şiirden gösteriye tüm yaratıcı üretim üzerinde etkili olurlar.
Söz konusu teknolojiler 19. yüzyılın sonlarından itibaren icat edilen fotoğraf ve takiben Louise Le Prince tarafından ilk kez kayda alınan 1888 tarihli Roundhay Garden Scene isimli film ile gelişti ve klasik sanatların yönünü fena halde değiştirdi. Fotograf teknolojilerinin kökeninde pek çok önemli bilim insanının nerede ise yüz yıl süren keşiflerinin katkısı ve emeği var. “Işığın çizimi” anlamına gelen fotoğrafın isim babası Sir John Hershel olarak anılır(1839). Fotoğraf ve sinema gibi yeni teknolojilerin ortaya çıkması, sanatsal ifade için yeni olanaklar yaratmıştır. Sanat yolculuğu günümüze dek pek çok farklı akım halinde sayısız eserin üretildiği müthiş bir yaratıcı evren olarak devam ediyor. İnsan var oldukça yaratıcı üretim de var olacak.
Günümüzde sanatın yeni kapısı medya sanatı. Dadaistler ve Fütüristlerin film, ses ve performans deneyleri medya sanatının kökenini oluşturuyor. Duchamp ile birlikte Man Ray ve Louis Bunuel, çağlarının gelişen teknolojileriyle yapılan sanatsal üretimde dikkat çeken isimler arasında anılabilir. Teknolojiler geliştikçe, öncüler cesaretli üretimleri sergiledikçe, sanat adına yepyeni olanaklar da böylece insanlığın tarihinde yerini aldı. 20. yüzyılın “yeni medya”sı bir bakıma hareketli görüntüler üzerinden tanımlandı. Bu yüzyıl hızla film endüstrisinin, televizyon ve videonun, bilgisayar teknolojilerinin, mobil teknolojilerin birbirinin ardında dizildiği, her gelenin bir öncekini eski kıldığı bir dönem olarak tarihe yazıldı. Her yeni teknoloji kendi çapında pek çok farklı alanda kullanım yeri bulurken, tümü ile üretilen sanat eserleri de ortaya çıkmaya başladı.
1960'lar, video sanatının ortaya çıkışına tanık oldu. Nam June Paik ve Bill Viola gibi sanatçılar televizyon ve video kameraların sanatsal araçlar olarak potansiyelini keşfetti. Video sanatı zaman, mekân ve algının manipüle edilmesine olanak tanıyarak görsel sanatın geleneksel statik doğasına meydan okudu. Dönemin yeni medyası olan video sanatını eski kılan ise bilgisayar çağı oldu. Sanatçılar bu yepyeni teknoloji ile bilgisayar tarafından üretilen imgeler, sanal gerçeklik ve interaktif enstalasyonlarla deneyler yapmaya başladı. Laurie Anderson ve Rafael Lozano-Hemmer gibi sanatçıların eserleri, fiziksel ve dijital alanlar arasındaki sınırları bulanıklaştırarak izleyici katılımını ve etkileşimini gündeme getirdi: Böylelikle interaktif dijital sanat dediğimiz bir kavramla da tanışmış olduk.
1990'larda internetin yükselişi yeni bir medya sanatı dalgasını da beraberinde getirdi. Sanatçılar, interaktif web siteleri, ağ sanatı ve çevrimiçi performanslar yaratarak interneti sanatsal ifade için bir araç olarak keşfetmeye başladılar. Bilgiye erişimin demokratikleşmesi ve küresel olarak bağlantı kurma becerisi, sanatın yaratılma, dağıtılma ve deneyimlenme biçimini dönüştürdü.
1990'ların sonlarından bu yana, üniversite tabanlı dijital sanat arşivleri, New York'taki Rhizome platformu, Netzspannung ve veritabanı projesi Compart; Monoskop gibi ortamlarda dijital sanat iyice yaygınlaştı. Medya sanatının tarihi yalnızca özel girişimlerle değil, aynı zamanda üniversiteler gibi çeşitli kurumların, arşivlerin ve araştırma merkezlerinin de katkısı ile yazıldı. Dijital sanatçılar Nettime ve Rohrpost gibi posta listeleriyle haberleştiler. Yaratıcı alanlarla ilgili sözgelimi hemen herkes Deviantart’da bir profil açmıştır herhalde! Sonraları bu tür platformların sayısı internetin gelişim hızı ile doğru orantılı biçimde arttı. Günümüzde sayısız kanal var.
Bugünlere dek yenilikçi sanat üretimi geçtiğimiz yüzyıl boyunca hemen hemen tüm yeni sanat üretimini kapsayan biçimde “çağdaş sanat” olarak anıldı. Çağdaş sanatın içerisinden evrilen ve pek çok farklı isimler takınan yeni sanata ise kısaca, yeni medya sanatı dendi.
