Ateizm Derneği: Binlerce kişi din dersinden muaf olmak için bize başvuruyor
İstanbul 10'ncu İdare Mahkemesi, çocuğunun zorunlu din dersinden muaf tutulmasını isteyen ailenin talebini kabul etti. Ateizm Derneği Başkanı Zehra Pala, "Binlerce kişi Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersinden muaf olmak için bize başvuruyor ama çekiniyorlar" dedi.
DUVAR - Ateizm Derneği üyesi Hakan Dinler, 5'nci sınıfa giden kızının okulda aldığı zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine karşı açtığı davayı kazandı. İstanbul 10. İdare Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve Anayasa'ya atıfta bulunarak, öğrencinin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden muaf tutulmasını istedi. Kararda, “...Öğretimde uygulanan müfredatın belirli bir din anlayışını esas alması durumunda bunun ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ dersi olarak kabul edilemeyeceği ve ‘din eğitimi’ halini alacağı açıktır” ifadeleri yer aldı.
Dinler ailesi, Ateizm Derneği aracılığıyla konuyu mahkemeye taşıdı. Ateizm Derneği Başkanı Zehra Pala, zorunlu din dersinin kaldırılması için birçok ailenin kendilerine başvurduğunu söylüyor. Dinler ailesinin avukatı Tuba Torun ise kararın emsal niteliğinde olduğunu belirtirken, eğitim uzmanı Nejla Kurul da, "Bu dersi seçmeli ders olarak vermek ilk aşamada bir çözüm olarak gözüküyor, bu kez diğer din ve mezheplerin de din eğitimi alma hakkı doğuyor" dedi.
'DERSİN ZORUNLU OLMAKTAN ÇIKARTILMASI İÇİN BİZE BAŞVURUYOR'
Ateizm Derneği Başkanı Zehra Pala, temel hak ve hürriyetler adına olumlu bir karar alındığını fakat bu şekilde mahkemelerde dava açmak isteyen binlerce kişi olduğunu söylüyor. Pala, insanların Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olmaktan çıkartılması için mahkemelere başvurmaya çekindiklerini belirterek şunları söylüyor: “Böyle bir istekte bulunmak için ateist olmak gerekmiyor. Zorunlu din dersini istemeyen herkesin toplu bir şekilde dava açması gerekiyor. Çünkü bu tek tek kişilerin başvurusuyla olacak iş değil. Mahkemenin kararı verirken sıraladığı gerekçeler Milli Eğitim Bakanlığınca her seferinde öne sürülen 'din eğitimi değil, din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi veriliyor' savının gerçekçi olmadığını bir kez daha gösteriyor. Birçok kişi bu konuda bizlere başvuruda bulunuyor. Bizler de kendilerine korkmamaları gerektiğini, yalnız olmadıklarını söylüyoruz. Fakat ne yazık ki insanlar hükümetten korkuyorlar. Örneğin insanlar işlerini kaybetmekten, çocuklarının fişlenmesinden korkuyorlar.”
'ÖRNEKLER ÇOĞALDIKÇA DAHA CESUR DAVRANACAKLAR'
Pala, Dinler ailesinin kendilerine başvuru sürecini şöyle anlatıyor: “Çocuğunun zorunlu din dersi görmesini istemeyen aile bize ulaştı. Kendileri davacı olma sürecinde birçok kez bizlere, 'Yanımızda olur musunuz? Bu davada kimse yanımızda olmayacak' dediler. Bizler de beraber mücadele ederek bu davayı kazandık. Verilen karardan çok mutluyuz. Hukukun az da olsa işlediğini görüyoruz. Normalde de bu davanın da kazanılması gerekiyordu. İnsanlara gelin birlikte dava açalım dediğimizde geri dönüyorlar. Ama bu örnekler çoğaldıkça insanların biraz daha cesur davranacaklarını düşünüyorum. İnsan Hakları Sözleşmesi'nde neye imza attıysak devlet bunun yolundan devam etmeli. Devletin anayasal düzene, hukuka, insan haklarına ve İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uygun davranması gerekiyor.”
'KARAR EMSAL NİTELİĞİNDE...'
