'16 Nisan'da devlet kaybetti sivil toplum kazandı'

Akademisyen Vedat Koçal'a göre referandumda yarış devletle sivil toplum arasında geçti. Koçal, "Referandumun başarısız olduğu kesin, bu devletin başarısızlığı. Devlet geliştirdiği sistemi sivil topluma anlatmakta ve benimsetmekte kesinlikle başarısız oldu. Bence 16 Nisan akşamı ortaya çıkan şey, sivil toplumun başarısıdır" diyor.

Google Haberlere Abone ol

DİYARBAKIR - Anayasa değişikliği öngören referandum, 16 Nisan’da gerçekleşti. Değişmesi oylanan 18 madde, referandum kampanyası süreci ve referandumun sonunda elde edilen sonuçlar ve bundan sonra ne olacağı daha çok tartışılacak.

Dicle Üniversitesi’nde siyaset bilimi üzerine dersler veren akademisyen Vedat Koçal, 16 Nisan’da gerçekleşen referandumda devlet aklı ile sivil toplumun yarıştığını söyledi. Koçal'a göre referandumla sonuçlanan süreç de Kürt sorunu nedeniyle yaşandı

Vedat Koçal, AK Parti’de cisimleşmiş devlet aklını, HDP’yi ve Kürt sorununu konuştuk.

Nasıl bir referandum kampanyası yürütüldü?

Bir kere net biçimde şunu ifade etmek gerekiyor. Siyasal akımlar yarışmadı Türkiye’de. Siyasal partiler, aktörler yarışmadı. Devletle sivil toplum, devletle siyaset yarıştı. Maddi olanaklar anlamında da böyle. Aslında burada AK Parti’den, Erdoğan’dan bir taraf olarak söz etmek doğru değil. Genelde entelektüel medyatik kamuoyunda hep böyle yansıtıldı. Yıllardır bunu konuşuyoruz; Erdoğan’ın güçlü iktidar talebi... Ben böyle düşünenlerden değilim. Olayın pratik sonuçlarına gelmeden önce müsaadenizle bakış açımı özetlemek isterim.

Türk siyasal sisteminde iki siyasal aktör vardır: Devlet ve toplum. Siyasal figürler, kişiler, örgütlenmeler bu iki aktör arasında zaman ve mekana göre değişken konumlar alabilen tali varlıklardır. İngiliz siyasal sistemindeki gibi Muhafazakarlar-İşçi Partisi durumu yok Türkiye’de. Bütün politikaları devletin belirlediğine inanıyorum. Devlet derken günlük bürokrasiyi kastetmiyorum tabii. Osmanlıcada 'hikmeti hükümet' dediğimiz şeyi, yani devlet aklını kastediyorum. Devlet merkezli bir gerçeklik bu. Dolayısıyla referandumun iki tarafından biri devletti.

DEVLETİN KRİZE GİRDİĞİ YER

AK Parti'de biçimlenmiş diyebilir miyiz o akıl için?

Yok, AKP’de biçimlendi demiyorum. Türk devlet aklı 2007-2008’de bir krize uğradı. 'Batı bloku mu Doğu bloku mu' diye bir seçenek krizine uğradı. Bu krizin temelinde Kürt sorunu var. Ortadoğu’daki gelişmelere de bağlı olarak liberal Batı bloku Kürtlüğü bir ulus olarak tanımladı. Artık Batı dünyasının aklında Irak Kürtleri, Türkiye Kürtleri diye bir durum yok. Kürtleri Ortadoğu’da Farslar gibi, Araplar gibi, Türkler gibi bir ulus olarak tanımlıyor. Bence Türkiye Devleti’nin krize girdiği yer burası oldu. Türk devlet aklı baktı ki üniter tekçi devlet yapısının Batı dünyasında yeri yok. Siz de gördünüz referandum sonuçlarından birkaç saat sonra Avrupa’nın yaptığı açıklamalar ortada. Batı dünyasındaN ‘hayırlı olsun’ diyen olmadı.

Türk devlet aklı üniter politikaların devamlılığını Doğu’da görüyor. İran, Rusya, Çin gibi... Bunlarla bir yaşam alanı bulabileceğine inandı ve bu tercihle bir krize girdi. Ben referandumu bu noktadan okuma eğilimindeyim. Devletin kendisini küresel bu yeni duruma uyarlama politikasıydı.

