Gülay Barbarosoğlu: Akademik özerklik aslında araçtır

Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Gülay Barbarosoğlu akademideki özerkliği anlattı. Barbarosoğlu, "Üniversiteler yaşayan bir organizma gibi. Yüksek öğretim sistemi dünyada büyük bir değişimin içinden geçmekte ve içindeki kırılmaları, dinamikleri doğru anlayabilmek için küresel olarak bütün diğer koşulları incelemek gerekir. Acaba bir türbülanstan mı geçiyoruz diye düşünmek lazım. Belki de geçici bir dalga. Sanki bu sefer öncekilerden farklı olan tekil ve ayrıksı olan yön var. O da bilimin rolü" dedi.

Google Haberlere Abone ol

Bugünlerde devletin akademiye yönelik saldırıları bir hayli arttı. Aslında akademiye yapılan orantısız saldırılar, bilimsel ve idari özerkliğe, ifade ve fikir özgürlüğüne yapılıyor. Nesnel koşulları sorgulayan, araştıran bir anlayıştan daha çok biat etmek üzerine kurulu, odak noktası özel sektöre ‘eleman’ sağlamaya ve yetiştirmeye yönelik bir girişim olarak görüyoruz. Bu yüzden, birçok akademisyen imzaladıkları barış metni nedeniyle ya da bir 'örgüt'e üye oldukları gerekçesiyle herhangi bir yargılama dahi olmadan işlerinden bir gecede ihraç edildi.

Yaşanan bu süreç akademinin özerkliği ve özgürlüğüne ciddi anlamda darbe vururken, başta öğrenciler ve toplum, hakikatleri öğrenebilecekleri en önemli kanaldan yoksun bırakılmış oldular. Toplumun bugün HOCA2olmasa da, yakın gelecekte verilen ihraç kararlarından dolayı sıkıntıya düşeceği de muhtemel görünüyor. Eş zamanlı olarak, dünya sisteminin (kapitalizm) de ciddi bir türbülansa girdiği ve bunun akabinde dünyadaki üniversitelerin de ciddi bir değişim içinde oldukları da aşikar. Daha önceki yıllara göre üniversitelere ayrılan fonlar azalıyor, devletlerin gittikçe artan baskısıyla bilimin sınırları daralıyor, bilim üretenlere karşı saldırılar artıyor.

Türkiye bağlamında üniversiteler üstünde YÖK gibi bir denetleyici kurumun olması, özgür ve evrensel bilimin icra edilmesini gittikçe zorlaştırıyor ve iktidara her kim geçiyorsa hem devletin resmi ideolojisini hem de kendi siyasal anlayışını dayatıyor. Hatta yeni anayasa onaylanırsa üniversiteler iyice tek bir ‘kişi’nin kontrolüne girecek ve bilimin piyasa şartlarına göre tekrardan organize edilmesi adına muhtemel değişiklikler yapılacak. Tüm bu sorunlara rağmen akademi içinde direnen, tek tip bilim yapılmasına karşı çıkan, sadece neoliberal tahayyüllerin aksine çalışıp didinen, emek sarf eden ve sorgulayan akademisyenler hala bulunuyor.

Her türlü yıldırma politikasına karşın bilimsel namus adına ayakta kalmaya çalışıp, toplumun bu ölümcül sessizliğini bozmak için çabalıyorlar. Demokrasi kavramı içinde ifade ve fikir özgürlüğünü savunuyor, öğrencilerine bu anlayışı yerleştirmek için gayret sarf ediyorlar. Her ne kadar sesleri ana akım medyada çok az duyulsa da, bir şekilde başka mecralardan topluma ulaşmayı beceriyorlar. Bugün olmasa da, gelecek için hala umut olmaya devam ettiklerini görünce, mücadelenin daha da anlam kazandığını anlayabiliyoruz.

Bu yaşam umudunu ve özgürlüğü devamlı aşılamaya çalışanlardan biri de eski Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu. Kendisi geçen sene rektörlük seçimlerini kazanmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından uzun bir süre ataması yapılmamış, sonrasında yerine farklı bir aday rektör atanmıştı. Ardından yeni rektörün gelmesiyle birlikte Gülay Barbarosoğlu ilkeleri gereği emekliliğini sunarak, akademiden resmi olarak ayrılmıştı. O, üniversitesinden ayrılmasına rağmen, bilimin evrensel ilkelerini sıkı sıkıya tutarak dışarıdan da olsa destek vermeye devam ediyor. Geçen hafta Salı günü Columbia Global Centers Istanbul ile Studio X tarafından düzenlenen 'Düne Bakmak, Bugünü Anlamak, Yarını Düşünmek: Akademinin Geleceği' adlı panele Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu katıldı.

