YAZARLAR

Gündelik hayatın sürekliliği

Haliç’te, Rezan Has Müzesi’ndeki sergi bize insanlığın ortak bilgi ve beğenisi; insanlık fikrinin sürekliliği hakkında kısa ve etkili bir farkındalık imkânı sunuyor.

Kadir Has Üniversitesi’nin bulunduğu eski Cibali Tütün Fabrikası’nın altında çok ilginç ve bu bölgeye değer katan bir müze var. Rezan Has Müzesi, gücünü 1100 parçalık arkeoloji koleksiyonundan alıyor. Ve şu sıralar ziyaret edilebilen ‘Gündelik Yaşamın Arkeolojisi’ gibi, bu koleksiyonu esas alan arkeoloji sergilerini ağırlıyor.

Eski Tütün Fabrikası üniversiteye dönüştürülürken, binanın mahzeni de müze olarak düzenlendi. Yapının kendisi gibi görkemli, tuğla duvarlar ve kemerlerin çevrelediği çok geniş ve etkileyici bir mekân burası. İçinde 17. yüzyıldan kalma bir Osmanlı yapısının kalıntısı ile 11. yüzyıldan bir Bizans sarnıcını da barındırıyor. Vaktiyle, tütün fabrikasını bu sarnıcın üstüne yapanlar daha sonra burasını tütün balyalarını nemli tutacak bir depo olarak kullanmışlar. Tütün fabrikasının altından başlayıp arka sokağa kadar uzanan, biraz metruk, bu nedenle genelde ziyarete kapalı bu yapı Bizans kaynaklarında mahalleye su sağlayan Seferikos Sarnıcı olarak geçiyor.

Binanın bodrumuna inmeden önce de Osmanlı döneminin önemli endüstriyel yapılarından biri olan Tütün Fabrikası’nı, orada çalışanları ve gündelik yaşamı anlatan fotoğraflar ve eski eşyalar, makine parçalarından oluşan küçük bir müze var. Bunların içinde üretim aletlerini de tüm mobilyalarıyla geçen yüzyıldan bir ofis parçasını da görmek mümkün.

Tütün fabrikası ilginç bir yer tabii. Devletin tütün gelirlerine el koyan Reji idaresi tarafından yaptırılmış. Zamanla çevresindeki semt de bu fabrikada çalışanların yaşadığı bir işçi mahallesine dönüşmüş. Cumhuriyetin ilk yıllarında sosyalistlerin sıkı örgütlendiği bir yer. Orhan Kemal’in romanlarında da geçiyor, ama tamamen bu binada ve Cibali-Balat civarında geçen, tütün işçilerini anlatan en önemli roman Mahmut Yesari’nin ‘Çulluk’ kitabı.

Bugün neşeli bir okul binası Tütün Fabrikası. Tabii pandemi dolayısıyla öğretime ara vermiş, neşesi tenhalığa dönüşmüş şu sıralar yalnız bir yapı. Ama müzesi açık ve her gün 10.30-15.30 arası gezilebiliyor.

Müzede sergilenen Has ailesinin oluşturduğu zengin arkeoloji koleksiyonu özellikle Urartu eserleri bakımından iddialı. Bir Anadolu uygarlığı olan Urartular madenleri, özellikle demiri işlemekte ustalaşmışlar ve günümüze pek çok kemer, kolye, bilezik, madalyon, iğne, fibula, yüzük gibi objeler bırakmışlar. Müze en büyük özel Urartu koleksiyonuna sahip olmakla haklı olarak övünüyor. Mezar odalarından çıkıp günümüze ulaşan, belli ki çoğu takan adamları daha görkemli göstersin diye yapılmış kalın demir kemerlerden bu koleksiyonda 74 adet var ve bu anlamda daha zengin bir başka koleksiyon yok…

Kemerleri de pişmiş topraktan eserleri de sergide ustalıkla restore edilmiş halleriyle görüyoruz. Çünkü Rezan Has Müzesi kendi restorasyon ekibine sahip. Ellerindeki parçaların bakım ve onarımını kendileri yapıp, sergiye hazırlıyorlar. Hatta bu sergi için temizlenen bazı kaplarda daha önce bilinmeyen küçük imzalar, yazılar çıkmış ki eserlerin değerini ve anlamını artıran güzel sürprizler olarak kayda geçmiş.