Türkiye tarihine baktığımızda hep aynı şeyi görürüz. Türk devlet aklının özelde Kürt politikası ve genelde tüm politikalarında hep bir salınım vardır. Bakarsınız 1800’lerin başında Kürt yerel isyanlarını bastırmaya çalışıyordur, bir süre sonra bakarsınız Hamidiye politikası dediğimiz makbul Kürt üretme politikası başlar. Ardından İttihatçıların net ırkçı Türkçü politikası başlar. Sonra 1921-1923 arası Kemalist kuruluş politikasında eyaletçi bir söylem. Sonra bir bakarsınız ‘23’te tersine döner. ‘50’ler Menderesle İslami buluşma, ‘80’lerde Özalizmin kısmen tanıma politikaları, ‘90’larda Çiller döneminde savaşı yükselten politikalar ve 2000’lerde Ak Parti’nin açılım adını verdiği politikalar. Sonuçta bugünkü referandumu da oradan okuyorum. Devlet aklının sürekliliği içerisinde okuyorum.

7 HAZİRAN DEVLETİN KRİZİNİ ÇOK NET ÖZETLEDİ

Başa dönersek, iki aktör görüyorum demiştim: Devlet ve toplum. Toplumda çok ciddi bir siyasal gelişme var; bunun en güçlü göstergesi de 7 Haziran seçimleriydi. Devletin içine düştüğü yapısal krizi çok net özetledi. Devlet, devlet olarak bir şey söyledi ve bu sivil toplumda reddiyeye uğradı. Ben bunu Erdoğan’ın hırsı olarak okuyanlardan değilim. Toplum, devletin kendine uyguladığı belirleyici zihniyeti reddetti. Devlete baktığımda gördüğüm Kürt sorununun çözümünü bir süre daha erteleyici bir tutum. Devlet bir deney yaptı açılım politikasıyla. Belki Kürt coğrafyasından bir medet umdu, kapitalist dünyada kalma mücadelesinde. Görüldü ki başarılı olmadı bu açılım süreci. Devlet şöyle bir noktaya geldi: makbul ve makul Kürt üretimi. Yakın günlerde böyle bir gelişme izleyeceğiz kanaatindeyim. Diyarbakır’da yaşıyoruz ve siyaset bilimci olmaya gerek yok, hepimiz görüyoruz. Diyarbakır’ın yarısı Selahattin Eyyübi oldu. Bu yeni paradigmatik bir yaklaşımı gösteriyor. Kemalist kuruluşun getirdiği tekçi ırkçı yaklaşımı onarma derdinde. Göktürkler, Hunlar falan yerine 1071 gibi bir milat üretti. Anadolu milliyetçiliği diyelim buna. Kürtlerde de belli bir İslami damar olduğunu biliyoruz. Belki bunun en somut göstergesi Nakşibendi cemaatidir. Kürdistani bir damardan gelir bu gelenek. Devletin makbul ve makul Kürt üretiminde ana damarı burada görüyorum. Birincil tutkal ilişkisini burada görüyorum. Yeni bir açılım politikası bekleyenlerdenim ve bu yeni süreçte PKK siyasetine, İmralı siyasetine seküler niteliği nedeniyle yer yok. Çünkü onun damarı varoluş çekirdeği çok uygun değil. Seküler ve sol Türkiye geleneğinden geliyor.

Pratik gelişmelere bakarsak, kayyım Büyükşehir Belediyesi’nin önündeki Amed ibaresini kaldırdı. Selahattin Eyyübi ibarelerine dokunmadı. Yenişehir Belediyesi kayyımı Mervani Kürtlerini temsil eden rölyefleri kaldırttı. Bunları sizin dediğiniz gibi mi okumak lazım?

Daha somut bir örneği var bakın. Devletin söylemi tekçi söylem; tek millet, tek bayrak falan. Çıkalım Gevran caddesindeki parti tabelalarına bakalım. Biri PAK. Partiya Azadiya Kürdistan. Açıkça Kürt ulus devletini savunduğunu söylüyor. PDK-Bakur mesela. Devletin üniter yaklaşımıyla pek örtüşmüyor. HDP’nin söylemi ise Türkiyelileşmek, asla bölmeyeceğini söylüyor. Devlet aklından bakınca bu partilerin söylemi bölücü bir söylem, ama Türkiyelileşmeyi merkezine alan HDP üzerinde yoğunlaşıyor devlet şiddeti. HDP’yi fiilen işlemez hale getirme süreci var.

'KÜRTLER BÖLÜNMÜŞ BİR TOPLUM'

Aslında muhalif Kürtlere mi saldırıyor demek istiyorsunuz?

Bence HDP geleneği tipik bir ulusal sol yaklaşım olarak, Kürtler tanımını ulus kategorisinde algılamak eğiliminde. Küreselleşme sürecinde sınıfsal bir ayrım yaşıyoruz. HDP böyle bir görünüm üretmeye çalıştı: Devlet ve Kürtler. Gerçekte böyle değil. Yerelde yaşadığımız pratikte böyle değil. Çünkü makul Kürtler var. Devletin kısmen tanıma politikasında Kürtlere yer var. Özellikle geçen şehir savaşları sürecinde devlet tüm Kürt coğrafyasına savaş açmış gibi değerlendirmeler oldu. Bu çok ciddi bir yanılsama. HDP bunu düzeltmekle başlamalı bence işe. Sınıfsal olarak, ideolojik olarak, politik olarak bölünmüş bir toplum Kürtler ve bu bölünme de kapitalistleşmeden geliyor.

