Muhafazakar camiada mahalle baskısı!
Barış imzacısı olduğu için önce kurucusu olduğu AK Parti'den ardından KHK ile üniversiteden çıkarılan Fatma Bostan Ünsal, muhafazakar camiadaki kırılmayı anlattı: “Partiyi koruma refleksiyle söz söylenemez duruma gelindi.”
ANKARA - AK Parti kurucusu… Başörtüsüne özgürlük aktivisti... Canlı kalkan eylemcisi… Barış imzacısı…
Siyaset bilimci Fatma Bostan Ünsal'ı kısaca tanıtmak için arka arkaya sıraladığımız bu başlıkların her biri ayrıntılı konuşmayı hak eden başlıklar. Ama barış için akademisyenler bildirisine attığı imzadan sonra kurucusu olduğu partisiyle yolları ayrılan, en son OHAL kararnamesi ile üniversiteden uzaklaştırılan Ünsal'la bugün, bir dizi mücadeleyle geçen 15 yılın ardından geldiğimiz noktayı konuştuk.
Ünsal'ı AK Parti'ye eğitim, çalışma ve siyaset yaşamında başörtülü kadına yer vermeyen sistemle mücadele kararı taşımıştı. Ünsal, bu ve bunun gibi “toplumun bazı taleplerini ihanetle eşdeğer gören askeri ve yargısal vesayet odaklarıyla mücadele”nin yanında yer aldı. Geçen zamanda bu vesayet aşıldı ama Ünsal'a göre, vesayet kalktıktan sonra yeni safha, “kendi denge-denetleme mekanizmasını oluşturma” süreciydi, işte bu konuda başarıya ulaşılamadı.
ECEVİT'İN SUÇU NEYDİ?
AK Parti içindeyken 2011 yılında, “Başörtülü milletvekili adayı gösterilsin” çıkışıyla konuşulan Ünsal için ilk kırılma noktalarından biri partisi ve seçmenlerin tavrıydı: “Benim için hayal kırıklığı şu oldu. 1999 yılında başörtülü seçilen Merve Kavakçı'yı destekleyenler, ben 'başörtüsü' dediğimde 'şimdi sırası değil' dedi. Bu hak konseptinden ne kadar uzak olduğumuzu gösterir. 1999 zamanıydı da 2011 mi zamanı değildi. Müteveffa Bülent Ecevit’in o zaman ne suçu vardı?”
BİLDİRİYE 'BAŞKA BİR YOL MÜMKÜN' İMZASI
Başörtüsü sorunu Ünsal'ın çıkışından 4 yıl sonra çözüldü. “Başörtüsü, başörtülü kadınlar için öncelikli bir sorundu ama tek sorun değildi” diyen Ünsal'ın sonrasında en çok üzerinde durduğu konu ifade özgürlüğü oldu. Herkesin talebini ifade edebileceği zeminlerin bulunmasının önemine dikkat çeken Ünsal, bu çerçevede gönül rahatlığıyla Barış için Akademisyenler İnisyatifi'nin, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attı. Ama beklediği gibi olmadı, iktidarın hışmına uğrayan bildiri Ünsal için de AK Parti'den çıkış bileti oldu. Ünsal bildiriye neden imza attığını ve 15 Temmuz'un hemen öncesinde kurucusu olduğu partiden ihraç sürecini şöyle anlattı: “Devletler hatalar yapar. Başörtüsü devletin hatasıydı. Dersim de bir hataydı, sonra özür dilendi. Bize düşen bunları söyleyebilmek, bunların söylenebileceği zeminleri yaratmak. Ben neden imza attım? Şehirler yıkılıyordu. Taybet Ana'nın naaşı günlerce sokakta kaldı. O naaşı almak isteyenler yaralandı. Hendek politikasını desteklemedim ama akademisyen bildirisine imza atmak benim için başka bir yol mümkün demenin yoluydu. Sert bir bildiriydi, doğru veya yanlışlığı konuşulabilir ama genel olarak bir bildiriye imza attığım için cezalandırılacağım aklıma gelmezdi.”'
'BARIŞ İÇİN ARA AÇILMASIN İSTEDİM'
Oslo, İmralı süreçlerinden sonra “yine masaya oturulur, barışçıl şekilde bunlar çözülür” varsayımını kabul ederek “daha fazla ara açılmasın” duygusuyla bu imzayı atan Ünsal, “Bu olaylar sonrası insanlarda devlete karşı bir kırılganlık oldu. Evler yıkıldı, 400 bin insan göç etmek zorunda kaldı. Onların yaşadıklarına bir duyarlılık olarak görüyorum ben. 'Yaşadığınız mağduriyeti anlıyorum, üzülüyorum'un ifadesiydi. Bu bizim halkımız. AK Parti tersine sahiplenip, bunu yeni bir bağ kurma olarak ele alabilirdi. Şimdi yardımlar yapılıyor. Üyemiz de bunu yapmıştır denilebilirdi” yorumu yaptı.
