Suriyeli Romanlar: Savaştan kurtuldular dışlanmaktan kurtulamadılar
Romanlar hemen her ülkede toplumun en alt katmanında. Zaten kırılgan olan yaşamları Suriye iç savaşı ve göç ile paramparça oldu. Türkiye'de yaşadıklarıysa belki de en ağırı.
“Ne zaman bunlar birbirleriyle savaşsa en çok acıyı biz çekiyoruz. Önce bizim evlerimize saldırıyorlar. Bizi istemiyorlar. Oysa biz sadece ekmeğimizin derdindeyiz. Kimseye, ne onlara ne de diğerlerine zararımız olmadı. Ama onlar önce bizi istemiyorlar.”
DUVAR - Romanlar konusundaki çalışmaları ile tanınan Hacer Foggo ve Kemal Vural Tarlan Suriyeli göçmenlerin hiç bilinmeyen bir kesimini araştırarak “Suriye’li Dom Göçmenler, En alttakiler, Yoksulluk ve Ayrımcılık arasında göç yollarında” başlığı ile Kalkınma Atölyesi'ne bir rapor hazırladı.
Rapor Ortadoğu’nun Romanları olarak bilinen Domların Türkiye’deki yaşam koşullarını ortaya koyan bir belge değil, aynı zamanda onların tarih ve kültürlerini bize aktaran sağlam bir kaynak olmuş.
Türkiye’de onları Çingene ya da Roman olarak biliyorduk. Oysa Suriye, Mısır, Irak, Ürdün ve diğer Ortadoğu coğrafyasında isimleri Dom’muş. Yine rapordan öğrendiğimize göre Domlar da yaşadıkları ülkenin etnik ve mezhepsel ayrımına göre parçalara ayrılırlarmış. Her ne kadar bu onların çok umurlarında olmasa da… Mesela Abdal denilen Alevi Bektaşi inancına sahip Domlar da varmış. Türkiye’ye gelmeden önce rejimin denetimindeki Batı Suriye’ye geçen bir Alevi dedesinin söyledikleri çok çarpıcı, “Biz Ehl-i Beyt yolunda diye onlara sığındık. Onlar bize ‘Biz ekmek bulabildik mi ki, Abdala verelim’ dediler.”
SAVAŞ GELENEKSEL YAPILARINI DAĞITTI
Suriye’de yaşanan iç savaşta da kural bozulmadı. Domlar hem rejimin, hem de birbiriyle savaşan değişik grupların ilk hedefi oldu; “Bizi herkes Nawar (Çingene) olarak horlardı. Bize ne savaştan? Sonra köyler boşaldı, askerler ve muhalifler geldi. İşsiz kaldık, evlerimizi askerler ve muhalifler gelip kontrol ediyordu. Bir gece kardeşimi ve ailesini kurşunladılar. Kardeşim 32 yaşında öldü.”
Raporda yüzyıllardır bu bölgede yaşayan Domların geleneksel yapısının parçalanmasının yarattığı etkiler ayrıntılı bir şekilde aktarılıyor. Savaş öncesi komünal bir şekilde 5 ila 15 aileden topluluklar halinde yaşayan Domların bu yaşama biçimi onları dış dünyaya karşı da koruyan bir kalkan işlevi görüyordu; “Özel mülkiyetin neredeyse hiç olmaması, bireysel-ailesel eksiklik ve yokluğun grup içinde telafisi, özellikle kadınların ve çocukların korunması, zor yaşam koşullarına dayanıklılık gibi, kısaca gadjoların (roman olmayanlar) yarattığı toplumsal, ekonomik sisteme karşı var olabilmek ve de yüzlerce yıldır asimile olmama direnci bu komünal yaşamdan kaynaklanmaktadır.”
SALDIRI ALTINDALAR
Ancak savaşla birlikte parçalanan Dom toplulukları ülke içinde değişik yönlere doğru dağılırken özellikle selefi grupların en büyük hedefi oldular; “Bize ‘kâfir’ diyorlardı. Namaz kılmayan, camiye gitmeyen kâfirler, diye erkeklere saldırıyorlardı. Gitmezseniz hepinizi enselerinizden keseceğiz diyorlardı. Çünkü biz hayvandan daha aşağılıkmışız. Müslüman değilmişiz, kadınlarımız yoldan çıkmış, yabancı erkeklerle konuşuyorlarmış. Bize en çok da Arap komşularımız saldırdı, onlar da sakal bırakıp silahlanmışlardı. 'Buralarda Kürtleri, Çingeneleri, dinsizleri bırakmayacağız' diyorlardı. Biz de her şeyi onlara bırakıp kaçıp geldik, canımızı kurtardık.”
Bu Dom kabileleri Osmanlı İmparatorluğu döneminde sınırlar olmadan geleneksel göç yollarında yolculuk ediyorlarmış. Ulusal devletlerin kurulup sınırların çekilmesi başta Türkiye, Irak, Suriye, Ürdün olmak üzere çeşitli Dom kabilelerini birbirinden koparmış. Fakat görüşmeler sırasında bazı Dom kabilelerinde hala bu toplumsal hafızanın yaşadığını görmek çok şaşırtıcı… Bazı Dom toplulukları sınırı kaçak geçip yüz yıl önce dedelerinin konakladığı aynı göç yolunu izlemişler. Araştırmayı yapanların sorduğu “Burayı nereden biliyorsunuz” sorusuna verilen cevap şöyle; "Bize buraları dedelerimiz anlatırdı, ama şu aşağıda büyük bir pınardan bahsetmişlerdi, şimdi üstüne yol yapılmış."
KAMPLARDA KALMIYORLAR
Türkiye’ye göç eden Suriyeli Domların büyük bir kısmının kaydı bulunmuyor. Her ne kadar Geçici Koruma Kimlik Belgesi sahibi olsalar da bu belge verildiği şehirde geçerli olduğu için sağlık hizmetinden yararlanamıyorlar. Domlar iş bulmak ve yaşamlarını sürdürmek için Türkiye içinde de sürekli göç halindeler. Bu nedenle sayılarını kesin olarak bilmek imkansız. Çoğunlukla kendilerini Arap, Türkmen, Kürt grupları içinde gizlemeyi tercih ediyorlar. Raporda bu konuda tahmini olarak tüm Türkiye’de elli bin civarında oldukları verilmiş. Domlar mülteciler için kurulan kamplarda yaşamayı tercih etmiyorlar. Bunun temel nedeni olarak etnik kimlikleri ve yaşam tarzlarından dolayı kamp sakinleri ve yetkililer tarafından ayrımcılığa uğramalar görülüyor; “Kamplar hapishane gibi, kapısında jandarma bekliyor. Yemek veriyorlar ama insan hapishanede nasıl yaşar? Bizim çocuklarımız, çıkıp dolaşmalı, yoksa evde, çadır içinde deli olur bunlar.”
Raporda Dom topluluklarının bu savaşta bir taraf olmak istemediklerine vurgu yapılarak “kendilerini tarafmış gibi gösterileceğini ya da bir tarafı destekler gibi görüneceklerini düşünmekte, çocuklarının siyasal grupların etkisine gireceğinden korkmaktadırlar” deniyor.
ÇADIRLARI KALDIRILIYOR
Domlar boş buldukları alanlarda çadır kurarak ya da metruk denebilecek evlerde yaşamayı tercih ediyorlar. Ancak bu çadırlar da sık sık şikayetler sonucu kolluk kuvvetlerinin baskınına uğramakta ve kaldırılmakta… Erkekler çoğunlukla hurda topluyor ya da mevsimlik işçi olarak çalışıyor. Aldıkları ücret ise diğer Suriyelilerin dahi altında oluyor; “Şimdi buraya geldik, iş için belki erkekler iş bulur diye ama iş yok. İşi olan da bize vermiyor. İşçi bulamayan, işçisi kaçan, tarlası geciken parasız ağalar bize iş veriyor. O da çok ucuza. Diğerleri günlük 30-40 lira alıyor bize 20-30 lira ancak veriyorlar. Bazen de çalıştırıp paramızı vermiyorlar. İş bitince jandarmaya şikâyet ediyorlar. Çingeneleri burada istemiyoruz, diye.. Hayat çok zor Türkiye’de… Çok zor…”
Raporun sonuç bölümünde Türkiye’de yaşayan Domların durumlarının iyileştirilmesi ile ilgili olarak kamu kurumlarına ve sivil toplum kuruluşlarına yönelik öneriler yer alıyor.
'Dilenci genelgesi hemen kalkmalı'
Hacer Foggo
(Avrupa Roman Hakları Merkezi/Türkiye İnsan Hakları Gözlemcisi)
Basında Dom göçmenlerin “Suriyeli dilenciler” ya da “Suriyeli Çingeneler” gibi haberlerle gündeme getirilmesi bu topluluğun zaten zor olan hayatını iyice zorlaştırmıştır. Yaşadıkları ve savaşla birlikte artan yoksullukları bazı haberlerde sanki kendi tercihleriymiş gibi yansıtılmıştır. Bu haberlerin etkisi ve kamuoyu baskısı ile Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 25 Temmuz 2014 tarihli yazısı ile “Suriyeli Dilenci Genelgesi” olarak bilinen 46 no'lu genelgeyi yayımlamıştır.
Bu genelge “Suriyeli yabancılardan gerek suça karışmış̧ olanlar, gerekse diğer nedenlerle kamu düzeni ve kamu güvenliğine tehdit oluşturduğu değerlendirilenler ile uyarılara rağmen dilencilik, sokakta yaşama vb. faaliyetlerde bulunanların, Valilikler tarafından Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı bünyesinde hizmet veren barınma merkezlerine kolluk refakatinde sevk edilmesi” şeklinde düzenlenmiştir. Birçok ilin valisi, bu genelgeyi sıkı bir şekilde uygulamak için kolluk kuvvetlerini görevlendirmiştir.
Bu genelge nedeniyle sokaklardan Suriyeliler toplanmış sınıra ya da kamplara götürülmüştür. Tabi bu arada sahada da bir çok ailenin bu nedenle birbirlerinden ayrılmak zorunda kalması gibi çok trajik örnekleri dinledik. Yani savaş yeterince acımasız davranırken sığındıkları yerlerde bu tür genelgelerin yayımlanması onlara karşı olan önyargının büyümesine neden olmuştur. Bu yüzden bu genelge kaldırılmalıdır.