KHK'li akademisyen YouTube'da ders anlatıyor
KHK ile ihraç edildikten sonra kendi YouTube kanalını açıp Hukuk Başlangıcı Dersi veren Doç. Dr. Ertuğrul Uzun'la konuştuk. Uzun "Kanalda sadece kendi verebileceğim dersleri değil, başka arkadaşlarımın da derslerini yayınlayacağım. Yani kısa süre sonra kişisel bir kanal olmaktan çıkarak bir eğitim kanalına dönüşecek. Öncelikle ihraç edilmiş ve birikimini aktarma imkânından yoksun bırakılmış arkadaşlarımdan başlayarak hâlen görev yapmakta olan arkadaşlarımın da verebileceği dersleri YouTube ortamına aktaracağız" dedi.
Meltem Dağcı [email protected]
DUVAR - "Bir ülkede adaletin varlığı kişinin kendini özgürce ifade etmesinden anlaşılır. Bir ülkede adaletsizliğin varlığı ise kişilerin başına buyruk davranışından anlaşılır. İyi insanlar sorunları önlemek için çaba sarf ederler" der Konfüçyüs. İyi ve çaba sarf eden insanların engellendiği bir dönemde güzelliklere ve kalplere dokunan insanlara değinmek istedim. Bu bağlamda söze dokunmak gerekti.
Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Ana Bilim Dalı’nda görevliyken KHK ile ihraç edilen Doç. Dr. Ertuğrul Uzun ile Hukuk Başlangıcı Dersleri ve biraz da KHK ile ilgili konuştuk.
Öncelikle geçmiş olsun demek istiyorum. KHK ile ihraç edilen birçok akademisyen arkadaşlarınız da oldu. Bununla ilgili söyleyecekleriniz nelerdir?
Teşekkür ederim. Benim açımdan ihraç meselesi biraz eskidi esasında, bir yılı aştı. En yakın arkadaşlarım da ihraç edildi. Tesadüf değil elbette. Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalarken birbirimizden haberimiz yoktu. Ama bir baktık ki bu yakın arkadaş çevresi aynı metne imza atmış, sonra da bir gün baktık hepimiz ihraç edilmişiz. Tabii imza veya Eğitim-Sen mensubiyeti gibi örnekler, ihraçların yekununun en büyük kısmını oluşturmuyor. Kendi akademi ve hukuk camiamız içerisinde birlikte çalıştığımız, bir şekilde tanıştığımız veya ismen bildiğimiz pek çok akademisyen de ihraç edilmiş oldu. Hukukçu olduğum için, öğrencilerimden veya aynı camiada bulunmaktan kaynaklanan nedenlerle tanışıklığım olanlardan da ihraç edilenler var. Bu anlamda, küçük çevresi ihraçlarla dolmuş birisiyim.
'BİZLERİ AÇIKÇA HEDEF GÖSTERDİLER'
Süreç nasıl işledi? Nelerle karşılaştınız?
Bizim açımızdan süreç Ocak 2016’da başlamıştı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, valiler, rektörler, meslektaşlar ve gazetecilerden oluşan bir grup, en ağır hakaret ve isnatlarla bizleri açıkça hedef gösterdi. Bir linç kampanyasına konu olduk. Ceza soruşturması filan da başladı ama hemen anlaşıldı ki bizlere uygun bir ceza maddesi yok. Bu arada sözleşmesi yenilenmeyen arkadaşlar oldu. Onlar işlerini daha erken kaybetmiş oldular. Sonra darbe girişimi meydana geldi. OHAL’in ilan edilmesiyle çok kısa bir sürede OHAL uygulamalarının öncelikli muhatapları hâline geldik. Mesela benim çalıştığım üniversitede beş altı ay süresince bir türlü sonlandırılmayan idari soruşturma, darbe girişimi sonrasında üç gün içinde sonlandırılıp isimlerimiz ihraç talebiyle YÖK’e gönderildi.
Bu sürede açığa da alındık, sözleşmeli arkadaşlarımızın sözleşmeleri yenilenmedi. Hem Ocak ayındaki süreçte hem de OHAL ilanıyla birlikte günlerce her sabah evimin polislerce basılmasını bekledim. Kendimden ziyade, çocuklarımın böyle bir olayla karşılaşma ihtimali oldukça tedirgin etti. 1 Eylül’de ihraç edildim. İhraç edildiğim güne kadar elime geçen tek belge, hiçbir ayrıntı içermeyen, sadece açığa alındığımı söyleyen belge idi. Bir soruşturma heyetinin karşısına çıkıp kendinizi savunmayı, neyle suçlandığınızı bilmeyi beklerken, bir anda, gece yarısı ilan edilen bir KHK’da isminizi görüyorsunuz. Tabii yeniden gözaltına hazırlık yapmaya başlıyorsunuz.
İşin daha da garibi, imzanın üzerinden bir buçuk yılı, ihraç edilmemin üzerinden de bir yılı aşkın süre geçtiği halde, imza ile ilgili İstanbul’da Ocak veya Şubat 2016’da açılan soruşturma için verdiğim savunma dışında hakkımda hiçbir işlem yapılmamış olması. Bunun dışında ne bir polisle ne de bir savcıyla muhatap oldum.
İhraç edilmiş olmanın getirdiği mali sorunların yanında, gündelik ilişkilerimde de ciddi değişiklikler oldu. İhraç öncesinde çok yakın olduğum, dostum dediğim bazı meslektaşlarla üzerinden onca zaman geçmesine rağmen daha karşılaşmadım bile. Bir tür vebalı, cüzzamlı muamelesi görüyorsunuz. Ama bunun yanında, o muamelelere katlanmayı sağlayan, daha önce hayal bile edemeyeceğim bir dayanışma ruhuyla da karşılaştım. Daha önce hiç tanımadıklarım da dâhil pek çok insan maddi ve manevi destek sundu. Aynı kaderi paylaştığımız pek çok insanla da bu süreç içerisinde tanıştım. Bu süreçte, başka türlü öğrenemeyeceğim pek çok şey öğrenmiş oldum.
Youtube kanalıyla Hukuk Başlangıcı Dersleri başlığı altında ders anlatıyorsunuz. Bu fikir nasıl oluştu?
Ben akademisyenliği tesadüfen seçmemiştim. Hukuk fakültesi mezunu olarak belki pek çok insanın ilk tercihi hakimlik, savcılık veya avukatlık gibi mesleklerdir. Özellikle benim öğrenciliğim dönemimde bu meslekler bugün olduklarından çok daha itibarlı idiler. Ama okumaya, araştırmaya, yazmaya ve bildiklerimi paylaşmaya dair karşısında duramadığım ve doğrusu, durmama da gerek olmayan bir tutku var. Bu tutkuyla akademisyen oldum. Üstelik yine, hukuk camiasında algılandığı şekliyle para getirecek alanları değil de hukuk felsefesi ve sosyolojisi gibi ‘para getirmeyen’ bir alanı tercih ettim. Çünkü pozitif hukuk düzenlemeleri değil, onların ardında yatan şey ilgimi çekiyordu.
Bunun yanında, zaten kimine göre sosyal medyayı etkin kullanan kimine göre de sosyal medyada fazlaca zaman harcayan birisiyim. O mecralarda görüşlerimi dile getirmeyi, ilgimi çeken kitap, makale veya haberleri paylaşmayı seviyorum. Biraz da günümüzde sosyal medya mecralarının her geçen gün daha fazla etkili olduğu gerçeği var. Mesela basılı bir dergi yayımlamakla internet dergiciliği yapmak arasında ulaşabileceğiniz kitlenin büyüklüğü açısından çok büyük fark var. Belki şunu söylemek yanlış olmaz: Artık internette yoksanız, gerçek hayatta da yoksunuz.
Bu sosyal medya ilgim nedeniyle kişisel bloğumda düzenli olmasa da yazı yazıyordum zaten. Bir yandan da TED konuşmalarının, Khan Akademi’nin ve diğer açık kaynaklı eğitim sitelerinin çalışmalarına özeniyor, Türkçede de böyle içeriklerin geliştirilmesi gerektiğini düşünüyordum. İhraç edilmem, bu projelerin hayata geçirilmesi, en azından denenmesi için zaman yaratmış oldu. Bir de, ihraç edildim, edildik diye, akademiden, bilgiden, bilginin üretilmesinden ve paylaşılmasından uzak kalmayacağımızı Eskişehir’deki imzacı arkadaşlarla ilan etmiştik. Bu amaçla henüz ihraçlar bile olmamışken başlattığımız Dayanışma Dersleri’nde otuza yakın halka açık toplantı yaptık. Bir süre önce de Eskişehir Okulu adı altında eğitim, kültür ve sanat etkinlikleri düzenlemeye karar verdik.
