Kürdistan'a soru: Ne demek kimlik yok?

Suriye'deki savaştan kaçarak Türkiye'ye gelen Mahmmud ailesi, İzmir'e yerleştikten sonra parçalandı. İzmir'de geçimlerini sağlayacak bir düzen kuramadıkları için baba Ezedin Hasan kaçak yollardan İsveç'e gitti. Üç çocuğuyla birlikte eşinin yanına gitmek isteyen Kürdistan Mahmmud'un İsveç Konsolosluğu'na yaptığı başvuru geri çevrildi. Nedeniyse kimliklerinin olmaması. Suriye yönetiminin Kürt oldukları için kimlik vermediğini belirten Kürdistan "Ne demek kimlik yok" diye soranlara derdini bir türlü anlatamadığını söylüyor.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Suriye’de çıkan iç savaşla birlikte alt üst olan hayatlardan yalnızca biri onlarınki. Savaştan önce Duma’da yaşayan Kürdistan Mahmmud ve ailesi, savaşın eli oraya uzanınca Şam’a gitmeye karar veriyor. Ancak savaş Şam’da da buluyor onları. Eşi Ezedin Hasan'la beraber 3 yaşlarındaki Evlin, 6 yaşındaki Hasan ve 7 yaşındaki Zerrin’i alıp sahip oldukları her şeyi terk ediyor ve kaçak yollarla Türkiye’ye geliyorlar. İzmir’de yeni bir hayat kurmaya çalışırken geçim derdi onları bir karar vermeye zorluyor: Ellerindeki bütün parayı vererek eşini kaçak yollarla İsveç’e gönderiyorlar.

Kürdistan Mahmmud ve ailesi Suriye’den Türkiye’ye, Türkiye’den İsveç’e uzanan bu süreçte; Suriye’nin dışındaki dünyada Suriyeli bir aile olmayı ve sahip oldukları bu kimliğin karşılarına çıkardığı engelleri aşmak için verdikleri mücadeleleri anlatıyor… Ailesinin yeniden bir araya geleceğine olan umuduna bir şekilde tutunan Kürdistan, "Her şeyin bir bedeli var gerçekten, savaşın vergisini, burada kalmanın bedelini ödüyoruz. Hayatın bir bedeli var ve biz sürekli bedel ödüyoruz. Kalbim içeriden yandı’’ diyor.

 'ÇOK ZENGİN DE DEĞİLDİK YOKSUL DA'

Savaştan önce Duma’da ailesiyle mutlu bir hayat sürdüğünü söyleyen Kürdistan Mahmmud, o günlerini şöyle anlatıyor:

“Duma’da yaşıyorduk. 3 çocuğum da orada doğdu. Eşim tamirhanede oto tamircisi olarak çalışıyordu. Benim de kendime ait terzi dikim atölyem vardı. Araba almıştık. Özel okula göndermiştim kızımı o zamanlar. Çok zengin de değildik, yoksul da. Orta halli, orta sınıf bir aileydik. Normal, olağan bir hayat yaşıyorduk. Hiçbir şeyden mahrum değildik. İstediğimiz her şeyi satın alabiliyorduk. Küçük bir aileydik ama gayet mutluyduk’’

'ÖLÜM GİBİ, AYRILIK GİBİ BİR SÜRÜ ŞEY'

Savaş başladıktan sonra Duma’da artık hayatın çok zorlaştığını ifade eden Kürdistan Mahmmud, şöyle diyor: "Savaşın başladığı yer bizim olduğumuz yerdi, Duma. Duma’daki gençler çok ateşliydi o dönemlerde. Bağırıyorlar, isyan ediyorlardı. Evimize gece baskınları yapılıyordu. Sık sık evde bir şey var mı diye arama yapmaya gelirlerdi. Elektrik, su kesilirdi. Gözümüzün önünde insanları katlettiklerini gördük. Çocuklarımız için korkuyorduk. Çok kötü şeyler yaşadık, üzerinde konuşmak bile istemediğim kötü şeyler. Ölüm gibi, ayrılık gibi, bir sürü şey. Bu şekilde artık oradan ayrılmaya karar verdik.’’

Duma’dan Şam’ın ortasında, şehrin merkezinde olan 'Kasilyon' adlı bir bölgeye geçen Kürdistan ve ailesi savaş Şam’a yaklaşmaya başladığında oraya yerleşme fikrinden de vazgeçiyor.

'KORKULARLA YAŞADIK'

Savaştan kaçınmak için geldikleri bu bölgeyi “Şam’ın bir yeri, Karşıyaka gibi düşünün, güzel bir yeri”, diye tanımlıyor ve devam ediyor: “Şam’ın merkezinde herhangi bir saldırı yoktu, etrafındaki köy ve kasabalarda saldırılar vardı. Ekmek yoktu, elektrik yoktu, sürekli isyanlar vardı. Şam, bunlara nazaran biraz daha iyi bir yerdi, güvenlik vardı. Bu yüzden Şam’a gitmeye karar verdik, orada bir ev kiraladık. Çocukları okula kaydettik. Okul servisi onları evden alıp getiriyordu. Biraz daha huzurluyduk. Orada ev almaya karar verdik. Ama bu kez de Şam’ın merkezine doğru savaş yaklaşmaya başlayınca orada ev alma fikrinden vazgeçtik. Evin içinde bile korkmaya başladık. 2 aylık hamileydim, oradaki patlamalardan dolayı çok korktum ve çocuğumu düşürdüm.”

Daha sonra şunları anlatıyor: “Eşimin çalıştığı yer çok uzaktı, yolda sürekli durduruyorlardı. Bir keresinde sırtına silah dayadılar ve onu götürmeye kalkıştılar. Her gün ölüyorduk zaten, bin kere ölüyorduk. Bu korkularla yaşadık, çocuklarım biraz geç kalsa korkardık, bir yerde patlama olurdu, korkardık. Ama en çok kocamın çalıştığı yer çok uzak olduğu için, kocam için korkuyordum. Birçok kez eylemler sebebiyle onu yakaladılar.”

Şam’dan ayrılmaya karar vermelerine dek geçen sürede yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor Kürdistan: “Karar verdik ve Şam’dan yola çıktık. Yolda sürekli durdurulduk. Yeri geldi Nusra durdurdu, yeri geldi Esad hükümeti durdurdu. Çocuklarımızı sakladık. Düşünün ki, otobüste bir genç gördüler mi, omuzundan tutup askere alıyorlardı. Öyle zorlu bir yolculuk geçirdik. Gözümüzün önünde gençler öldürüldü. Kimini Esad aldı, kimini Nusracılar. Yolculuk sırasında Nusracılar geldi, bulunduğumuz yere doğru durmadan ateş ettiler, çocuklarım ağlıyordu. Kamışlı’ya vardığımızda kendimizden geçmiştik. Annemin evi orada, ailemin evi orada. Oraya gittim ve ailemin durumunu da gördüm. Onlar da çok zor durumdaydı. Orada da durumlar çok kötüydü.”

'BİZ ORADA DOĞDUK VATANIMIZ DA ORASI'

Bu kararı alırken ne kadar zorlandıklarını anlatırken şunları söylüyor: “Suriye’den gitme fikri bizim için çok zor bir karardı, vatanımızı nasıl terk edeceğiz, hayatımızı nasıl terk edeceğiz, eşyamızı, evimizi nasıl terk edeceğiz, diye. Biz orada doğduk, vatanımızdı orası, buna çok zor karar verdik.”

Türkiye’de yaşayan akrabalarının yardımıyla kaçak yollarla Mardin Kızıltepe’ye geçtiklerini söyleyen Kürdistan, ‘’O zamanlar amacımız Türkiye’ye girdikten sonra bile bir gün Suriye’ye geri dönmekti. Öyle bir umudumuz vardı.’’ diyor.

Kürdistan Mahmmud

Daha sonra kaçak yollarla gitmeye karar verdiklerini söylüyor: “O kadar çok para istiyorlardı ki normal kaçak gidiş de yoktu. Dolmuş gibi bir şeye bindirdiler bizi, ama çok para aldılar o zaman bizden. Mardin, Kızıltepe tarafından Türkiye’ye girdik. Orada da girdiğimiz anda silahlarla karşılandık. Türklerle Suriyeliler arasında çatışma vardı. Yeniden hamileydim, karnımı tutuyordum bir yandan, eşim elimi tutuyordu, çocuklarım küçüktü ve çok zor bir andı bizim için. Çok yüksek bir duvar vardı, herkes çıktı ama ben çıkamadım. Biri aşağıdan elini koyarak beni kaldırdı da diğer tarafa geçebildim. Orada gerçekten çok yoruldum. Anlatırken bile böyle, ama ayrıntılar o kadar zordu ki bizim için…”

Türkiye'ye geldikten sonra başlarından geçenleri ilişkin şunları söylüyor: "“Savaştan kurtulduk sonunda, Türkiye’ye girdik. Ama amacımız Türkiye’ye girdikten sonra bile en kısa zamanda bir şekilde Suriye’ye geri dönmekti. Öyle bir umudumuz vardı. ‘Biz şimdilik buradayız, daha sonra geri döneceğiz’ diye düşünüyorduk o zamanlar. Evet, bu sadece benim söylediğim bir şey değildi, gelen bütün mültecilerin söylediği şey, ortak isteğimiz bu, bir gün geri döneceğiz diyorduk. "

'NE TERCÜMAN VARDI NE BEN SORABİLDİM'

Kürdistan, İzmir'e geldikten sonrasına ilişkin şunları aktarıyor: “İzmir’e ulaştığımızda, 7 aylık hamileydim. Yaşadığımız yorgunluktan, kaçak gelmenin zorluğundan kaynaklı kanamam oldu. Hastaneye götürüldüğümde hastane beni kimliğim olmadığı için kabul etmedi. Doktor görüp beni muayene etti ve ‘Bebeğin kalbi atıyor, bir şeyi yok ama ben sana dokunamam, bir şey yapamam’ dedi. O halde ağladım, yalvardım, yine de ‘kimlik’ dediler başka bir şey demediler. Sonunda nasıl kabul ettiklerini bilmediğim bir özel hastanede sırtımdan iğne vurdular. Orada bebeğimi kaybettim. Ne olduğunu bana anlatın demek istedim ama ne tercüman vardı, ne ben sorabildim.’’

Bebeğini kaybetmesine neden olan kimlik sorunuyla, çocuklarını okula kaydettirmek istediğinde de karşılaştığını ifade eden Kürdistan şunları anlatıyor: ‘’Ne Suriye kimliği, ne Türk kimliği vardı ve bu durum bizi artık çok yıpratıyordu. Başka çocukların okula gittiğini gördüğümde oturup ağlıyordum ‘Neden benim çocuklarım okula gitmiyor?’ diye.”

Yaşadıklarının aile ilişkilerini de etkilediğini belirtiyor, Kürdistan: “Eşimle kavga etmeye başladık. Eşim bir ayakkabı atölyesinde çalışmaya başladı. Haftada 250 lira veriyorlardı. Ne faturalara ne evin kirasına, hiçbir şeye yetiştiremiyorduk. Artık o kadar yıpranmıştık ki her gün kavga ediyorduk. Bizim için en doğrusu çocukların geleceği için Avrupa’ya gitmek dedik. Özellikle İsveç diye karar verdik. Eşim ‘Söz veriyorum, sizi bırakmayacağım, durumumu ayarlayıp 6 ay-1 yıl içerisinde sizi alacağım’ dedi ve kaçak yolla İsveç’e gitti. İsveç’te eşime kimlik verdiler ve ‘Tamam sen artık güvendesin, biz seninle ilgileneceğiz, kısa zamanda aileni de getirebilirsin’ dediler. Ama 3 yıldır eşim orada, biz buradayız.”

'SURİYE'DE KÜRTLERE KİMLİK VERİLMİYOR O YÜZDEN'

1 yıl önce İsveç Konsolosluğu’ndan görüşme için davetiye geldiğini ve çok heyecanlandıklarını söyleyen Kürdistan, ama şimdi bütün umutlarının tükendiğini anlatıyor: "Evrakımız geldi diye o kadar mutlu olduk ki elimizdeki parayla yeni yeni kıyafetler aldık. Konsoloslukta önce camla kaplı bir odaya aldılar bizi. Sonra sorular başladı. Düğününe kaç kişi geldi, davetliler kimlerdi, görücü usulü mü evlendiniz? 10 yıl öncesine kadar sorular sordular. Sonra görevli, çocukların pasaportlarını istedi benden. Ama ‘Çocuklarım Suriye’de kimliksiz, pasaportları olamaz ki’ dedim. ‘Ne demek kimliksiz?' dedi. Neden kimliksiz diye sorgulamaya başladı. ‘Suriye’de Kürtlere kimlik verilmiyor, bundan dolayı. Baba Esad döneminden kalma bir şey ve Beşar Esad da vermedi’ dedim. Evrakları benden aldı, boğazıma bir düğüm oturdu ve konuşamaz hale geldim. Çocukların kaydı orada yok dememe rağmen pasaport çıkarmamız için bizi Suriye Konsolosluğu’na gönderdiler.”

Suriye Konsolosluğu’na giden Kürdistan, ailesiyle orada da benzer zorluklar yaşadıklarını, konsolosluktaki görüşmeler sırasında kendilerine sahte pasaport teklif edildiğini ifade ediyor:

“Bir adam gelip bizi başka bir ofise geçirdi. Her pasaport için 1500 dolar istedi. Bunlar resmi pasaport değil, sahte pasaport dedi ve bir şekilde çıkartırız gibi bir şey söyledi. Bunlar boş şeylerdi, bunların yanlış olduğunu da biliyordum. Eğer yapsaydım İsveç Hükümeti’nin gözünde yalancı bir insan konumuna düşecektim.”

'ÇOCUKLAR ÇOK DAHA FAZLA ACI ÇEKİYOR'

Çocuklarının babalarını çok özlediğini söyleyen Kürdistan en çok da küçük kızı Evlin için üzülüyor:  "Çocuklar çok daha fazla acı çekiyor. Psikolojileri sarsıldı sinirli ve asabi oldular üçü de. Ama en kötü durumda olan en küçük çocuğum Evlin. Sürekli bir büyük erkek gördüğünde ağlıyor. Bazen müzik açıp bir köşede ağladığını görüyorum. Evlin için gerçekten çok üzgünüm, ne yapacağımı bilmiyorum. Sürekli ne zaman gideceğiz diye soruyorlar, önümüzdeki ay, bu ay, şu ay diyorum. Artık yalan söylemeye de başladım. Benim de artık omuzlarımdaki yük çok ağır geliyor ve psikolojim gerçekten bozuldu.”

“Artık karar vermelerini, bize pasaport çıkarmalarını ve bu konunun hızlanmasını bekliyoruz. Başımıza ne gelirse gelsin, gerekirse deniz yoluyla kaçıp gideceğim diyorum artık. Bazen pişman oluyorum savaşta olsaydık da bu durumları yaşamasaydık, en azından bir arada olsaydık diye. Baskıdan ve katliamdan kaçtık şimdi de psikolojik savaş devam ediyor bizim için.”

Eşi çalışamadığı için için kendilerine para gönderemediğini belirten Kürdistan şöyle devam ediyor: "Ben bütün bunları nereden karşılayacağım. Burada ne iş bulabiliyorum ne de iş izni veriyorlar. Ne yukarıdayız ne aşağıdayız, ortada bir yerde kalakaldık. Çok acı çekiyorum gerçekten.”

Bu sıkıntıların yalnızca kendileri için geçerli olmadığını, tanıdığı tüm Suriyeli ailelerin zorluklar içinde olduğunu ekleyen Kürdistan, “Sadece ben değil benim durumumu yaşayan bir sürü Suriyeli var. İsterim ki hiçbir şey olmasa bile en azından savaş bitsin. En azından ülkemize dönelim. Yeni bir düzen, yeni bir devlet ve yeni bir yönetimle ülkemize geri dönmek istiyoruz. Bu benim temennim.”

“Şu an tek istediğim eşime kavuşmak, çocuklarım ve ailem için. Her şeyin bir bedeli var gerçekten, savaşın vergisini, burada kalmanın bedelini ödüyoruz. Hayatın bir bedeli var ve biz sürekli bedel ödüyoruz. Kalbim içeriden yandı. Burada çok fazla acı çektik. Ne dışarıdaki, ne buradaki mutlu. Biz artık yaralarımızı yeni yaralarla onarmaya çalışır hale geldik.”

Çeviri: Gökben Över /Fotoğraflar: Simge Çırak

Suriye'de Kürtler nasıl kimliksiz kaldı?

Suriye'de Araplardan sonra en büyük nüfus oranına sahip Kürtler Suriye'de uzun yıllardır kimlik mücadelesi veriyor. BAAS'ın 1963'te başlattığı politika ile Cezire bölgesindekiler başta olmak üzere Kürtler ülkenin değişik yerlerine dağıtıldı, mallarına el kondu ve en önemlisi vatandaşlık hakkı verilmedi. Kürt temsilciler son olarak 2006 yılında Devlet Başkanı Beşar Esad’la görüşüp kimliksiz Kürtlere kimlik verilmesi için söz aldılar. İç savaş öncesi sayıları 3 milyona yaklaşan Kürtlerin yaklaşık 300 bininin 'kimliksiz' olduğu ve yabancı statüsünde yaşadığı belirtiliyor. Suriye vatandaşı olmadıkları için mal, mülk edinemeyen, askere gitmeyen ve vatandaşlık haklarından yararlanamayan Kürtler bir çok haktan da yararlanamıyor.