'Gülen Cemaati devleti klonladı'

Darbe girişiminden sonra Dicle Üniversitesi Rektörü Ayşegül Jale Saraç gözaltına alınarak tutuklandı. Bazı akademisyenler uzaklaştırıldı. Rektörlük katında oluşturulan soruşturma komisyonu 'FETÖ’cü akademisyenler'i bulmaya çalışıyor. Dicle Üniversitesi’ndeki gelişmeleri, öğretim görevlisi Ahmet Vedat Koçal ile konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Dört yıldır Dicle Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan siyaset bilimci Ahmet Vedat Koçal ile 15 Temmuz darbe girişiminden sonra üniversitelerdeki durumu konuştuk. Koçal, hükümetin Kürt meselesine yaklaşımını, yoğunlaşan çatışmaları ve Cerablus harekatını da değerlendirdi.

Son Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye’deki üniversitelerde, öğretim görevlisinden dekanlara kadar birçok kişi açığa alındı. Ancak Dicle Üniversitesi’ne “araştırmalar devam ediyor” gerekçesiyle dokunulmadı.

Ahmet Vedat Koçal, konuyla ilgili olarak Dicle Üniversitesi’nde bir değerlendirme komisyonunun kurulduğunu belirterek şunları söyledi: “15 Temmuz’dan sonra ilk dalgada 140 kişi açığa alındı Dicle Üniversitesi’nde. Yaklaşık 2 bin 500 akademisyenin ihraç edildiği son KHK’da Dicle Üniversitesi’nin adı yoktu. Bunun nedeni üniversitede incelemenin hâlâ sürüyor olmasıdır. İncelemenin sürdüğünü biliyoruz, ilan da edildi zaten, gizli saklı bir bilgi değil. Değerlendirme komisyonu oluşturuldu rektörlük katında. Dosyalar inceleniyor ve ileriki süreçte işten uzaklaştırmalar gerçekleşmesini bekliyoruz.”

AKADEMİSYENLER TEDİRGİN

Ahmet Vedat Koçal soruşturmanın devam ediyor olmasından dolayı üniversitedeki herkeste bir tedirginlik olduğunu belirterek, bir ihbarcılık müessesinin kurulduğuna dikkat çekiyor. “FETÖ’cü olsun olmasın, herkeste bir tedirginlik var. Çünkü FETÖ’cülük kriteri nedir, onu bilmiyoruz. Komisyonlar kuruldu, komisyon üyeleri kim, bilmiyoruz. Bu komisyonlara bilgi verenler kim, bunu da bilmiyoruz. Bizim üniversitenin internet sitesine bakarsanız bir çağrı görürsünüz, 'Komisyonumuz kurulmuştur, bu konuda bilgi ve belgelerinizi paylaşın' diye. İhbar müessesi açıldı ve kimin kimi ihbar edeceğini bilmiyoruz. Biz öğrencilerle çalışan insanlarız. Dersten kalma nedeniyle, ders işleme biçimi nedeniyle öğrenciler bize kızmış olabilir mesela. Meslektaşlarımızla siyasi ya da mesleki nedenlerle sorun yaşıyor olabiliriz. Bunların bir ihbar gerekçesi olamayacağının garantisi yok. Dolayısıyla kimin FETÖ’cü olarak suçlanacağını kimse kestiremiyor ve doğal olarak bu soruşturma süreci herkesin tedirgin olmasına neden oluyor.”

'YENİ YILA HAZIRLANAMIYORUZ'

Üniversitelerin açılmasına az bir zaman kaldı. İhraç edilmeyen ya da uzaklaştırılmayan akademisyenler ile üniversite yönetimi, yeni öğretim yılına nasıl hazırlanıyor? Koçal, “Yeni yıla hazırlanamıyoruz” diyerek yanıtlıyor bu soruyu ve şöyle devam ediyor:

“Yeni yılda yeni alımların olacağını biliyoruz. Yeni alımlar yeni tasfiyeler anlamına geliyor. Çünkü norm kadrolar vardır, fazlasını alamazsınız. Yeni alımlar denince birileri gidecek, onların yerine yenileri gelecek diye anlıyoruz. 15 Temmuz’un psikolojik etkisi nedeniyle kimse itiraz edecek durumda da değil. İtiraz etseniz, itirazınızı değerlendirecek insanlar da yok, çünkü suçlama 'vatana ihanet'... Bu nedenle bütün akademisyenler psikolojik baskı altında. Bu tedirginlikle yeni öğretim yılına ne kadar hazırlanabilirsek, o kadar hazırlanıyoruz.”