Hemen girişte yer alan pişmiş topraktan iki katlı bir yapı maketi dikkatimi çekiyor. Bu bir tapınak. Böyle kırılgan bir nesnenin günümüze kadar gelmesine şaşırıyorum. Sergiyi birlikte gezdiğimiz müzenin direktörü Ahu Has ve koordinatörü Zeynep Çulha sayısız parçanın sabırla bir araya getirildiği bir restorasyon mucizesine baktığımı anlatıyorlar. Türkiye’nin birçok kentinde devlete ait çok güzel Arkeoloji Müzeleri var. Hepsinden farklı olarak burada biriktirme, koruma ve başkalarıyla paylaşma; yani koleksiyonculuk üstüne de düşünme olanağı buluyor insan. Bir de gündelik hayatın akıp gittiği Haliç kıyısında, kentin ortasındaki bir tarihi binanın içinde böyle farklı bir sergiyle karşılaşmanın sürprizini tadıyor...

Sergi de ana fikrini bu gündelik hayat karşılaşmasından alıyor aslında. Gündelik Yaşamın Arkeolojisi bizi milattan önce 6500 yılından başlayıp milattan sonra 1300 yılına, Selçuklu dönemine uzanan bir zaman aralığında gündelik hayatımızda yer alan nesneler arasında gezdiriyor. Tabii ki teknoloji öncesi çağda değişimin ne kadar yavaş olduğunu biliyoruz. Ama coğrafyalar arasındaki iletişimin ne kadar az olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla birbirine bu kadar uzak yerlerde birbirine bu kadar uzak zamanlarda birbirine bu kadar benzeyen alışkanlıklar ve nesnelerin kullanıldığını bir kere daha görmek insanı ister istemez şaşırtıyor. Günümüz dahil binlerce yıldır mesela aynı formdaki bir nesneden su içiyoruz. Bardaklar neredeyse 5 bin yıl hiç değişmemiş. Kaseler, sürahiler, toprak ya da metal mutfak eşyaları: kepçeler, süzgeçler, havanlar, şişeler ve başka şeyler. Ya da binlerce yıllık zarlar, oyun taşları, süslü püslü ama bugünküyle aynı formu taşıyan 1500 yıllık kapı anahtarları… Bulundukları çağın ve coğrafyanın ayırt edici özelliklerini taşıyorlar ama bugün hâlâ güzel ve kullanışlılar. Çoğu mezar odalarından çıkan bu eşyalar bize hem göçüp gitmiş o insanları anlatıyor hem de garip bir şekilde insanlığın içerdiği devamlılığı. Evet insanlar ölüyor ama zevklerini, beğenilerini, bilgilerini aktararak bir diğerine bırakarak göçüp gidiyorlar bu dünyadan. Devletler, imparatorluklar, uygarlıklar yok olup gitse de insanlığın ortak bir belleği, geleneği bir ortak insanlık fikri var ki dinler ve felsefenin dışında işte bu basit gündelik nesnelerde bile bunu görebiliyoruz. Daha ilginç olan şey güzel kavramının geçerliliği. Özellikle takıların neredeyse hepsi bugün hâlâ benzerleri kullanılan ya da yeniden üretilse birilerinin alıp kullanmak isteyebileceği bir estetiğe sahip. Tabii işin ilginci bu kadınlara has bir durum; erkeklerin savaş ve statü aksesuarları için geçerli değil kesinlikle. Mesela o Urartu kemerlerinin çoğunu bugün dünya üstünde kimse takmak istemez. Kırkpınar’ın başpehlivanları hariç… Yani erkeksi olanın da güzelliğe değilse bile ‘güce’ dair olmakla ilgili bir sürekliliği var hala. Bu da Rezan Has Müzesi’ndeki serginin bize emanet edeceği soru işaretlerinden bir diğeri…

Ayrıntılı bilgi için: https://www.rhm.org.tr/tr/anasayfa