Barış Bloku sözcüsü eski savaş pilotu: SİHA'lar 'insansız' değil
Barış Bloku Eş Sözcüsü ve eski bir savaş pilotu olan Bahadır Altan: SİHA, 'insansız' diye tanımlanınca onu kullanan kişi de sanki, “insanlık” kavramından ve dolayısıyla sorumluluğundan azade bir robotmuş gibi algılanıyor. Oysa bu uçaklar, motor çalıştırmadan başlayarak, kalkış için piste giriş, tırmanış, uçuş ve iniş olmak üzere bütün ucuş safhalarında ve bomba veya füze atarken bir 'pilot' tarafından yönetiliyor.
DUVAR - Barış Bloku Eş Sözcüsü ve eski bir savaş pilotu olan Bahadır Altan, Silahlı İnsansız Hava Araçları'nın (SİHA) 'insansız' olarak tanımlamasına itiraz ederek, “Oysa bu uçaklar, motor çalıştırmadan başlayarak, kalkış için piste giriş, tırmanış, uçuş ve iniş olmak üzere bütün ucuş safhalarında ve bomba veya füze atarken bir 'pilot' tarafından yönetiliyor. Tek fark, pilotun uçağın içinde değil, yerde ekran başında olmasıdır” diyor.
Altan Gazete Karınca'da yer alan yazısında ayrıca şu anda sivil hava yolları şirketlerinde kaptan olarak uçan 200’ün üzerinde pilotun, son yayımlanan KHK ile orduya dönmeye zorlandıklarını söyledi. Altan'ın açıklamaları şöyle:
KATILMAYANLAR AÇLIĞA MAHKUM EDİLİYOR: Hepsi sivil hayatta geçerli meslekleri sayesinde daha da yüksek bir gelirle kendilerine yeni bir hayat kurdular, çocuklarını yeni okullara yerleştirdiler. Şimdi devlet, bu “mustafi” (istifa ederek ayrılan) subayların yaşamlarını, aile düzenlerini hiçe sayarak emir altına girmelerini ve yeniden çeşitli sürelerde hizmet vermelerini KHK ile zorunlu kılıyor. Çağrıya uyup birliğine katılmayanların lisansı iptal edilerek sivil havacılıkta çalışmaları, uçmaları engellenecek. Hatta diğer KHK mağdurlarına yaptıkları gibi pasaportlarına el konacak. THY’den salt memleketi vb. nedenlerle atılıp açlığa mahkum edilen pilotlara bunu yaptılar. Yani geri dönmezlerse açlığa mahkum oluyorlar. Dönerlerse OHAL çerçevesinde her türlü hukuksuzluğa ortak olacak, doğru bulmadıkları, kanunlara aykırı emirleri, hem de birkaç yıl önce onları ayrılmaya zorlayanların vereceği emirleri yerine getirmek zorunda kalacaklar.
ÖRGÜTLENME BİÇİM DEĞİŞTİRDİ: Bu genç “mustafi” subayların hepsi, görünüşte bazı değişiklikler olsa da TSK içinde esas olarak hiçbir şeyin değişmediğini düşünüyor. Onları çok sevdikleri mesleklerini terk etmeye zorlayan anlayışın aynen iş başında olduğunu düşünmekte de son derece haklılar. TSK içinde daha önce Fettullahçı, şimdilerde Süleymancı, Menzilci şeklinde ama yine AKP eliyle sürdürülen irticacı örgütlenmenin biçim değiştirerek sürdüğü bir gerçek. Tam da bu nedenle, 15 Temmuz’dan hemen sonra çok az sayıda subayın çeşitli vaatlerle geri döndüğü gönüllü katılımı ret ettiler. Yapılmak istenen tam da OHAL koşullarından yararlanarak tümüyle hukuksuz, temel insan haklarına aykırı bir “zorla silah altına almadır.” Aynı zamanda serbest ticarete ve rekabete de darbe vuruyor. Çünkü AKP ve FETÖ can ciğer sarma halindeyken baskıyla istifa ettirilen bu pilotlar, doğal olarak yine iktidarın yönettiği THY’yi değil diğer sivil şirketleri tercih ettiler. Şimdi pilotların ayrılmasından etkilenecek olan da kuşkusuz THY değil özel şirketler olacak. Bu şirketler hava kuvvetlerinden gelen deneyimli pilotlara sivil havacılığın gerektirdiği eğitimleri verdi, yatırım yaptı ve istihdam ediyor. İşin diğer bir yönü ise uçuş emniyetidir ki yolcular dahil herkesi ilgilendiriyor. Bir şirketten önemli sayıda kaptan ayrıldığında uçuş emniyeti yani, yolcunun güvenli seyahat hakkı zedelenmiş olur. Şirketin standardizasyonu, toplam kalitesi hissedilir oranda düşer. Yani bu KHK önümüzdeki yıllarda yaşanacak bir kazanın da dolaylı olarak sorumlusudur.