'SİYASAL SÜRECİN YANSIMALARI'

Koçal, üniversitelerdeki altüst oluşu, “Büyük fotoğrafa bakarak değerlendirmek isterim. Büyük fotoğrafa baktığımızda, üniversitelerde siyasal bir sürecin yaşandığını görüyoruz. Devletin merkezinde yaşanan bir takım siyasal değişimler üniversiteye de yansıyor. Bazı hocalarımızın tutuklu olmaları, bazılarının açığa alınmaları tamamen bu siyasal süreçlerin yansıması” şeklinde değerlendirdi.

Fethullah Gülen Cemaati ile AK Parti ilişkisini ve bu ilişkinin üniversitelere yansımasını da değerlendiren Koçal şunları söyledi:

“2002’de iktidara gelen AK Parti yanında çok müttefik bulamadı. İki müttefik vardı ulaşabildiği, biri liberal solcular, aydınlar diyebileceğimiz kesim, ki bunlar dar bir çerçevedir. Diğeri müttefik ise Gülen Cemaati oldu, ki bu büyük bir çerçeveydi. Toplumsal yapısı, oy sayısı, ekonomik ve en önemlisi basın gücü nedeniyle AK Parti için iyi bir müttefik adayıydı. Bilinçli bir işbirliği kuruldu Gülen Cemaati ile, yani ben bu 'kandırıldık', 'aldatıldık', 'ihanete uğradık' söylemine çok itibar etmiyorum. Gülen Cemaati’ne emniyet, yargı, üniversiteler gibi bazı alanlarda tavizler verildi. Ancak Gülen Cemaati’nin bunlarla yetinemeyecek bir yapısı vardı. 17-25 Aralık süreci de Gülen Cemaati’nin bir güç gösterisiydi. AK Parti ve Cemaat arasındaki ittifak orada bozulmaya başladı.”

'CEMAAT GERİ ADIM ATMADI'

İttifakın bozulmasından sonra bile Gülen cemaatinin geri adım atmadığını ve mevzilerini korumaya devam ettiğini söyleyen Koçal, cemaate yakınlığıyla bilinen akademisyenlerin üniversitedeki rahatlığını ise şöyle anlattı.

“Üniversitedeki Gülencilerin rahatlığı nereden geliyor? Üniversiteye, bugün tutuklu olan rektörü kim atadı? Bu rektör adaylarını Cumhurbaşkanı’na sunan bir kurum var, YÖK. YÖK’te de bir adamınız varsa, kendinizi güvencede hisseder ve rahat davranırsınız. Bir güç gösterisi sergilersiniz. Benim Dicle Üniversitesi’nde dört yıldır gözlemlediğim de net bir güç gösterisidir. Doğrudan baskıdan söz edemem belki, ama otosansür benzeri bir durumdan söz edebilirim. Olay karşınızda tecelli etmektedir çünkü, atamaları, verilen maddi imkanları, akademik yükselmeleri… her şeyi görüyorsunuz. Size şunu bunu yapın ya da yapmayın demelerine gerek yok. Kendilerini gizleme, saklama, çekinme gibi bir durumları da yoktu zaten. Devletin sağladığı bütün imkanlara sahip insanlar var karşınızda. Bu durum, ister istemez bir psikolojik baskıya neden oluyor. Böyle bir güç karşısında kendinizi güvende hissetmeniz mümkün değil.”

'DEVLETİ KLONLAMA' YÖNTEMİ

Gülen Cemaati’nin çalışmalarını anlatırken “Paralel devlet” tanımı yerine “klonlama” demeyi tercih ediyor Koçal. Cemaat’in, “Klonlama yöntemini ise şöyle anlatıyor:

'Devletten bir tane daha yaratma, klonlama söz konusu. Yeni bir devlet üretiyorsunuz ve diğeri kendiliğinden çöküyor. Medyada devleti ele geçirme diyorlar, ben öyle düşünmüyorum. Bakın bugün birçok üniversite kapatıldı, çünkü üniversite kurdular. 1997’de Kemal Alemdaroğlu döneminde, İstanbul Üniversitesi’nde okudum, 28 Şubat sürecini yaşadım. Başörtüsü yasağı vardı o dönem ve hatırlanacağı gibi birçok öğrenci okulu bırakmak zorunda kalmıştı. O yıllarda Fatih Üniversitesi’ni kurdu Cemaat. Ekonomik gücü vardı ve yeni bir üniversite kurarak sorunun üzerinden atladı. Yani akademik bir kadroyu tasfiye etmek yerine aynısından bir tane daha üretti. Devleti klonlama dediğim budur. Eski devlet çökecek, kendi kurdukları devlet zaten ellerinde... Siyasi partileri de klonlamaya çalıştılar. Yeni bir AK Parti istediler, ki şimdi partinin bazı sıkıntılar yaşadığını görüyoruz. MHP içinde de bölünmeler görüyoruz ve bunda Cemaat’in payı büyüktür. Üniversiteyi de böyle düşünmek lazım. Yani eğer darbe başarılı olsaydı Dicle Üniversitesi’ni kapatmalarına, bizi ihraç etmelerine gerek olmayacaktı, çünkü Selahaddin Eyyubi Üniversitesi vardı zaten.”