FETÖ SORUŞTURMASI BENİ ŞAŞIRTTI
Bildirinin ardından AK Parti'den ihraç edilen Fatma Bostan Ünsal, bu kez 15 Temmuz sonrası FETÖ soruşturmasıyla karşı karşıya kaldı. Cemaatin “Ortama uygun vaziyet alma” olarak nitelendirdiği “Başörtüsü fürüat” açıklaması yaptığı süreçte “Hayır” diyen, Mavi Marmara gemisine karşı çıkılırken eşinin o gemide olduğunu hatırlatan Ünsal, “FETÖ soruşturması beni çok şaşırttı” dedi. Sadece 2009 tarihli bir Bank Asya hesabı olan Ünsal önce açığa alındı, ardından bir KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Ünsal, kendisiyle birlikte onbinlerce kişiyi etkileyen bu durum için, “Masuniyet esastır. Usulüne uygun soruşturur, savunma alır, suç varsa ceza verirsiniz. 100 bin kişiyi bir kalemde atmak hukuk ihlalidir” diyor.
FAİL HUKUKU MU FİİLİ YARGILAMA MI?
Bank Asya'da hesap açmak ya da Milli Eğitim Bakanlığı'nın tanıdığı, Maliye Bakanlığı'nın aidat kestiği Aktif Sen'e üye olmak gibi 15 Temmuz öncesi suç olmayan durumların sonrasında suç gerekçesi haline getirilmesine tepki gösteren Ünsal şunları söyledi: “Darbeye kim karıştıysa bunu bulmak zor değil. Bulup cezalandırılsınlar. Ama siz çeşitli nedenlerle o zeminlerde bulunmuş herkesi suçlayamazsınız. Sami Selçuk'un dediği gibi bu, fail hukuku olur. Aslolan ise fiili yargılamaktır. Şifa Hastanesi'nde doğum yapmak neden sorgu nedeni olur. Buradaki faulü görmek için hukukçu olmak gerekmiyor.”
Peki çözüm nerede? Ünsal'a göre vesayet odakları yok edildikten sonra yapılması gereken buraları herkese açmaktı. Ama böyle olmadı, bir grubun hakimiyetine girdi ve sonrasında çatışma yaşandı. Çözümün yolu da bu ülkede yaşayan herkesin gereken şartları yerine getirdiğinde isteklerine hedeflerine ulaşacağı güvenini taşıması. Yeterli nitelikleri elde ettiğinde istediği yerde olabileceğini bilmesi.
OYUNUN KURALI DEĞİŞECEKSE UZLAŞMA ŞART
Fatma Bostan Ünsal'la nisan ayında referanduma sunulacak anayasa değişikliğini de konuştuk. 4 partinin eşit temsiliyle 2011 yılında kurulan uzlaşma komisyonunun 25 aylık çalışma sonunda üzerinde mutabık kaldığı 60 madde için “Keşke bu kıymetli çalışma israf edilmeseydi” diyerek söze başlayan Ünsal, oyunun kurallarını belirleyen anayasanın en azından iki ana grubun uzlaşması ile hazırlanması gerektiğini söyledi:
“Oyunda kural değişikliği olacaksa ana muhalefetin de içinde olduğu bir oyun değişikliği olmalı ki sonrasında rövanş isteği, kendi kuralını koyma isteği olmasın. Kurallar konulurken en geniş kesimin görüşü alınsın ki herkes bu kurallara uysun, herkes saygı göstersin.”
DEMOKRASİ BİR NEZAKET REJİMİDİR
Ünsal'ın nisan ayında referanduma sunulacak anayasa değişikliğiyle ilgili değerlendirmeleri şöyle:
1- Bizim camianın ideal Meclisi, en cevval tartışmaların yapıldığı 1. Meclis'tir. Dönemin karizmatik önderine karşı çıkılan tartışma ortamı vardı. Hâlâ o Meclis'e atıf yapıyorsak ona uyumlu görüşmeler beklerdim ama öyle olmadı. Uzlaşmadan uzak bir müzakere süreci yaşandı.
