HDP binasını dağıtmak ne demek?
Her düzeyde, her adımda, her fırsatta dışlayarak, hakaret etmeye, aşağılamaya çalışarak, “size hayat hakkı yok” duygusu yaratarak nereye varılacak? Şu alçak darbeciler başarılı olsa varılacak yerden çok mu farklı olacak böyle bir yer?
11 Ağustos’un erken saatlerinde, “Demokrasi Nöbeti”ne “virgül kondu” ve Taksim civarında 03:00 civarında uzun süredir ilk defa sessizlik hüküm sürdü. Kısacık bir süre. Çünkü 04:00’e doğru, alçaktan uçan bir helikopter, o sırada uyanık bulunan veya sese uyanan herkesin zihninde 15 Temmuz gecesinin anılarını canlandırdı. Ne oluyor, anlayamadık, ses kesilince de, bu memlekette doğup büyümüş olmanın bize kazandırdığı doğaüstü özellikleri kullanarak, dönüp her ne yapıyorsak devam ettik veya uyuduk.
Sabah anladık. Meğer polis Beyoğlu’ndaki HDP İstanbul İl Örgütü binasına girmiş, helikopter bu “operasyona” eşlik ediyormuş.
Fotoğraflar feciydi. HDP il binasının içi târumâr edilmişti. Eşyalar kırılmış, ne bulunursa yerlere saçılmış, âdetâ, “Bundan böyle burada parti falan olmasın!” hükmü, devletin pek iyi konuştuğu dilden tebliğ edilmişti.
Peki her gün onca insanın girip çıktığı bir parti binasına niye o saatte, kimse yokken, kapı kırılarak girilmiş? Polis İstanbul’da “PKK’ye karşı” sabaha karşı operasyonu yapıyormuş, bu yüzden böyle olmuş.
Ne kadar basit değil mi böyle bir bağlantıyı bahane olarak öne sürmek? Kimse yokken kapısı kırılarak girilen, içerisi anlamsız -veya ziyadesiyle anlamlı- bir şekilde dağıtılan, haşince zarar verilen yer, Meclis’teki üçüncü partinin il binası. PKK dün iki Kürt ilinde bombalı eylem yapıp insan öldürdü, bu parti hemen ve tereddütsüz kınadı bu eylemleri.
Yani polis demiş ki: Cumhurbaşkanı, iktidar partisi ve öbür partiler madem seni tanımıyor, toplumsal bütünlük mitingine çağırmıyor, Anayasa hazırlama toplantısına çağırmıyor, o halde ben de tanımıyorum, Meclis’in üçüncü partisi de olsan il binanın kapısını kırar, sana yasadışı örgütün paravanı illegal dernek muamelesi yaparım.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da buna dikkat çekti: “Dün gece saatlerinde İstanbul binamız polis tarafından basılıyor. Talan ediliyor,” dedi. “Parlamentonun üçüncü büyük partisinin en büyük teşkilatlarından birine gangster gibi giremezsiniz. Kapıyı kırarak, eşyaları parçalayarak böyle davranamazsınız. İstanbul Valisi’nden, Emniyet Müdürü’nden derhal açıklama bekliyoruz.”
Her düzeyde, her adımda, her fırsatta dışlayarak, hakaret etmeye, aşağılamaya çalışarak, “size hayat hakkı yok” duygusu yaratarak nereye varılacak? Şu alçak darbeciler başarılı olsa varılacak yerden çok mu farklı olacak böyle bir yer? Bu memleket, siyasetiyle, devletiyle, silahlı bürokrasisiyle bir insan yiyen makine olmaktan çıkamayacak mı? Daha ne kadar insan yeyip ne kadar kan içince doyacak? Hiç doymayacak mı?
Mesele bir HDP binasında arama yapılması değil. Aramanın sabaha karşı, kimse yokken, kapı kırılarak yapılması ve içeriyi târumâr ederek verilen açık mesaj. Devlet diyor ki: “Ben, Mardin ve Diyarbakır’daki PKK eylemini kınayan ve ülkenin batısından da oy alan Kürt partisi istemiyorum kardeşim. Size meşru, yasal bir partiye gösterilmesi gereken saygıyı göstermeyeceğim, öyle algılanmamanız için uğraşmayı sürdüreceğim. Size oy veren veya umut bağlayan milyonlarca insanı da hiçe sayıyorum. Çünkü sizi kafadan vatan haini ilan edebilmemi zorlaştırıyorlar. Onları da size yaptığım gibi, mümkün her yerden dışlayacağım. Benim ve silahlı muhatabımın bildiği, konuştuğu anlaşılmaz ve acımasız dili kullanmıyor, sıradan insanların silahsız diliyle konuşuyor, savaşın tılsımını bozuyorsunuz.”
Yani ki sandalye dolap kıran döken devletin partiye mesajıdır: “Konuşanla muhatap olmam, savaşanla olurum; bildiğim dil budur; siz aradan çekilin.”