17-25 Aralık’tan sonra iki tarafın da önlerindeki krizi aşmaya çalıştığını söyleyen Kacal, hükümetin FETÖ’cü olarak nitelendirilen akademisyenlerin tasfiyesinde kimi güçlükler yaşadığına da dikkat çekti: “Bir tarafta FETÖ’cülere yönelik bir ihbar mekanizması kuruldu, FETÖ’cü grup ise kendi mevzilerini koruma, kurtarılacak olanları kurtarma çabası içindeydi. İhbarcılık mekanizması devredeydi ancak dikkat çekici sayıda üniversiteden atılan olmadı. Bunun yerine uzaklaştırılan, başka üniversiteye gidenler oldu. Selahaddin Eyyubi Üniversitesi mesela, Dicle Üniversitesi’nden ayrılmak durumunda kalan insanlar istifa ederek buraya geçtiler. Böylece öğretim üyesi vasıflarını korumuş oldular. Belki yükselme yollarında bir sıkıntı olmuştur. Öte yandan bu kadroların boşalması durumunda bunların yerine ikame edilecek akademisyenler hazır değildi. Çünkü bir araştırma görevlisini, bir asistanı yetiştirebilirsiniz bir-iki yıl içinde, ama bir profesör yetiştirmek epey süre istiyor. Ancak hükümet 15 Temmuz’dan sonra bu işin bu şekilde devam edemeyeceğini gördü. Ama şunu da söylemeliyim, 15 Temmuz’dan sonra da çok ciddi bir tasfiye gözlemlemiş değilim. Daha çok FETÖ dışında kalan sol, Kemalist, laik diyebileceğimiz kesimden tasfiyeler oldu. Dicle Üniversitesi’nde de böyle oldu. İmzacı akademisyenler tasfiye ediliyor şimdi. Cemaat ise göz önünde olan, feda edilmemesi mümkün olmayanları feda ediyor, deşifre olmayanları ise, ki bunlar daha çok genç yaşta olanlardır, korumaya çalışıyor. Bu akademisyenler, YÖK içindeki konumunu sürdüren, hâlâ tasfiye edilmeyen cemaat kadroları tarafından korunuyor. Tanınamayacakları üniversitelere atanıyorlar. Gözaltına alınmadığı, soruşturmaya uğramadığı için de temiz olarak algılanabiliyorlar. Kendi üniversitemde de cemaatin bu yolla kimi akademisyenleri koruduğuna tanığım.”

'PARTİ-DEVLET REJİMİ VAR'

AK Parti’nin bir parti-devlet niteliği kazandığını vurgulayan Ahmet Vedat Koçal, bu nedenle 7 Haziran seçiminden bu yana Türkiye’de yaşananları AK Parti’nin icraatları olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu söylüyor. “Benim gözümde artık devlet AK Parti’dir ya da AK Parti devlettir” diyen Koçal, konuyla ilgili olarak şunları söyledi. “Devlet, etrafındaki kuşatmaları yarmaya çalışıyor. Karşısında parti devlet rejiminin önüne geçebilecek, devletin bekasının önüne geçebilecek kim varsa, hepsini tasfiye etmeye çalışıyor. Belediyelere kayyım atanması, HDP Eşbaşkanı ile bazı milletvekillerinin ifadeye zorla getirilmesi tehdidi falan, hepsi bu kuşatmaya yönelik bir yarma harekatının sonucudur. Doğru analiz yapmanın yolu AK Parti’yi silikleştirmekten geçiyor. AK Parti’den ziyade devlet demek gerekiyor. Burada AK Parti’nin yaşadığı ideolojik dönüşümden de söz etmek gerekiyor. 2002’de iktidar olan AK Parti’nin AB ile müzakere sürecini başlatması, reformist liberal bir görünüm çizmesi, siyasal İslamcılığa alternatif bir muhafazakar demokrasi inşası yönünde adımlar atması dikkatle izleniyordu. Ama şimdi AK Parti yeni-Kemalizm diyebileceğimiz bir ideoloji inşa ediyor. Bu AK Parti’nin tercihi midir? Ben bu fikirde değilim doğrusu. Bu devletin bekası güdüsüdür. Bürokrasinin AK Parti’yi bir anlamda teslim aldığı bir süreç olarak değerlendiriyorum. Bürokratik devlet kendi politikalarını dayatıyor. Mesela AK Parti’nin diplomatik teorisyeni Ahmet Davutoğlu diplomatik ilişkilerle Ortadoğu’nun liderliğini öngörüyordu. Bugün Suriye’ye askeri operasyon düzenleniyor. Bunu stratejik derinlik teorisiyle ilişkilendirebilir miyiz? Bu tipik Türk devletinin geleneğinde, genetiğinde olan Musul’u geri alma düşüncesinin tecellisidir. Nihayet bugün bu düşünce tekrar yüksek sesle söyleniyor. Bu nedenle devlet ruhunun AK Parti’yi teslim aldığını söylüyorum."

