Suriçi’nde bayram havası yok
Sur’un Lalebey ve Alipaşa mahallesinde oturan Diyarbakırlılar bayramı evlerinin yıkılacağı endişesiyle karşılıyorlar. İki mahallede de bayram hazırlıklarından çok, bayramdan sonra elektrik ve sularının yeniden kesileceği ve evlerin yıkımına hız verileceği konuşuluyor.
DİYARBAKIR - İki gün sonra bayram. Sur’un Yıkımına Hayır Platformu son iftar yemeğini veriyor. Platform üyeleri, sokakta kurulmuş sofraya elden ele yemekleri uzatıyorlar. Birazdan ezan okunacak ama sofrada oturan sabırsız çocuklar, müezzini beklemeden ezan okuyorlar. Camiden yükselecek ezan sesini bekleyen büyükler sabırlı ve ciddi duruyorlar. Çocukların yaptığı şakaya, yine çocuklar gülüyor.
İftar bitiyor. İftarını bu sofrada açan Surlular, sofrayı toplamaya başlayan platform üyelerine dua ederek evlerine, teravih namazı için camilere yöneliyorlar.
BAYRAMDAN SONRA ENDİŞESİ
Yemek dağıtımında görev alan Sur’un Yıkımına Hayır Platformu eş sözcüsü Büşra Cizrelioğulları’na, Suriçi’nde yaşayan insanların bayrama nasıl hazırlandığını soruyorum. Cizrelioğulları, insanların endişe içinde olduğunu hatırlatarak şöyle diyor: “Mayıs ayından bu yana insanlar evlerinin ne zaman yıkılacağı endişesiyle yaşıyorlar. Doğru dürüst uyuyamıyorlar bile. Buna rağmen bir bayram hazırlığı yapıyorlar elbette. Evlerinde bayram temizliği yapıyor, gelecek misafirler için şeker alıyorlar. Ama bütün bunlar bir gelenek olduğu için yapılıyor. Yoksa insanların bayramı coşkuyla karşılayacak, gülüp eğlenecek halleri yok. Eski bayramlardaki neşe, yerini evlerinin yıkılacağı endişesine bıraktı.”
Büşra Cizrelioğulları, Suriçi’nde yaşayan insanların yoksul olduğunu belirterek, “Bu nedenle ucuz alışveriş yapabildikleri halden, Sûka Şewitî’den (Yanık Çarşı) ya da sokaklarda kurulan tezgahlardan bayram ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar” diyor.
DÜKKANIN ÖNÜNDE ÇAY BARDAKLARI
Karı koca dükkanın önünde oturuyorlardı. Dükkanın kapısı açıktı ancak ışıkları yanmıyordu. Belki sokak lambasının ışığı yettiği için dükkanın ışıkları yanmıyordu ama son günlerde Suriçi’nde Lalebey ve Alipaşa mahallelerinin elektrik ve suyu sık sık kesiliyordu.
“Elektrik mi kesik?” diye sordum, dükkanın kapsısında oturan karı kocaya. “Yok” dediler. Bu saatte müşteri gelmez diye yakmamışlar ışığı. Küçük bir tepsinin içinde birkaç tane çay bardağı vardı. İftarlarını açmış, birazdan akşam çayı içmeye hazırlanıyorlardı anlaşılan.
Evleri de yıkılacaklar arasında mıydı acaba? Adam açtı ağzını yumdu gözünü. Ama benim dikkatimi kadının dükkanı göstererek, “Biz burada yatıyoruz” demesi çekti. Şaşırdığımı gören kadın dükkana girdi ve ışığı yaktı. Eski ve temiz kilimlerin serili olduğu zemini göstererek, “İşte burada yatıyoruz” dedi yeniden.
DÜKKANDA YATILIR MI?
Küçücük dükkanın içinde çocuklar için çikolata çeşitleri, maytap, kadınlar için örgü ipi, kolonya şişeleri, bir eski televizyon ve bir vantilatör bile vardı.
Kadın, hikayesini şöyle anlattı: “Üç odalı bir evimiz var. Üç oğlum evli ve üçü de işsiz. Evi onlara bıraktık. Biz de karı koca dükkanın içinde uyuyoruz. Gece buraya bir döşek seriyoruz, öyle uyuyoruz. Evimizi de yıkacaklar. 41 bin lira para veriyorlar evimiz için. Şimdi ben bu parayı alsam hangi oğluma yeter? “
Ev yıkılacaklar listesinde, ne yapacaklar peki? “Gitmeyeceğim” diyor kadın. “Öldürsünler daha iyi. Kurşunla mı, kepçeyle mi, nasıl isterlerse öyle öldürsünler. Buradan çıkarsak zaten öleceğiz. Çocuklarım, gelinlerim, torunlarım hepimiz perişan olacağız buradan çıkarsak. 41 bin lira hangimize yeter? Hepimiz aç kalırız, perişan oluruz.”
‘ADIM MEVLÜDE, HERKES DUYSUN YAŞADIKLARIMIZI’
Bayramı da bu dükkanın içinde karşılayacaklar, misafirlerini burada ağırlayacaklar. Kadın, gönlü zengin insanlardan, “Bayramda şeker almaya gelirim” deyince, “Başım gözüm üstüne. Bayram için şekerimiz var, siz yeter ki gelin” diyor kadın.