Okul çatısı altında bazı faaliyetlere şimdiden başladık. Kısa süre içerisinde de kamuoyuna kuruluşumuzu ilan eden bir etkinlik düzenleyeceğiz. Bu tarz oluşumlar pek çok şehirde faaliyette bulunuyor. Bilginin kurumların malı olmadığına, kampüs sınırlarına hapsedilemeyeceğine inanıyoruz. Yıllardır yaptığımız yoğun çalışmalar sonucu edindiğimiz bilginin keyfi kararlarla paylaşılamaz hâle getirilmesini istemiyoruz. Bilgiyi üretmeye ve paylaşmaya devam edeceğiz.
Yani YouTube üzerinde ders vermeye başlamam, bir anlık ve sadece ihraç edilmiş olmama bağlı bir durum değil. Bilginin üretilmesi ve paylaşılmasına dair geniş bir olaylar ve düşünceler ağının bir parçasına karşılık geliyor.
Burada şunu da belirtmeliyim. Potansiyel düşünce ve projelerin aktüalize olması için bazen bir tetikleyici gerekiyor. Hukuk Başlangıcı Dersleri açısından bu tetikleyici, İlker Birbil’in BirGün Pazar’da yazdığı bir yazıydı. Onun da belirttiği üzere, akademik birikimimizin yeni nesillerin daha çok rağbet ettiği mecralara da yansıtılması gerekiyordu. O son kararı vermeye neden olması açısından Sayın Birbil’i de anmam gerekiyor.
Ders anlatım videoları yorumlarında derslerin devamının gelmesine ilişkin temennileri, heyecan dolu ve teşvik edici cümleler okudum. Hukuk öğrencisi olmasam da böyle bir dayanışmanın olması umut vericidir. Neler hissediyorsunuz peki?
Evet, gerek videoların altında, gerekse sosyal medyadaki paylaşımlarda derslerin devamını isteyen pek çok mesaj gördüm ben de. İşin ilginç tarafı bu destek, teşvik ve talep mesajlarını yazanların bir kısmı hukuk öğrencisi değil. Hatta hukuk mezunu olup bilfiil avukatlık veya hukukla ilgili başka bir meslek icra edenler de var. Dayanışma saikıyla bu mesajları yazan dostların varlığından da haberdarım. Dayanışmanın devam etmesi elbette önemli, teşvikten vazgeçmesin o arkadaşlar ama daha önemli olan, ortaya çıkan işin gerçekten birileri için faydalı olması. İster dayanışma isterse faydalanma amacıyla olsun derslerin ilgi görmesi gerçekten sevindirici ve umut verici ancak aynı zamanda sorumluluk da getiriyor.
İlk ders videosunu çok rahat çekmiştim. Tek seferde çekip yayımlamıştım. Ama daha sonraki videoları çekerken çok zorlanıyorum. Madem bu kadar insan destek veriyor ve izliyor, onların vaktini boşa harcamamalıyım, daha özenli olmalıyım diye düşünüyorum. Gerçi bu tarz ders anlatmaya alışkın değilim. Her aşamada ama özellikle üniversitelerde konferans usulü ders verilmesini uygun bulmuyorum. Her amfide, derslikte bir vaiz, karşısındakilere tek taraflı bilgi aktarıyor. Bu etkili olmadığı gibi muhatapları da küçük gören kibirli bir usul. Bunu fark ettiğimden beri derslerde daha az konuşmaya çalıştım. Mesela fırsat buldukça sınıfta tartışma grupları oluşturarak ortaya attığım bir konuyu öğrenciler bizzat kendileri çözmeye çalışsınlar istedim. Tek bir ders kitabı takip etmek yerine, birden fazla kitabı okumalarını isteyip sınıfta o kitaplar hakkında konuşmayı ve öğrencilerle birlikte tartışmayı tercih ettim. Oysa YouTube videolarıyla sadece konuşmak durumunda kalıyorum. Zannediyorum bir süre sonra tarz değiştirerek farklı video içerikleri hazırlamam gerekecek.