'FETİH ALGISI YARATILDI'

Bölgede devam eden savaş ile Türkiye’nin Suriye topraklarına Cerablus üzerinden girmesini de değerlendiren Koçal, devlet aklının insanlarda bir fetih duygusu yaratmaya çalıştığını ve bunda başarılı olduğunu da anlattı: “Diyarbakır’da yaşayan bizler için Sur’da bir savaş yaşandı, ama Edirne’deki insanlar bunu öyle hissetmedi. Sur’daki savaş, Türkiye’nin öteki yakasında, şehri kuşatmış teröristlere karşı verilen bir bağımsızlık mücadelesiydi. PYD’nin varlığı ayrıca devlet aklı için iyi bir olanak, çünkü PYD-PKK eşleştirmesi üzerinden Amerikan ittifakına dikkat çekiliyor ve aslında Sur’da Amerika ile mücadele edildiği vurgulanıyor. Emperyalizm ile savaştıklarını iddia ederek, sol kamuoyunun sempatisini de toplamaya çalışıyor. Cerablus’a gelince, sınırlı bir harekat var burada. Bana göre Türkiye ne IŞİD’le ne de YPG ile bir savaş içinde. Türkiye’deki milliyetçi muhafazakar kamuoyuna bir fetih mesajı vermeye çalışan görsel bir harekattır bu. 7 Haziran seçiminde ortaya çıkan meşruiyet krizini çözmenin bir yolu olarak seçildi. Sur’a bayrak asmak aslında bir acizlik göstergesidir. Ama bir fetih havası yaratıldı. Aslında Sur’a bayrak asıyorsan, demek ki Sur senin değildi, ama bir fetih algısı yaratılarak bu acizlik hali gözden kaçırıldı. Bir meşruiyet krizinin çözümüdür hem Sur ve çatışmaların yaşandığı diğer şehirlerde bayrak asma eylemi, hem de Cerablus’a harekat. Çok işlevsel olduğunu ve çok işe yaradığını da düşünüyorum. Şöyle söyleniyor, 'Tamam, AK Parti’ye muhalifiz, ama şu anda sorun başka, şu an vatan meselesi var. Önce bunu çözelim, sonra AK Parti’ye döneriz.' Böyle bir söylem hakim ve AK Parti’nin de istediği şu anda bu."

'AK PARTİ KÜRT OYU ARAMIYOR'

Son olarak, “AK Parti’nin Kürt coğrafyasında bir oy arayışında olduğunu sanmıyorum” diyen Koçal, şöyle devam etti: “Başbakan Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşma da bunu gösteriyor. Burada yapılan konuşma ile mesaj Türkiye’nin diğer yakasına verildi. 'Çözüm mözüm yok' diyor, bu Diyarbakır’da söylenir mi? Bölgeden oy beklentisi hayal kırıklığına uğramış, öte yakaya mesaj veriyor, 'Bize oy verin, memleketi bölünmekten kurtaralım' diyor. Şunu biliyoruz, işin içine devletin bekası girdiğinde bütün siyasi ayrılıklar, düşünce farklılıkları kısa süreliğine de olsa izole olur. Kriz aşıldıktan sonra normalleşmeye başlayacağız. Ama tabii muhalefet bütün bürokratik mevzilerini, bütün ekonomik imkanlarını, medya haklarını, parlamenter imkanlarını kaybetmiş olacak."