Barbarosoğlu, geçmişten günümüze kadar akademinin değişimini kendi yaşamından örnekler vererek anlattıktan sonra, dünyada ve Türkiye'deki akademinin geleceği adına çok değerli ve önemli tespitler yaptı, öneriler sundu. Konuşmasını özel hayatından dünya ve Türkiye’deki gelişmelere dayandırdı. Bu konuşmayı dinleyince Türkiye'de bilgiyi üreten emekçi insanların varlığını görebiliyor, neden akademi dışına itildiklerini de net bir şekilde anlayabiliyoruz.

BARBAROSOĞLU’NUN KISA YAŞAM HİKAYESİ

Gülay Barbarosoğlu 34 yıllık akademik hayatını iki ay önce zorunlu nedenlerden dolayı sonlandırmış bir bilim insanı. Bu yıllara sığdırdığı onca proje, öğrenci, akademisyen, kamu kurumu yöneticiliği, Kandilli Rasathanesi Müdürlüğü ve bilimsel çalışmaları ile Türkiye'nin yüz akı olmuş akademisyenlerinden biri. Gençliğinden beri çalışıp üreten Barbarosoğlu, emekli olmasına karşın hâlâ okula girdiği ilk günkü heyecanını koruyor. Emeklilik sonrasında da hâlâ aktif olacağının sinyallerini veriyor. Dilerseniz onun gençlik dönemlerinden bugüne kadar olan yaşamını ve akademideki değişimleri, dönüşümleri okuyalım.

HAYALLERİ İSTANBUL’A GELİNCE DEĞİŞTİ

Konuşması ‘Nereden Nereye?’ teması ile başladı. Bu durum aslında yaşamımızı sorgulamamız adına önemli anlayış ve kavrayış biçimi de denebilir. 50 yıllık yaşamında Anadolu’nun bir köyünden İstanbul’a uzanan ve oradan da sınırlarını aşarak dünyaya açılan bir isim Gülay Barbarosoğlu. Malatyalı mühendis bir baba ile Nevşehirli ilkokul mezunu bir annenin çocuğu olarak doğan Barbarosoğlu için eğitim, her zaman hayatının bir parçası olmuş.

İstanbul macerası da babasının 1966'da Konya’da yaşarlarken siyah beyaz bir fotoğrafı göstermesiyle başlamış ve sonunda Boğaziçi Üniversitesi'ne kadar uzanacak hayallerine ulaşmış. Cumhuriyet rejiminin eleştirilecek yönleri olmasına rağmen, en önemli kazanımlarından biri de özellikle eğitime önem vermesi oldu. Aileler her zaman eğitim yoluyla çocuklarının önemli yerlere gelebileceklerine inandılar ve desteklediler. Barbarosoğlu da, bu kazanımları tadan ve sürdüren bir kadın olarak bulunduğu noktaya emekle gelmiş. Babasının gösterdiği siyah beyaz fotoğraf Arnavutköy Kız Koleji'ymiş. Ve fotoğrafa aşık olarak hayalleri için mücadeleye başlamış. Ki insanın yaşamında bu tip kırılma anları olabiliyor. Bir fotoğraf, bir arkadaş, bir olay hayatı tümden değiştirerek, insanın hayallerini gerçekleştirebileceği noktaya kadar getirebiliyor.

Barbarosoğlu bu heves ve azmini devamlı koruyarak, fotoğrafına aşık olduğu okulda okumaya başlamış. Sekiz yıl boyunca burslu okuduğu Arnavutköy Amerikan Kız Koleji (sonrasında Robert Koleji) ona çok geniş bir dünya sunmuş. İlerleyen yıllarda, geriye dönüp burslu okuduğu dönemlere baktığında, devlet yönetimi, sosyal devlet, sorumluluk, devletin eğitime dair kamusal sorumluluğu, dayanışmacı ekonomiye dair savunduğu tüm değerlerin o günlerden gelen bir birikimle başladığını anlamış.