Kürt coğrafyasında referandumda çıkan evet oyu çok ciddi tartışılıyor. Hatta deniyor ki MHP’nin veremediği oyu Kürt coğrafyası özellikle kent toplumu verdi. Yüzde 33’ün Diyarbakır merkezinde memurlardan ibaret olduğunu kabul edemeyiz. Bu akıldışı bir gerçeklik. Kendini Kürt hatta Kürtçü olarak tanımlayıp Türkiye siyasal sistemindeki değişikliği destekleyen insanlar var. Hatta daha radikalini söyleyelim. Bu insanlar hayır oyu verseler bile sandığa gittiler. Türkiye’nin siyasal seçmeni olmayı kabul ettiler. Burda HDP geleneği ve çizgisini eleştiriyorum. Buna görme kusuru diyorum. Türkiye siyasal sistemine eklemlenmiş kentli orta sınıf Kürdü görememe sorunu var.

Referandum sonucunda bence başını ellerinin arasına alıp en çok düşünmesi gereken iki akım var. Biri HDP. Neyi eksik yaptık diye sorabilir. Biri de CHP. Devlet aklının tekçi zihniyetine karşı sivil refleks CHP’de merkezileşecek. Ama kendisini Kemalist tekleştirmede görmeyen kesimler CHP’de nasıl kendine yer bulacak? En büyük sorunsal bu. CHP buna kapı açabilecek bir potansiyel üretebilir mi? Çok kötümserim bu konuda. Bir yandan da mecbur olduğunu da düşünüyorum.

'AKP KENDİNE BEN KİMİNLE MUHATABIM DİYE SORMALI'

Peki, bu çıkan sonuç üzerine devlet ya da AKP’nin de düşünmesi gerekmiyor mu?

Egemenlik düşünen bir devlet aklından söz etmiyoruz. Türk devlet aklı yapısalcı, mühendisçi bir akıldır, bir denge gözetme durumudur. Muhtemelen yeni bir inşa düşünüyor, yeni bir Türkiye binası inşa ediyor. Ben buna neo kemalizm diyorum. Devlet aklı kendini sivil toplumun gündeminden ayrı düşünüyor. Kendini sivil topluma egemen olarak kodlamış durumda. Ama dünkü referandum itibariyle böyle olmadığı gözlemleniyor. Devlet aklı şurada bence: CHP benim elimde mi değil mi? CHP toplumun katında mı benim katımda mı diye düşünüyor. Devlet bir kanser hücresi gibi AKP’yi yuttu. HDP’nin de kendisine sorması gereken soru bu. Ben kiminle muhatabım?

HDP, iktidar partisi olarak AK Parti'yi karşısına almak zorunda değil miydi?

Değildi bence. Bizde batıdaki gibi bir siyasal akımın toplumu ele geçirip o devlete hakim olma süreci yok. Bizde partiler çeşitli siyasal reform vaadleriyle iktidara geliyor. Devlet ya onları alaşağı ediyor ya da yutuyor. Nietzsche’nin malum sözünü bilrisiniz: Uçuruma ne kadar bakarsan uçurum da o kadar içine bakar diye. Devlete ne kadar nüfuz ederseniz devlet de size o kadar nüfuz eder.

Şimdi bütün bu söylediklerinizden AKP’nin ve ona liderlik eden Erdoğan’ın çok zor durumda olduğu gibi bir değerlendirme yapılabilir mi?

Ben böyle olduğunu düşünüyorum. Belki gözlemlediniz evet savunusunda bir mahcubiyet var. Evet diyoruz, vatan için, millet için… Hukuki bir savunma değil. Çünkü AK partinin geliş iddiasıyla çok çelişik. Reformist bir iddia değil, devletçi bir iddia. AGİT’in, AB’nin açıklamaları var. Çok zor bir durum bu. Türkiye siyasal tarihi üzerine çalışan akademisyenlerin bir yaklaşımı var. 'Gölge oyun' diyoruz buna. Siyasal aktörler, akımlar, partiler, örgütler bizim için Hacivat-Karagöz gibi. Biz perdenin arkasına bakarız. Pratik siyaset bizim için sadece perde ve yanıltır. Devlet aklına bakıyoruz, devlet aklı ne diyor? Devlet aklının Kürt coğrafyasından beklentisi ne diye bakıyorum. Bu coğrafyada Kürt yok, Kart Kurt var durumda değil artık, bu net. Kimse kalkıp Kürtlere Türksünüz demiyor. Kürtsünüz ama diye bir söylem var. İki tane temel faktör gözlemliyorum. Kürtlerin dört parçanın azınlığı olduğu görüşünü devam ettirme eğilimi var. Önümüzdeki açılım politikasında folklorik yöresel kültürel bir Kürt kimliği kurgulanacağını düşünüyorum. Kültürel hakların abartılı bir biçimde tanınacağını dahi düşünüyorum. Belki Kürtçe bir devlet radyosu, tiyatrolar, halk oyunları, belki Kürtçe edebiyat. Avrupa’ya, dünyaya karşı reklamasyon şeyler yapılabileceğini düşünüyorum.