TEKRAR ATILMAYACAKLARININ GARANTİSİ YOK: Bu pilotlara orduda, nasıl olsa kısa sürede sivil havacılığa geri dönecekler düşüncesiyle en kritik, sorumluluk yükleyecek, deyim yerindeyse “en pis” işleri yaptıracakları da sır olmasa gerek. Yani yıllar sonra bu dönemde yerine getirdikleri emirler nedeniyle sanık sandalyesine oturma tehlikesi de var. Çünkü düne kadar birlikte oldukları cemaat üyelerini darbe girişimine katılsın katılmasın “terörist” ilan ettikleri gibi, yarın kiminle çıkarları çatışır kavga ederse onu “terörist” ilan edecek bir anlayış hükmünü her alanda sürdürüyor. (Suriye sınırında Rus uçağının düşürülmesinde, önce kabadayılıkla “emri ben verdim” diyen iktidar sözcülerinin daha sonra Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ı hedef haline getirdikleri, Aktroller tarafından Rus uçağını kasıtlı olarak düşürtüp “reisi zor durumda bıraktığı” vb suçlamalarla istifa etmeye çağrıldığı hafızalarda taptaze duruyor.) Bir süre sonra bu “Kemalist” subayların ordu içinde başka bir darbe senaryosu ile ilişkilendirilerek içeri atılmayacağının garantisi de yok kuşkusuz. Eski bir savaş pilotu olarak bütün bunları bana düşündürüp yazdıran şey 1990 yılında bir gece yarısı beni telefonla arayıp uyandırarak hesap soran bir öğrencimin sözleridir. F-4 uçağında muharip uçuş öğretmenliği yapmış ve genç pilotların yetişmesine katkılarım olmuştu. Öğrencim şöyle diyordu: Bana bunları neden öğrettin? Bize şimdi kendi köylerimizi bombalatıyorlar! Hâlâ kulaklarımda çınlayan bu sözler bana soğuk terler döktürmüş ve gerçekleri görmemi sağlamıştı. Bundan çok daha fazlasını yaşayan arkadaşlar olduğunu biliyorum. O dönemlerden bu yana değişen bir şey yok, hatta 90’lı yıllardan daha kötüye gidildiğini görmemek için kör olmak gerek. Çünkü sorunu çözmek değil, sonucundan yararlanarak iktidar sürdürmek artık bir resmi politikadır.
SİHA ROBOT DEĞİL: SİHA tartışmaları bunun son örneğidir. Siyasi iktidar sivillerin öldürüldüğü iddiasını gündeme getiren CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nu linç etmeye çalışıyor. O nedenle bu konuda da birkaç söz etmek gerek… Silah taşıyabilen İnsansız Hava Aracı (SİHA), “insansız” diye tanımlanınca onu kullanan kişi de sanki, “insanlık” kavramından ve dolayısıyla sorumluluğundan azade bir robotmuş gibi algılanıyor. Oysa bu uçaklar, motor çalıştırmadan başlayarak, kalkış için piste giriş, tırmanış, uçuş ve iniş olmak üzere bütün ucuş safhalarında ve bomba veya füze atarken bir “pilot” tarafından yönetiliyor. Tek fark, pilotun uçağın içinde değil, yerde ekran başında olmasıdır. SİHA’nin kamerasında ne görülüyorsa yerdeki ekrana da o yansıyor. Pilot dünyayı uçağın burnundan görüyormuş gibi, yani uçağın içindeymiş gibi, hatta kendisi uçakmış gibi hissederek ekran başında uçuş yapıyor. Yani pilota emri veren de, ekranda “hedefi” görüp tetiği çeken de “insan” olduğu için bu hava araçları “SİLAHLI” ve “İNSANLIDIR!”
'BİLMİYORDUM' DİYEMEZ: Pilotun uçağı oto pilota bağladıktan sonra kameralara kumanda ederek görüntüyü yaklaştırma ve detaylı görme olanağı olduğu için “Sivil olduklarını bilmiyordum!” deme şansı da yok. Bakanın veya valinin, SİHA ateşiyle yaşamını yitirenleri “terörist” veya “işbirlikçi” ilan etmesi, savaş suçlarını yargılayan uluslararası mahkemelerde geçerli sayılacak bir delil de olamıyor. Silahların hedefinde her kim olursa olsun “terörist” ilan edilmesi, o olmadı en yetkili ağızlardan “iş birlikçi” denilmesi, sadece tetik çektirilen kişilere (şimdilik) yargılanmama güvencesi sağlama çabasıdır. Çünkü yıllardır 50 bin üzerinde insanımızın yaşamına mal olan bu kör boğazlaşma, bu kirli savaş, bu zeminde sürdürülebiliyor. Bu yargılanmama güvencesinin süresi ise siyasetçinin iktidar ömrü ile sınırlı olduğunun bilinmesi gerek. Sonrasında “ben sadece emirleri uyguladım” demek ne Nazileri kurtardı ne Bosna’da geçerli oldu…
Pilotlar kimsenin alnında terörist veya iş birlikçi yazmayacağını, herkesin yargılanma hakkının olduğunu, hatta suçu mahkemelerce kesinleşinceye kadar masum sayılacağını bilecek kadar eğitimli subaylardır. Hiç bir askere, hiç bir insanı, milliyeti, dini, mezhebi ne olursa olsun bir yurttaşı veya canlıyı yargısız infaz etme, ormanları, doğayı tahrip etme emrinin veya yetkisinin verilemeyeceğini anlayacak kadar akıl sahibidir. İleride başları öne eğdirecek suçlara bulaşmamış olmanın en değerli servet ve miras olacağını da bilmeliler. Önünde sonunda bu topraklara da hukuk ve adaletin geleceği unutulmamalıdır.