Barbarosoğlu'nun öğrencilik hayatı devamlı çalışarak geçmiş. Aslında konuşmasındaki en kritik noktalardan biri de, fen ağırlıklı okumasına rağmen değişik konularla ilgili okumaya merak salması. Akranları okulda seçmeli ders olarak yabancı dil alırken, mesela o dünya edebiyatına merak salmış ve dersini okumaya başlamış. O dönem hocası ile edebiyatın değiştirici ve dönüştürücü dünyasına girmiş; Homer, Machiavelli, Albert Camus, Soljenitsin’e kadar edebiyat kitapları okumuş ve hocasıyla bu metinler üstünden tartışmış. Barbarosoğlu, "Bugün savunduğum değerlerin, özgürlük gibi, o gün mü tohumları ekildi?" diye sorguluyor. Ki son rektörlük seçimleri sonrası takındığı tutum da muhtemelen geçmişte aldığı eğitime dayanıyor olmalı.

TÜRKİYE AKADEMİSİNİN KUVVETİNE HEP İNANDI

1974 yılında Boğaziçi Üniversitesi'ne giren Barbarosoğlu, akademik hayata adımını atmış ve sonraki yıllar birçok projeye dahil olacağı dünyanın kapılarını aralamış. Bir konu hakkında yazdığı çalışma ile NATO'nun HOCA3dikkatini çekmiş ve sonrasında üç yıl boyunca projenin yürütücüsü olarak çalışmış. Fakat konuşmasında iki temel noktayı hatırlatmak yerinde olacaktır. İlki, dahil olduğu bu projede farklı ülkelerden gelen insanları yönetebilmeyi, ortak akıl çıkarabilmeyi, çatışma yönetimini öğrenmiş. Herhalde, bugün en çok ihtiyaç duyulan özelliklerden biri de çatışma yönetebilmeyi becerebilmek. Bu proje ona bu anlamda büyük katkı sunarak, gelecekte üstleneceği kamu yöneticiliği pozisyonlarında çok yardımcı olmuş.

İkinci nokta ise, o dönem çevresindekiler bile Türkiye'nin bu projeyi alacağına inanmamışken, o projeyi alarak kaliteli işlerin her zaman değerli olduğunu kanıtlamış. Galiba buna Türkiye halklarının özgüven eksikliği diyebiliriz. Tarihsel nedenlere dayandığını düşündüğüm özgüvensizlik hali ve çaresizlik sendromuna kapılmış bir halde yaşamın dinamiklerine karşı genelde olumsuz tutum sergileyen anlayış olarak söylenebilir. Hocanın burada vurguladığı konu, eğer kaliteli işler yapılırsa her zaman, dünyanın her yerinde var olunabileceği.

NATO projesinin akabinde, 1999'da yaşanan büyük Marmara depremi sonrasında kriz ve afet yönetimine yoğunluk vermiş ve 2002 yılında Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara'dan sonra Kandilli Rasathanesi Müdürü olarak göreve başlamış. Yerbilimci veya sismolog olmamasına rağmen, yaptığı ve ürettiği çalışmalarla güven vermiş; deprem şebekesinin geliştirilmesi, depreme dair teknik çalışmaların yapılması gerekliliği, afet yönetiminin yeniden yapılanması gereken dönemde, sorumluluğunun bilincinde olarak görevleri üstlenmiş. Bu görevde de iki temel nokta onu geliştirmiş, bakış açısını genişletmiş.

Bunlardan biri, kamu diplomasisini, kurumlar arası ilişkileri öğrenmesi; diğer önemli nokta ise, tüm Türkiye'yi dağ tepe demenden dolaşması ve fay hatlarını görmesine neden olmuş. Ayrıca ülkenin sosyo-ekonomik durumunu gözlemlemiş. Bu çalışmaların ardından depremle ilgili bir vakıf kurarak toplum nezdinde farkındalık çalışmaları da yapmış.

‘AKADEMİK ÖZERKLİK VE ÖZGÜRLÜK ŞART’

2012 yılında rektör olan Barbarosoğlu, o güne kadar edindiği tecrübeler ışığında nasıl rektörlük yapacağından emin olarak göreve başlamış. Özellikle de akademik özerklik, özgürlük ve ifade hürriyetini sonuna kadar yaşayacak bir üniversite olmasını istemiş.

Bu düşüncesini konuşmasında şöyle açıkladı: "Akademik özerklik ve özgürlük bir hedef değil, bir sonuç değildir. Aslında araçtır. İyi bir üniversite olabilmek, iyi araştırma yapabilmek, iyi eğitim ve öğretim verebilmek için akademik özerklik ve özgürlük şarttır". Ülkenin kalkınabilmesi için üniversitelerin lokomotif olduğunu söyledi. 2016 yılında görevi devredene kadar zaman içinde hayalindeki üniversiteyi ekibiyle beraber yarattığını anlattı. Bu geçirdiği dört seneyi bir ‘Boğaziçi Masal’ı olarak ifade eden Barbarosoğlu, üniversitede kültür ve sanat faaliyetlerinin artması için çok çalıştığını, araştırma ikliminin gelişmesi için çok uğraştığını, hep aklındaki özgür ortamı yaratmak için mücadele ettiğini söyledi.