Çay içmeye davet ediyorlar. Etrafımız kalabalıklaşıyor. Mahalleli derdini anlatmaya çalışıyor bir ağızdan. Dükkanın fotoğraflarını çekerken, “Sizin de fotoğrafınızı çekebilir miyim?” diye soruyorum. “Çek” diyor kadın, epey mahcup ama korkusu kalmamış insanın ruh haliyle. Sonra, “Adım Mevlüde Ak, herkes duysun ne yaşadığımızı” diyor.
ÜÇ KADIN, ÜÇ ÇİLE YUMAĞI
Mevlüde Ak’tan ayrılıp yan sokağa geçince evin önünde oturan üç kadın görüyorum. Hemen karşılarında birkaç gün önce yıkılmış evlerden kalan bir boşluk var. O boşluğa bakıp kendi aralarında konuşuyorlar.
Oturabilir miyim yanlarına? Hemen yer açıyorlar. Suriçi’nde hangi eve gitseniz oturacak bir yer, içecek bir çay bulabilirsiniz zaten. Kadınların üçünün de evleri yıkılacak evler listesinde. Öyle görülüyor ki birbirlerine sığınmış, dertleşiyorlar. Birinin kocası, onu üç çocukla bırakıp gitmiş, başka bir şehirde başka bir kadınla evlenmiş. Ne aradığı ne sorduğu varmış. “Başımızı soktuğumuz bir evimiz vardı, şimdi onu da yıkacaklar. Üç çocukla ben ne yaparım? Bize bir çare bulun.” Gözleri dolunca, sesi titreyince susuyor.
Ev sahibi kadının kimi kimsesi yok. Kocası birkaç yıl önce ölünce, bir başına kalmış.
Nasıl geçindiğini soruyorum. “Burada, kapı önünde oturup bir şeyler satarak” diyor. Yol verip içeri davet ediyor, sattığı şeyleri göstermek için. Bir iki çeşit bisküvi, çikolatalar, birkaç ucuz kaçak sigara… başka da bir şey yok. Evin önünde oturuyor bütün gün ve küçük bir kutunun içine sıkıştırdığı üç beş şeyi çocuklara satıyor.
YOKSULUN EVSİZLİĞİ
“Eskiden idare ediyordum” diyor kadın ve devam ediyor: “Buradan geçenler su alırdı, başka şeyler alırdı. Çocuklar gelirdi en çok. Şimdi kimse kalmadı mahallede.” Sonra eliyle yıkılmış evlerin bıraktığı boşluğu gösteriyor ve “Zaten, görüyorsun işte, mahalle de kalmadı.”
Her zaman temiz tuttuğu evini bayram için bir daha temizlemiş. Ama aklı giden komşularında. Komşuları varken hiç yalnızlık çekmemiş kadın. “Şimdi bu kadar kaldık” diyor iki kadını göstererek.
Ayrılmadan önce Sur’un Yıkımına Hayır Platformu’na da teşekkür ediyor. “Bu Ramazan ayında onların sayesinde iftarda aç kalmadık” diyor.
Evleri yıkılacak üç kadını, üç çile yumağını Suriçi’nin karanlık sokağında bırakıp Ofis’e doğru yürüyorum. Ben yanlarına gitmeden önce evleri yıkılırsa ne yapabileceklerini konuşuyorlardı. Ben ayrıldıktan sonra da aynı konuyu konuşmaya devam ettiklerinden emindim. Çünkü kendileri, “Bir araya gelince çaresizliğimizi konuşuyoruz” demişlerdi.
OFİS’TE BAYRAM TEZGAHLARI
Ofis’te bir bayram öncesinin telaşı vardı. Özellikle Ekinciler Caddesi’nin kaldırımları satıcılarla doluydu. Kemerden iç çamaşırına, ayakkabılardan güneş gözlüklerine kadar her şey satılıyor burada. Alışverişe çıkmış insanlar, almayı düşündükleri bayramlıkları burada deniyorlar.
Satıcıların başında az da olsa bir müşteri kalabalığı görülüyor. Ama kaldırıma tezgah kurmuş satıcılara bakılırsa, önceki bayramlara göre satışlar epey düşük. Ayakkabı satan iki genç, 5 yıldır her bayram aynı yerde tezgah açtıklarını söylüyorlar. Bu bayram için yaptıkları satış, geçen bayramın yarısı kadar bile değilmiş. Biri, “Para yok ki kimsede” diyor. Öteki, arkadaşına itiraz eder gibi, “Kimsenin keyfi yoktur abi. Keyfi olmayan niye alışveriş yapsın?” diyor.
Nihayet Duvar’a bakma fırsatı bulunca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şanlıurfa sınırından verdiği mesajları da okuyabiliyorum. “Suriye’nin Kuzeyi” ile başlayan cümleler, sadece Suriçi’nde yaşayanlar için değil, Türkiye’de yaşayan herkes için huzurun uzak olduğuna işaret ediyor.