TATE, yeni medya sanatını şöyle tanımlıyor: “Yeni medya, CD-Rom'dan cep telefonuna ve dünya çapında ağa (www) kadar medyanın kitlesel akışını tanımlar. MySpace ve YouTube gibi web siteleri, sanatı bir tuşa basarak milyonlarca insana dağıtabilen yerler olarak yeni medyanın kilit unsurlarıdır.” ve ekliyor: "Lütfen tarayıcı sanatı; ağ sanatı; yazılım sanatına da bakın!"
Sanatsal ifade için kullanılan teknolojiler yeni ve eski teknolojileri içerdiğinden ve artık neyin eski neyin yeni olduğuna dair kavramların gittikçe muallak hale gelmiş olması ile birlikte tüm bu yaratıcı üretimleri kısaca medya sanatı olarak anmak belki de en doğrusu.
Son birkaç yılda yeni medya sanatlarına adanmış festival ve konferansların sayısında önemli bir artış var. Bunlardan bazıları Ars Electronica, Transmediale, ISEA ve SIGGRAPH olarak sayılabilir. Berlin merkezli DAM ( Digital Art Museum) gibi müzeler ve araştırma enstitülerinin yanında ZKM (Zentrum für Kunst und Medientechnologie) gibi öncü kuruluşlar ve Whitney Museum of American Art, New York Museum of Modern Art, Walker Art Center gibi kuruluşlardaki özel dijital koleksiyonlar yeni medya sanatı ile ilgileniyor.
Ülkemizde pek çok irili ufaklı girişimin yanında, Contemporary Istanbul bünyesinde ilk kez düzenlenen dijital sanat fuarları, Sonar İstanbul kapsamında düzenlenen ve son derece keyifli izlediğim Digilogue ve Borusan tarafından oluşturulan koleksiyon ve sergiler medya sanatını konuşabildiğimiz ortamlar arasında yerini aldı.
Medya sanatının dünyadaki öncüleri arasında bulunan bir sanatçı olan Refik Anadol, yaratıcı üretimleri ile sadece Türkiye’de değil tüm dünyada bu sanatın sıkça gündemde kalmasına ve kimi zaman da eleştiri oklarını üzerine çekerek tartışılmasına olanak sağlıyor. Refik’in on yıllardır üzerinde çalıştığı, tüm dünyada izleyenleri nerede ise hipnoz eden akışkan görüntüleri çağa ve sanat ortamına öyle damgasını vurdu ki, Jerry Saltz gibi ünlü sanat eleştirmenlerini bile medya sanatını anlama konusunda epey meşgul eder oldu.
Bu alan teknoloji ile hayatımızı kaplayan pek çok şey gibi yeni; teknolojinin olanakları doğrultusunda da sınırsız. Medya sanatı hem sanatçılar hem de izleyiciler için sonsuz olanaklar sunarak genişlemeye ve gelişmeye devam ediyor. Medya sanatını keşfetmek, sanatsal ifadenin geleceğini şekillendiren teknoloji, yaratıcılık ve eleştirel düşüncenin kesişimiyle ilgilenmemize olanak sağlayacak.
Geçtiğimiz hafta, bu keşif adına bir gelişme yaşandı: Ülkemizde ilk kez sadece medya sanatına adanmış bir etkinlik dizisi hayata geçirildi. Noise_Media Art etkinliği 12 Ocak-21 Ocak tarihleri arasında restore edilerek ilk kez kapılarını açan Kadıköy Kent Müzesi, Alan Kadıköy, Yeldeğirmeni Kilisesi ve Haliç Sanat’a ev sahipliği yapan Fener Evleri’nde izleyici ile buluştu.
Sanatçı Hande Şekerciler ve sanatçı Arda Yalkın tarafından, sanattaki güncel nabzı yakalayan uluslararası bir etkinliğe olan ihtiyaçtan dolayı hayata geçirilen Noise_Media Art, yalnızca davet edilen sanatçı ve galerileri, ilk edisyonunda medya sanatı alanında tanınmış küratör Dominique Moulon’nun seçkisiyle bir araya getirdi. Noise, Moulon dışında Fransa’dan medya sanatı konusunda bilinen galerilere de Türkiye Fransız Kültür Merkezi katkılarıyla yer verdi.
