Banu Güven: Sanki bir filmin ya da romanın içine tıkılmış gibiyiz
Gazeteci Banu Güven, Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Hak Savunucusu Özlem Dalkıran için yazdı: Bu rezil komedi sana işlemez
Banu Güven*
Canım Özlem!
Bu mektup bir gazetede yayınlanacak ama ben resmî olamayacağım. Sana postayla göndereceğim mektubu yazacağım burada.
Çünkü seni çok özledim.
Aklım fena halde sende.
Kendini iyi tutarsın sen, biliyorum. Bu memlekette ne haksızlıklara, hukuksuzluklara ve acılara tanıklık ettin? Hem de öyle uzaklardan değil. Tam da üzerine giderek. Dolayısıyla çok can sıkıcı da olsa, bu rezil komedi sana işlemez, biliyorum.
Bazen içimden konuşuyorum seninle. Olan bitene hem küfür sallıyor, hem de gülüyoruz birlikte. Seni içine çekmeye çalıştıkları saçmalık büyüdükçe bir nevi sükûnet geliyor insana. Hakikaten deli saçması bir durumla karşı karşıyayız. Sanki bir filmin ya da romanın içine tıkılmış gibiyiz. Bu saçmalıklar nasıl gerçek olabilir ki? Senin Büyükada’daki eğitim seminerini bitirip hafiflemiş şekilde eve dönmen, Yurttaşlar Derneği’ndeki işlerine devam etmen gerekirdi. Cezaevinde bir odada oturman değil. Hücre demek zor geldi bir an.
Şimdi hücre deyince lisedeyken Nelson Mandela ile ilgili gördüğüm bir rüyayı hatırladım. Onun cezaevinde tek başına bir hücrede olmasına o kadar üzülmüştüm ki, bir gece rüyamda uçup yanı başında bitmiştim. Yatağının kenarında oturan Mandela’nın elini tutup ona umut vermeye çalışmıştım. Bir süre sonra Mandela çıktı! Daha sonra cumhurbaşkanı oldu! Kötülük galip gelemedi. Ne zaman memlekette olan bitenle ilgili içim kararsa, Mandela hikayesini hatırlatıyorum kendime. Özgürlüğe Giden Yol’u okumuştum, onu hatırlatıyorum. O zamanlar yeryüzünde Apartheid rejiminden kötü bir rejim olamaz diyordum, buna rağmen mutlu son olması çok iyi gelmişti. Epeydir Apartheid’dan kötüsü olabilir mi diye düşünüyorum ama. Burnumuzun dibinde hem de.
Ben rüyamda Mandela’yla konuşmaya gittiğimde henüz Türkiye’de Af Örgütü kurulmamıştı. Daha o işlere el atmamıştın yani. O yıllarda seninle tanışmamıştık, ama bugün Af Örgütü’nün Türkiye Direktörü olan İdil Eser’le yollarımız kesişmişti. Fransız Kültür’de Fransızca öğreniyorduk. Eve beraber dönerken memleket meselelerini konuşuyorduk. Hak, hukuk, böyle şeyler. Nereden nereye? Yıllar sonra sen Af Örgütü’nün burada kurulmasına ön ayak oldun, yıllar geçti İdil oraya direktör oldu, sonra da saçma sapan bir şekilde beraberce içeriye girdiniz. İşe bak.
Mandela rüyasına geri dönecek olursak, aynı rüyanın Özlem versiyonunu görmeyi çok isterim. Böyle düşünmeye devam edersem, kesin görürüm de. Biz daha ziyade çene çalarız seninle. Bize bu saçmalığı yaşatanların kulaklarını çınlatırız. Uçsuz bucaksız yeşilliklerin, maviliklerin, denizin, düzlüklerin, tepelerin, yüzümüze serin serin esen rüzgarların hayalini kurarız. Sonra bunların üzerine güzel bir kadeh yuvarlarız. Bak bu son kısmının hayalini çok sık kuruyorum, haberin olsun.
Bu arada senin apartmanın yöneticisiyle her karşılaştığımızda da kulaklarını çınlatıyoruz. Gözlerimizi kocaman açıp kafamızı sağa sola, aşağı yukarı devirip “Ya olur mu böyle şey ya?” gibi cümleler sarf ediyoruz karşılıklı. Çıktığında çaylı, limonatalı, pastalı çılgın bir kutlama seni bekliyor, haberin olsun.
Seni çok seviyorum arkadaşım.