'HDP'NİN ALMASI GEREKEN BİR MESAJ VAR'

Devlet bütün olanaklarıyla bir referandum kampanyası yürüttü. Ama sonuç ortada. Özellikle yıkılan şehirlerdeki sonuçlar ortada. Bundan devletin ve siyasal aktörlerin çıkarması gereken sonuçlar nedir?

Ben önce HDP’nin epey bir mesaj alması gerektiğine inanıyorum. Radikal demokrasi dedikleri teorik aklın çok da Kürt gerçeğine, Kürdistan gerçeğine uymadığını düşünüyorum. Şundan uymadı; Türkiye’yi böyle bir akılla demokratikleştiremeyeceğimiz ortaya çıktı. Karşıda size kucağını açmış gelin demokratikleşelim diyen bir kitle yok. En iyi örneklerinden biri bence Türkiye Komünist Partisi’nin bölünme süreciydi. Tamamen Kürt siyasal haraketini algı nedeniyle bölündü. Komünisti bu olanın diyorum gerisini siz düşünün. 'Hepsi benim seçmen tabanımdır' demek de çok gerçekçi görünmüyor. Şehir savaşları yaşadık. Bu savaş yaşanmışken bile, bu yıkıma devlet uğratmışken bile, tercihini devletten yana yapan bir kesim var.

Ankara ve İstanbul’u 20 yıldan fazladır AKP yönetiyordu. Oradan hayır çıkmasını nasıl değerlendiriyorunuz?

Belli ki devlet aklı istediği noktaya ulaşamadı. Biraz hazırlıksız yakalandı ve acele oldu. Bu aciliyetin 7 Haziran'la ilgili olduğunu düşünüyorum. 7 Haziran şunu gösterdi. Devlet aklının sivil topluma çok da hakim olamayacağı gibi bir tehdidi gösterdi.

Eğer Erdoğan’ın eli güçlenirse barış süreci yeniden başlar benzeri şeyler de konuşuluyordu referandumdan önce. Şimdi burada böyle yüksek oylar çıkınca yeniden acaba Erdoğan bu süreci başlatır mı? Sizin söylediklerinizden de bunun hiç mümkün olduğu sonucunu çıkarmadım..

Başlamayacağını düşünüyorum. Devletin aklında nihai bir çözüm hiçbir zaman olmadı. Sadece sürdürülebilir kılmak. Bazen şiddet bazen şiddet dışı politikalarla sürdürülebilir kılmak ve kontrol etmek.

Bence önemli bir soru şu Kürtler açısından: Kürtler 2017’de 21. Yüzyılda kendilerini bir ulus olarak tanımlayacaklar mı yoksa halihazırda içinde yaşadıkları devletlerde kültürel, folklorik, yerel azınlıklar olarak yaşamayı mı tercih edecekler?

Devlet Özal’ın yaptığı gibi gelin şunu tartışalım dese (federatif yapı) Türklerin çok da vay efendim bölünüyoruz, devlet elden gidiyor diyeceğini düşünmüyorum. Yeter ki devlet desin. Bence Türkiye halkı buna hazır. Kürtlerin buna karar vermesi lazım. Biz bir ulus muyuz? Yoksa halihazırdaki durumumuzdan memnun muyuz?

Hükümet hariç, herkes kabul ediyor ki yüzde 51 net bir başarı değil. Bu sonuç AKP ve Erdoğan’ın gücünü sarsar mı?

AK Parti’yi AK Parti, Erdoğan’ı Erdoğan yapan 2002’den önce devlete karşı geliştirdiği refleksti, reformculuğuydu. Askeri diktotaryal bir rejimi demokratikleştirme iddialarıydı, Avrupalılık, liberalleşme iddiasıydı. 2008’den bu yana bence bu yok artık. Bence en çarpıcı göstergelerden biri Başkomutan söylemi. Orduyu ıslah edecekken bir anda başkomutan oluverdi. 28 Şubat mağduru olan bir kitle, bir anda adeta peygamber ocağına döndü. Referandumun başarısız olduğu kesin, bu devletin başarısızlığı. Devlet geliştirdiği sistemi sivil topluma anlatmakta ve benimsetmekte kesinlikle başarısız oldu. Bence 16 Nisan akşamı ortaya çıkan şey, sivil toplumun başarısıdır.