Etkinlikler ilk olarak OI_Music ismi altında 12-14 Ocak 2024 tarihleri arasında Alan Kadıköy’de başladı. Ambient/drone müzikten, deneysel teknoya, elektronik dub’dan elektronik müziğe şekil vermiş proto electronicaya birbirinden farklı bir çok müzik türü, tarzların en önemli temsilcilerini İstanbullu dinyecilerle buluşturdu. Bu isimler arasında Manchester çıkışlı Andy Stott endüstriyel müzik, glitch techno gibi müziklerin ses örgülerini, gürültüleri dub, dance hall gibi Jamaika müzikleriyle sound system kültürü üzerinden birleştiren The Bug lakaplı Kevin Martin, İngiltere’nin en kıdemli MC’lerinden Flowdan, elektronik müziğin şekillenmesinde öncülerden biri olarak kabul edilen deneysel Alman topluluklarından Neu ve Harmonia’nın kurucu üyesi Michael Rother, minimal teknonun çıkışını ve yayılmasını üstlenen Kompakt şirketinin kurucusu, aynı zamanda görsel sanatçı Wolfgang Voigt vardı.
OI_Music sadece müzikal performans olarak değil, her gün uluslararası sanatçıların atölye çalışmaları, elektronik müzik kültürü hakkında paneller, belgesel gösterimleri Alman sokak yemekleri, plak- ikinci el elektronik ekipman tezgahları ve onlarca dj'in performansları ve görsel sunumları ile başlıbaşına bir oluşum olarak kentin tarihinde yerini aldı.
Etkinliklerin ikinci ana dalı OI_Media Art Fair ismi ile 17 Ocak’ta kapılarını açtı. Ön gösterim gününde kentin nerede ise tüm yaratıcı potansiyelini bir mıknatıs gibi kendine çeken bu fuarda, irili ufaklı pek çok galerinin ve sanatçının çok farklı teknolojileri kullanan eserlerini izleme şansına sahip olduk. Açılış aynı akşam Kyoko - Ali Mahmut Demirel ile Alain Tibault - Matthew Biderman ikililerinin dijital görüntü ve elektronik müzik gösterimleri ile devam etti.
Etkinliklerin OI_Talks bölümü sevgili Bihter Ayyıldız moderatörlüğünde pek çok değerli konuşmacıyı bir araya getirdi. Bu isimler arasında Ars Electronica baş küratörü Martin Honzik, sanatçı Kevin Abosch, ZKM Media Museum’un baş küratörü Bernard Serexhe, sanat yazarı ve Mointclaire State University profesörlerinden Charlotte Kent, DAM direktörü Wolf Lieser, Neural Magazine genel yayın yönetmeni Alessandro Ludovico ve Borusan’dan Agah Uğur dikkat çekenler arasındaydı. Sürdürülebilirlik alanında en samimi yayınlardan biri olarak ilgi ile takip ettiğim PlumeMag’in kurucusu olan Bihter aynı zamanda 3pmetrics iş birliğiyle tüm etkinliğin karbon ayak izini ölçümlüyor.
Hande ve Arda, tüm dünyadaki uluslararası sanat etkinliklerinin sorunu olan uzun mesafeli seyahatlerin yanı sıra, medya sanatının sergilenmesi ve üretilmesinin özelinde kullanılan ekran, bilgisayar, ışık kaynakları vb donanımlardan kaynaklanan karbon ayak izi sorunsalına karşılık Noise kapsamında bu sorunu gündeme getirmek, sanatın sürdürülebilirliğini tartışmak amacıyla önce bir öz eleştiri yapmak gerektiğini düşünerek, Bihter ile bu işe kalkışmış ve böylece başka bir ilke daha imza atmış oluyor.
Hande ve Arda’nın kendi sanat çalışmalarını dijital ortamlardan takip ediyordum ve onlarla birkaç ay önce davetli olduğumuz bir gezide ilk kez karşılaşarak tanıma şansını buldum. Gerek o zaman gerekse ofislerinde ziyaret ettiğimde gece gündüz devam eden bir hazırlık temposunda olduklarını gözlemlemiştim ancak dürüst olmam gerekirse yaptıkları işin bunca kapsamlı ve uluslararası olduğunu idrak etmemiştim. Gerek onların bu çabası gerekse gözlemlediğim insan kalabalığı sanatta da pek çok diğer alanda olduğu gibi dönüşümün yaşandığına bizleri ikna ediyor.
Teknoloji, yaratıcılık ve eleştirel düşünceyi bir araya getiren medya sanatı, geleneksel sanat formlarının sınırlarını zorlarken dünya algımıza meydan okuyor.
Kimileri medya sanatına hala inanmakta, kabullenmekte güçlük çekseler de yeni nesil yeni sanatın kodlarını fazlası ile hızlı biçimde yazmış durumda. Kişisel olarak tek çabam yetişmeye çalışmak !
Özlem Yalım Kimdir?
Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.
Simetri: Duygu dünyamızla tasarım arasında güçlü bir bağ 03 Kasım 2024
Tasarımda global disiplinlerarası pratik: Snøhetta 27 Ekim 2024
Fransa’dan İtalya’ya tasarım 20 Ekim 2024
Bilincin tasarımı için bir araç olarak rüyalarımız 13 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI