Bu bir veda değil…

Küba'da çalışan ilk Türkiyeli kadın olan Nükhet Everi, Castro'nun vefatının ardından Küba günlerini de anlattığı bir 'selamlama' yazısı yazdı...

Google Haberlere Abone ol

Nükhet Everi

Bu bir veda değil, kocaman bir selam sana…

Gencecik bir insana kucak açan, bağrına basan, kendini oraya ait hissetmesini sağlayan bir ülke yaratmıştın. Hayatımın en güzel günlerini Küba’da geçirdim ben. Kafamdaki soruların cevabını bulduğum, dünya görüşümü oturtma imkanını yakaladığım, içimdeki gerçek insanı ortaya çıkartan bir ülkede… Senin ülkende…

Kendimi hep güvende ve mutlu hissettim. İnsanın insanca yaşamak için, mutlu olmak için neye ihtiyacı var bunu ben orada öğrendim. Yollarında güvenle yürüdüm, günün her saati, hiçbir şeyden, kimseden korkmadan.

Kitap almak için saatlerce kuyruklarda bekledim kitapçı dükkanlarının önünde. Herkesin ama herkesin bir hikayesi vardı elbette, her yerde olduğu gibi ama herkes dünyayı tanıyordu, o adadan hiç dışarı çıkmamış da olsalar. Bilgi seviyelerine şaşırmıyordum artık bir süre sonra.

“Televizyonda bu akşam Fidel konuşacak” dendi mi, o akşam hayat dururdu. Her şey iptal. Tüm programlar, her şey. İnsanlar bir evde toplanır, yenir içilir; gidecek yeri olmayanlar da en yakındaki otelin lobisindeki televizyonun önünde  nefesini tutarak izlerdi konuşmayı. Ertesi gün, bütün gün herkes senin dediklerini konuşur, anlatır, tartışırdı… Bana da sorardı her karşılaştığım kişi: “Dün Fidel ne dedi, dinledin değil mi? Nasıl ama…” Bu böyle uzar giderdi…

Devrim gününde kalabalıkların içinde nerede olursak olalım kürsüye yürürken görürdük seni. Herkesten uzundun çünkü, başın herkesin üzerinden görünürdü.

Hiç ayrımcılık görmedim, faşistlik, şovenistlik görmedim. Herkesin insanca yaşadığı, insana insanca davranılan, harika bir ülke Küba. Masal diyarı gibi. Bazıları anlayamaz tabii…

Ben çok şanslıydım. Küba’da yaşayan ve çalışan ilk Türk kadını oldum. Che’nin babasını, fotoğrafçı Alberto Korda’yı tanıdım, hatta o kadar yaş farkına rağmen dost olduk onlarla. Seni defalarca yakından, hem de çok yakından gördüm, G.G. Marquez’i gördüm.

Tenis oynarken kolumu ciddi anlamda zedeleyip doktora gidip bir sonraki randevudan kaçınca kapıma ambulansla gelip beni zorla hastaneye muayeneye götürmelerini de asla unutamam. Ülkende yaşıyordum, herkesle bir tutuluyordum. Böyle bir riske giremeyiz, sizden sorumluyuz demelerini de unutamıyorum.

Sırt çantamda beni ben yapan tüm malzememle gitmiştim ülkene. Orada kafamdaki sorulara cevap buldum, pek çok malzeme ekledim o çantaya. İyi ki yaşadım Küba’da, hem de bir Kübalı gibi. Turist olmadım hiç… O kadar çok anım var ki, sanırım bazılarını yazmanın tam zamanı…

Bu sabah uyandığımda senin gittiğini duyunca önce büyük bir hüzün kapladı içimi. Sana veda etmek? Bu asla ve asla aklımızın ucundan geçirebileceğimiz bir şey değildi, olamazdı. Ölümsüzdün sen, efsaneler yazmış ölümsüz bir kahraman. Sen ve dava arkadaşların, ölümsüzdünüz…

O nedenle sana veda etmiyorum commandante… Alberto Korda’nın çektiği ve bana Küba’da hediye ettiği fotoğrafınla selamlıyorum seni…

Yolun ışık olsun…

10399266_17774283405_6353_n