Emek neydi, hukuk neydi, KHK neydi?
KHK’ların yarattığı rejim, gerçekten de emeğe her boyutuyla saldıran bir rejim. Sizin kastettiğiniz belki tam bu değil ama emek ve KHK kelimeleri yan yana geldiğinde, emekçilerin haklarının daha kolay gasp edildiği bir düzen içerisinde olduğumuzu söylemek gerekiyor. Şu anda bu düzene karşı en korumasız kesim emekçiler. Bir yandan sendikal haklardan yararlanma imkânı ortadan kaldırılırken diğer yandan sendikal faaliyetler, hatta sendika üyelikleri suç sayılıyor. Diğer yandan KHK’lar açlıkla terbiye etmeyi deniyor. İki bilim emekçisinin, Nuriye Gülmen ile Semih Ökakça’nın bu terbiye tarzını kabul etmeyerek açlık grevine başlamasına bile tahammül edilemedi. Bırakın haklarının verilmesi, tutuklandılar ve büyük bir duyarsızlıkla ölüme terkedildiler. Eğer kitlesel veya kitlesel olma potansiyeli olan bir itirazda bulunacak olursanız, hemen en sert tedbirlere başvuruluyor.
'KHK HAYALLERİMİZDEN ETTİ'
Bunun yanında, KHK’lar ile ihraç edilen pek çok kişi emekleriyle kurdukları gelecek hayallerinden edildi. Çalışma imkânından yoksun bırakıldı. Kişisel olarak durumum şu: 17 yıllık memuriyetimin bana kazandıracağı haklar elimden alındı. Özel sektörde kendi mesleğimi devam ettirme şansım yok. Vakıf üniversiteleri de, eğitim kurumları da ya baskılar yahut da korku nedeniyle kapılarını kapatmış durumda. Pasaportum iptal edildi, yenisi için başvurmama izin verilmiyor. Yurtdışında iş arama ihtimalim bile yok. Telif gelirleriyle az da olsa bir şeyler kazanmaya çalışıyorum, ama emeğimin karşılığını aldığımdan söz edilemez, üstelik sigortam yatmadığı için emeklilik hakkım ya ortadan kalkmış durumda ya da gecikiyor. Yani hâlihazırdaki sistem emeğinizi çaldığı gibi emeğinizle var olma imkânınızı da elinizden alıyor. Biz kapitalist sistemin emek düşmanı olduğunu anlatıyorduk, ancak hâlihazırda kapitalizmin bile tahayyül edemeyeceği ölçüde emeğe düşman bir uygulama var.
Youtube’dan dersleri izlemek ve abone olmak isteyenler için bilgi verir misiniz? Derslerin devamı gelecek midir bu arada?
YouTube’da kendi adıma açtığım bir kanal var. Esasında teknolojiyle aram iyidir ama bu alanın acemisiyim. Hem kanal hem de videolar görsel ve teknik açıdan çok cazip değiller. Evde, çocuklar yattıktan sonra, alüminyum folyolarla hazırladığım ilkel bir ışık sistemi ile dizüstü bilgisayarımın çok da kaliteli olmayan kamerasıyla ve mütevazı bir mikrofonla çekiyorum videoları.
Dayanışma burada da kendisini gösterdi ve ilk videodan sonra pek çok arkadaş gerçekten işe yarar tavsiyede bulundu. Görüntü, ses, ışık gibi teknik konularda akıl danıştığım dostlarım var. Mali imkânlarım elverdiğince daha izlenebilir hâle getirmeye çalışacağım dersleri.
Derslerin devamı gelecek. Hukuk Başlangıcı Dersleri yaklaşık 30’ar dakikalık 24 dersten oluşacak. Her çarşamba ve cumartesi saat 20:30’da bir video yüklemeye çalışacağım. Bir süre sonra Hukuk Felsefesi ve Hukuk Metodolojisi derslerine başlamak istiyorum. Amacım, halkın vergileriyle 17 yıl boyunca aldığım maaş sayesinde edindiğim birikimi yine halka ücretsiz ve koşulsuz sunabilmek.