Barbarosoğlu, herhangi bir siyasi bağnazlığa kapılmadan, siyasi yelpazenin her köşesindeki öğrencilerin ve hocaların görüşlerini serbestçe ifade etmelerini sağlayacak özgürlük alanını yaratmaya çalıştığını ifade etti. Hoca ve öğrencilerle birebir iletişim içinde olmuş, şeffaflığa önem vermiş. Rektörlük seçim sonuçları işini doğru yaptığının göstergesi olsa gerek!

2347 NO’LU KANUN BUGÜNKÜ ÜNİVERSİTELERİ YÖNETMEK İÇİN YETERSİZ

Gülay Barbarosoğlu geçmiş yaşantısı ve deneyimlerini anlattıktan sonra geleceğe nasıl bakmamız ve yorumlamamız hakkındaki görüşlerini anlattı. Yükseköğretim sistemini çok iyi tanıma imkanı bulduğunu söyleyen Barbarosoğlu, Avrupa Üniversiteler Birliği’ndeki görevinin ona çok şey kattığını ve öğrettiğini söyledi. Üniversitedeki özgürlükleri savunduğunu belirten Barbarosoğlu, bu gücü de yurt dışındaki görevinde edinmiş olduğu tecrübeden aldığını ifade etti.

Eğitim sistemini ABD ve Avrupa benzerleriyle karşılaştırma şansına sahip olan Barbarosoğlu, Türkiye’nin rekabetçi ve zayıf yönlerini görme imkanını elde ettiğini söyledi. Yükseköğretim sisteminin esasında büyük ve güçlü bir sistem olabileceğine işaret eden Barbarosoğlu, "Dünyada söz sahibi olabilecek üniversiteler grubuna dahiliz. Ama çok genç bir sistem. 7,5 milyona yakın öğrenci sayısı ile Avrupa’da Rusya’dan sonra ikinci büyük grubuz. 160 bine yakın akademisyen, 181 üniversite ile güçlü bir yapımız olması gereken bir sistemiz. 2005’den sonra hızlı bir üniversiteleşme yaşandı. Buna olumsuz bakanlar olabilir. Ben her zaman olumlu baktım.

Çünkü üniversite sadece iktisadi kalkınma için değil, insani, kültürel, sosyal kalkınma için olmazsa olmaz bir ön koşul. Kaliteli doktoralı öğretim üyesi ve kaliteli eğitim meselesini çözmenin başka yolları var. Avrupa Birliği’ni düşünün.

AB bir kampüs gibi. Zayıf ve güçlü üniversiteler arasındaki ilişkileriyle bazı kalite sorunlarını halletmek mümkün. Türkiye’de üniversitelerimizi ortak çalıştırarak aslında bir takım sorunları halledebiliriz. Türkiye, güçlü bir yükseköğretim sistemine sahip olmayı ve yönetilmeyi hak ediyor" diye konuştu.

Barbarosoğlu, üniversitelerin nasıl bir sistem ile yönetildiği hususuna vurgu yaparken, 1981 yılında çıkan, 1982 anayasası ile iyice güçlenmiş 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile yönetilmeye çalışıldığını söyledi. 2001’de 75 üniversite 60 bin akademisyen varken, bugün 181 üniversite 160 bine yakın akademisyen olduğunu belirten Barbarosoğlu, hâlâ aynı kanunla yönetildiğini söyledi. Barbarosoğlu, "Bu kanunun değişmesini istiyor muyuz? Evet istiyoruz. Türkiye’de değişmesi, kalkması gerektiği konusunda en büyük uzlaşının olduğu kanunlardan biridir YÖK. Herkes evet değişmeli der. Fakat nasıl değişeceği konusuna gelindiği zaman, herkesin aklında farklı bir model vardır.

Bu dört yıl içinde de çok geldi. Son 20 yılda birçok kanun taslağı hazırlandı. Son dört yılda yapılan üç kanun taslağının bazı maddelerini olumlu gördük, bazı maddelerinin de iyileştirilmesi gerektiğini düşündük. Ben de iki YÖK başkanı ile görüştüm ve veriler sundum fakat bütüncül bir kanun taslağı maalesef ki çıkmadı" diye konuştu. Üniversitelerin 2547 sayılı kanun ile yönetilmemesi gerektiğini söyleyen Barbarosoğlu, evrensel değerlerle yeniden baştan yazılmasının şart olduğunu belirtti.

‘ÜNİVERSİTELER TOPLUMUN TÜM KESİMLERİNİ TEMSİL ETMELİ’

Konuşmasına "Devlet üniversitelerinin sahibi kimdir?" sorusuyla devam eden Barbarosoğlu, bir görüşün kamu kaynağının kullanımına göre sahibinin toplum olduğunu söylerken, diğer bir görüşün ise, toplumu demokratik yollarla seçilmiş hükümetin temsil ettiğini, hükümetlerin üniversitelere karışmamasının düşünülemeyeceğini ifade etti.

Barbarosoğlu, "Öbür tarafta benim inandığım bir grup var. Madem üniversitelerin sahibi toplum. O zaman üniversiteler toplumun tüm kesimlerini temsil etmeli, tamamen siyaset dışında kalmalı, siyasetin üstünde olmalı ve siyasetin içinde olmamalı. Böyle olduğu zamanda, siyasi organ olarak hükümetlerin tabii ki kamu kaynağını kullandığı için, o anlamda şeffaflık, hesap verilebilirlik konusunda, kesinlikle açık olmakla beraber, akademik özerklikler anlamında daha mesafeli durması gerektiği hakim bir görüştür. Aslında bu iki görüş 2547 sayılı kanunu tamamen baştan yazmamıza mani olan iki farklı kavram gibi geliyor bana.

Sadece 2547 Yükseköğretim Kanunu değil, devlet üniversitelerinin üzerinden çalışmakta olunan 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da devlet üniversiteleri özelinde değiştirilmesi gerekir" diye ifade etti.

AVRUPA ÜNİVERSİTELERİ DE DEĞİŞİM İÇİNDE

Avrupa’daki örneklerle Türkiye üniversitelerini karşılaştıran Barbarosoğlu, Avrupa’da da en önemli meselenin akademik değerler ve özgürlüğün olduğunu söyledi. Avrupa’da konu hakkında sürekli basın duyuruları ve yayınlar yapıldığını söyleyen Barbarosoğlu, Avrupa Birliği’nin 25 Mart Roma Kuruluş Anlaşması'nın 60. yıl dönümünde bütün Avrupa üniversite birlikleri bir basın duyurusu yayınlayarak, akademik özerklik, özgürlük, insan hakları, demokratik vatandaşlık, hukukun üstünlüğünden vazgeçilmemesi yolundaki görüşünü belirtti.

Barbarosoğlu, Avrupa ülkelerine bakıldığı zaman iktisadi ve mali sıkıntıların üniversiteleri etkilediğini, bunun en yakın örneğinin Yunanistan olduğunu ifade etti. Araştırma fonlarına bakıldığında Avrupa genelinde de büyük bir azalma olduğunu kaydeden Barbarosoğlu, eskiden projelerde kabul oranı yüzde 26’lardayken günümüzde yüzde 13’lere düştüğünü, eskiden 15 üzerinden 13,5 alan proje kabul edilirken, bugün 14,5 alan projenin bile kabul edilmediğini söyledi.

Bu sorunların dışında, üniversitelerin idari modellerini anlatan Barbarosoğlu, "Ülkemizde de rektör seçimi her zaman çok konuşulan bir konudur. Avrupa’da da değişik yöntemlerle rektörlerin belirlenmesi ve atama yöntemi yapılıyor. Ya doğrudan akademisyenler seçiyorlar ya da dolaylı olarak bir konsey kuruyorlar. Konseyin içinde hem mezunlar hem hocalar hem de öğrenciler var. Dolayısıyla seçilecek grupları ilgili paydaşların seçtiği bir yapılanma var. Ama hemen hemen hepsinde doğrudan olmasa bile demokratik bir yapı mevcut. Norveç’ten bir örnek vereceğim. Orada da rektör belirlenmesi her zaman gündemde olan ve değişiklik gösteren bir konu.