2- Çok tartışılan Cumhurbaşkanının Meclis’i fesh yetkisinin -7 Haziran’da görüldüğü gibi- cari Anayasa’da bulunduğu söylense de aynı nitelik söz konusu değildir. 7 Haziran'da seçimlerin yenilenmesi ile ilk kez yeni seçilen Meclis’in hükümet kuramadığına tanık olduk ve seçime gidildi. Ama burada bile seçimlerin yenilenmesi şarta bağlıydı. Halbuki önerilen değişiklik, Cumhurbaşkanının Meclis'i fesih yetkisinde böyle bir kısıtlama getirmiyor”.
3- ABD örneğinde Bakanlar tek tek Kongre'den onay alıyor. Kuvvetler ayrılığı tamam ama denge denetleme şart. Obama son bir yılda yargıç atayamadı, “Yeni başkan belirlesin” denildi. Demokrasi aslında bir nezaket rejimidir. Ayrıca başkan yardımcılarının seçilerek gelmesi, onların da halkın onayını alması önemli.
4- Başkanlık sistemi, birinci olanı daha güçlü kılan bir sistem. AK Parti de bunu istiyor görünüyor. Ama farklı kimlikler ve renklerin olduğu Türkiye için uzlaşmayı zorunlu kılan, küçük gruplara da söz söyleme zemini yaratan, bu konuda cesaret veren parlamenter sistem daha uygun. Ayrıca 1876'dan bu yana gelen deneyimimiz var. Vesayeti aştıktan sonra yapmamız gereken denge denetleme sistemini kurmakken tam bu aşamada başka bir sisteme geçiyoruz.
5- Bir tek kişiyi bu kadar yetkiyle donatıp, dengeli şekilde, sınırlı şekilde kullanmasını neden bekleyelim. Bunu baştan vermeyelim. İslam'da ideal yönetici tarifi var ama yönetim şeklini de tartışmalıyız.
EVET-HAYIR EŞİT MEŞRUİYETTE OLMALI
Anayasanın oylanacağı referandumun OHAL'de yapılması da ayrı bir tartışma konusu. Ünsal'ın bu konuda uyarıları şöyle: “Bağımsız basın, bağımsız kamusal alan, sivil toplum olmadan referandum ne kadar referandumdur, bilemiyorum. Evet ve hayır eşit meşruiyette olmalı, evet ve hayırın ifade edileceği kanallar açık olmalı. Böyle değilse referandumun da anlamı yoktur. Ayrıca, Sur, Nusaybin, Şırnak, gibi operasyon bölgelerinde binlerce ev yıkıldığı için seçmen kayıtlarının yeniden belirlenmesi ve seçim güvenliği ile ilgili şeffaf ve denetime açık bir süreç olması referandumun sıhhati için elzemdir. Bu konuda herhangi bir kuşkuya mahal bırakılmamalıdır.”
HALKIN GÜNDEMİ BAŞKANLIK MI?
Peki Başkanlık sistemi halkın ne kadar gündeminde? Ünsal'a göre, halkın gündemi Başkanlık değil. Halkın gündemi ekonomik sıkıntılar. Halkın gündemi her ne kadar ana akım medya göstermese de OHAL uygulamalarından etkilenen gruplar ve yakınları için olağanüstü hal koşulları. Halkın gündem binlerce insanın yargılanmadan aylardır hapiste olması, işlerinden atılmaları.
Bu rahatsızlığın, yaşanan sıkıntıların medyanın tek boyutluluğu nedeniyle toplumu etkileyip çok fazla sandığa yansımayacağını düşünen Ünsal, “Gündem maddesi olabise belki bunun üzerinden irade beyanları olabilirdi ama hiç gündem maddesi olmadan bu durum zımni onay alacak. Bu nedenle büyük bir kesime de haksızlık etmiş olacağız” dedi.
CAMİADAKİ KIRILMANIN NEDENİ
Ünsal'a muhafazakar camiada bu yaşananlara nasıl bakıldığını da sorduk. “Bir kırılma var” diyen Ünsal bu kırılmayı şöyle anlattı: "Başörtüsü konusunda resmi makamlar dikkate almasa bile sözümüzü söylüyorduk. Şimdi kendi mahallende iktidarın ana akım söylemi dışında sözü söyleyememe durumu var. Başörtüsü için 'zamanı değil' demek partiyi koruma refleksiydi. Şimdi de, yine aşırı bir koruma refleksi var. Herhangi bir şekilde söz ürettiğinizde mahallenizde dışlanabiliyorsunuz. 15 Temmuz sonrası tabii bir travma ama bu travmatik etkiyle herhangi bir itirazı bununla ilişkilendirip karşılamak problem. Artık normalleşmeliyiz. Doğru ya da yanlış, sözler söylenmeli. Bu sözün söyleneceği zeminler teminat altında olmalı."