Kanalda sadece kendi verebileceğim dersleri değil, başka arkadaşlarımın da derslerini yayınlayacağım. Yani kısa süre sonra kişisel bir kanal olmaktan çıkarak bir eğitim kanalı olacak. Öncelikle ihraç edilmiş ve birikimini aktarma imkânından yoksun bırakılmış arkadaşlarımdan başlayarak hâlen görev yapmakta olan arkadaşlarımın da verebileceği dersleri YouTube ortamına aktaracağız. Ama bunun için biraz tecrübe kazanmak gerekiyor. Umarım çok geçmeden farklı kişilerin çok farklı konulardaki derslerini aktarmayı başarabiliriz.
Kanun Hükmünde Kararnameler ile sayısı yirmi üç bini aşan akademisyen, öğretmen ve birçok kamu kurumu çalışanları görevlerinden ihraç edildi. Bir sistemin var olduğu belli ama bunun hukuk kuralları çerçevesinde olmadığı aşikâr. Hukukun olmadığı bir toplumda nelerden söz edilemez?
İşin doğrusu, hukuku, bir tür fetişizme varacak ölçüde övmeyi sevmiyorum. Hukuk her halükârda bir iktidar meselesidir ve belli bir tahakkümü ifade eder. Ancak sanırım varmış gibi yaptığımız hukuktansa, var olan hukuk daha iyi. Hukuk olacaksa, şu an için daha iyi, iktidarsız, sınıfsız, sömürüsüz bir toplum inşa edemiyorsak, keyfiyete yer bırakmayan, rasyonel, öngörülebilir bir hukukun varlığını tercih edebiliriz. Nitekim hukuk devleti ideolojisinin ikna ediciliği tam da burada yatıyor.
Uzun bir süreç sonunda edinilmiş, hukukun olabileceği en iyi şekle dair bazı ilkelerimiz var. Mesela kanunsuz suç ve ceza olmaz, suç ve cezalar geçmişe yürümez şeklinde ilkelerimiz var. Bunlar mevcut KHK’lar ile ihlal edildi. Anayasanın üstünlüğü diye bir ilkemiz var. KHK’lar anayasanın üstünlüğünü yerle bir etti, üstelik Anayasa Mahkemesi de bu tasarrufta herhangi bir sorun görmedi. Mevcut kuralların nasıl uygulanacağına dair belirsizlikler yaşıyoruz. Savcıların neye göre dava açtığından, hakimlerin neye göre karar verdiğinden, idarenin hangi kanunlara dayanarak işlem yaptığından emin değiliz. Biraz önce söyledim: Pasaport başvurusunda bulunamıyorum.
Esasında yurt dışına çıkış yasağım yok. Kanunen pasaport başvurusunda bulunmamı engelleyen herhangi bir düzenleme de yok. Ama başvuruda bulunmak istediğinizde dilekçeniz alınmıyor. Bu durumda yarınınızı planlamanız mümkün değil. Bu da insanların kendilerini güvende hissetmemelerine neden oluyor.
Son olarak, baskı ve sansürlerle ilgili neler eklemek istersiniz?
OHAL ile birlikte şiddeti çok daha artan hukuksuzluklar hem muhalifleri fiilen etkisiz hâle getirmeyi hem de haklarında işlem yapılmamış olanları susturmayı hedefliyor. KHK’ların en önemli hedeflerinden birinin de televizyon, radyo, gazete ve sivil toplum örgütleri olduğunu gördük. İnsanlar elbette gözaltına alınmak veya cezaya çarptırılmak istemez. Gözaltılar, davalar, ihraçlar, kurumların kapatılması, dolayısıyla malvarlıklarına el konulması, pek çok insanın otosansür uygulamasına da neden oldu. Otosansürün en tehlikeli yanı, kendi kendilerine sansür uygulamayı onurlarına yediremedikleri için, insanların kendilerini gerçekten davrandıkları şekilde inandıklarına ikna etmeleridir. Bu da ikiyüzlü bir dönüşüm anlamına gelir. Toplum ikiyüzlü olmaya zorlanıyor. Bunun ileride ağır sonuçları olacaktır.