Norveç’te geçen sene bir karar çıktı. Geçen seneye kadar Türkiye’deki rektörlük seçimlerinde olduğu gibi, rektör, öğretim üyelerinin seçimiyle yapılıyordu. Geçen sene çıkan kararda, ‘ya doğrudan seçim yaparsınız HOCA99ya da istiyorsanız kendi üniversite konseyinizi kurar öyle rektörünüzü seçersiniz’ diye seçenek kondu. Genelde beklenen doğrudan seçim yönünden karar alınması yönünde ümit ederken, bazı üniversiteler konseyin kurulması yönünde karar aldılar" diye belirtti.

Almanya ve İngiltere haricinde Avrupa’daki üniversitelere bakıldığında çok sayıda üniversite birleşmelerinin yaşandığını kaydeden Barbarosoğlu, "Finlandiya’dan örnek verirsek, 2010 yılında 21 üniversite varken aynı yıl 14’e düşürüldü; çeşitli üniversiteleri birleştirdiler. Burada da hemen hemen öğrenci sayısı 55 bin olabilecek, dolayısıyla farklı uzmanlıkları bir araya getirerek rekabet gücünü arttıracak bir birleşmeye gidildi. Fransa’da da hem üniversite birleşmeleri yapıldı hem de farklı modelleri kapsayan ve işbirliği halinde olan birlikler kuruldu. Bunun nedeni, her ülke kendi yüksek öğretim sistemini iyileştirmek için gerekli düzenlemeleri yapıyor ve yapmaktadır" dedi.

Avrupa’da siyasi hayatın üniversiteleri çok etkilediği iki ülkenin Macaristan ve Polonya olduğunu belirten Barbarosoğlu, oralarda üniversitelerin değişen hükümetlerin etkilerinden paylarına düşeni aldıklarını vurguladı. İngiltere’nin Brexit kararından dolayı Avrupa üniversitelerinde sıkıntı yarattığına işaret eden Barbarosoğlu, birbirleriyle ortak çalışmaları, projeleri ve devamlı iletişimde olmalarına rağmen AB’den çıkılması ile üniversitelerin gelecekleri ile ilgili soru işaretlerinin olduğunu söyledi. Barbarosoğlu, Amerikan üniversitelerinin Avrupa’ya göre daha güvende olduğunu ifade ederken, Donald Trump’un seçilmesiyle orada da bir hareketlenme olduğunu vurguladı.

‘ACABA BİR TÜRBÜLANSTAN MI GEÇİYORUZ?’

Gülay Barbarosoğlu, "Üniversiteler yaşayan bir organizma gibi. Yüksek öğretim sistemi dünyada büyük bir değişimin içinden geçmekte ve içindeki kırılmaları, dinamikleri doğru anlayabilmek için küresel olarak bütün diğer koşulları incelemek gerekir. Acaba bir türbülanstan mı geçiyoruz diye düşünmek lazım. Belki de geçici bir dalga. Sanki bu sefer öncekilerden farklı olan tekil ve ayrıksı olan yön var. O da bilimin rolü. Bilimsel çalışmalara ve bilim üretenlere bakış açısında bir fark var gibi geliyor bizlere. Modern bilimin sanki yeni bilim modellerini kapsamasında azalma mı oluyor acaba? Acaba akademik ortamlarda bilimsel yöntemlerle, bilimsel sonuçlar güvenirliliğini, gücünü mü kaybediyor? Bilimin mizacında, otoritesinde acaba bir gerileme mi var?" diye sorguladı.

Barbarosoğlu bilimin güvenirliliğinin, bilim üreten üniversitenin itibarının, bilim üreten akademisyenin gücünün azaldığına dair sinyaller geldiğini söyleyerek, meslektaşlarına bu işi sıfırdan ele almaları gerektiğini, savundukları, peşinde koştukları, inandıkları her şeyi bir yana bırakıp akademik özgürlük ve özerklikten başlayarak bir tanımlama yapılması, toplum-bilim ve üniversite-sanayi ilişkisinin gözden geçirilmesi, sosyal ve beşeri bilimlerin tüm bu dünyada yerinin tekrardan tartışılması, analiz edilmesi gerektiğini söyledi.

Konuşmasını "Biraz birbirimizle konuşmamız gerekiyor. Değişik görüşleri olanların tartışması gerekiyor. Toplumun değişik kesimlerinin siyasetçilerin, karar vericilerin, teknoloji üretenlerin, teknoloji firmalarının, firmaların, iş dünyasının hep beraber oluşması gerekiyor. Dünyadaki yaşanan sıkıntılı gelişmelere rağmen, bu tür değişimler kendi içinde fırsatları, vaatleri beraberinde getiriyor’ diyerek sonlandırdı.