Dinler ailesinin avukatı Tuba Torun verilen kararın emsal niteliği taşıdığını söyleyerek şunları anlattı: “ Din ve vicdan hürriyeti Uluslar arası sözleşmeler ve anayasa tarafından korunan temel bir hak. Anayasa'da yer alan din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24'ncü maddeye bakıldığı zaman orada din kültürü ve ahlak bilgisi eğitiminin, öğretiminden bahsediyor. Yani burada din kültürü eğitim ve öğretiminin bütün dinlere eşit mesafede yaklaşan bir eğitim öğretim olmasından bahsediyor. Bu noktada da mahkemede verilen kararda da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, Anayasa Mahkemesi kararlarına atıf yapıldıktan sonra son somut olaya ilişkin gerekçesede mevcut din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi 'din kültürü ve ahlak bilgisi eğitimi olmadığından...' diyor. Burada asıl olarak mevcut sistemin tüm dinlere eşit mesafede durarak eğitim veren bir sistem olmadığını özellikle vurgulanmış. Ayrıca kararda; 'Bu dersi almak istemeyen farklı dinlerden ya da inançsızların talebinin reddedilmesi doğru değil' diyor. Burada önemli olan kararla beraber artık inançsız kişilerin de din ve vicdan hürriyetinin temel hakkının korunacağının vurgu yapmasıdır. Bu emsal olacak bir karar. İdare bunu bir üst mahkemeye götürebilir. Karar üst mahkemeye giderse Danıştay'ın vereceği karar esas o zaman emsal teşkil edecek.”
'BİLGİ ALANIN ÇORAKLAŞMASINA TANIKLIK EDİYORUZ'
Eğitim Uzmanı Prof. Nejla Kurul ise okul ve eğitim süreçlerinde hem söylem hem de eylem olarak koyu bir İslamileştirilmeye tabi bir dönem yaşanıldığını söylüyor: “Bir yandan gözde okul türü olarak öne çıkarılan, herkesin vergileriyle desteklenen İmam hatip ortaokulları ve liselerinin sayıca artışını ve mahallelere dağıtılışını, diğer yandan zorunlu ve seçmeli dini içerikli derslerin eğitim programları içinde yaygınlaştığını gözlemliyoruz. Ayrıca gerek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gerekse Milli Eğitim Bakanlığı ile ilişkili vakıf ve derneklerin dini kursları adeta çocukların ve gençlerin gündelik yaşamının önemli bir parçası haline gelmiştir. Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye’de bu durum, eğitim ve kültür alanının aynılaştırılmasına ve farklı özneleşme biçimlerinin ortadan kaldırılmasına yol açıyor. Amaçlı ve anlamlı bir yaşam için okulların çocuklara ve gençlere zengin bir bilgi sofrası açması gerekirken eğitim programları içindeki bilgi alanının daraltılmasına ve çoraklaşmasına tanıklık ediyoruz.”
'DİN DERSLERİ ÖĞRENCİYİ NESNELLEŞTİRİYOR'
“Bu durumun bir yönünü de Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini almanın zorunlu olması oluşturuyor” diyen Kurul, şöyle devam ediyor: “Bunun nedeni çoğulcu bir toplum anlayışı yerine aynılaştıran otoriter ve totaliter bir eğitim siyaseti. Bu eğilim eğitim dışındaki alanlarda da açıkça görülebiliyor. Bu nedenle Türkiye’de zorunlu din dersleri uygulamasının yarattığı hak ihlalleri ve buna karşı direnç siyasal bir olay olarak önümüzde duruyor. İdare Mahkemesinin almış olduğu karar ve “Müfredatın içeriği nesnel ve çoğulcu olmalı. Devlet dinler karşısında tarafsız kalarak, bütün dinsel inançları eşdeğer görmeli” diyen önerme, verili dayatmacı durumdan ileride ve geliştirici bir nitelik taşıyor. Bu uygulama, yaşamlarını dinin İslami-Sünni yorumundan özerk biçimde sürdüren yurttaşlar açısından olduğu kadar dindarların da devletin din dersleri yoluyla din ve mezheplerini nasıl yaşaması gerektiğine çerçeve sunması sorunlu. Yani zorunlu din dersleri her iki taraf için de sorun yaratan nitelikte, çünkü öğrenciyi nesneleştiriyor ve onu kendi istemi dışında dönüştürmeye çalışıyor.”
'TOPLUMU YEKPARE BİR BÜTÜN OLARAK GÖRMEK İMKANSIZ'
Kurul, Türkiye'deki toplumların çeşitli olduğuna dikkat çekerek din dersi uygulamasının yanlış olduğunu ifade ediyor: “Toplumu yekpare bir bütün olarak görmek imkânsız. Toplum zaten olduğu biçimiyle çeşitliliktir, rengarenk oluşu, çokluğu onu tanımlayan niteliklerdir. Bu nedenle aynılaştırıcı, zorunlu din dersi uygulaması yanlış. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Bölge İdare Mahkemesi bu yanlışlığı ifade ediyor. Bu dersi almak isteyenlerin başvuruda bulunması gereken süreç tersine dönmüş zorunlu din dersi uygulamasını reddedenler konuyu yargıya taşımak zorunda kalmışlar. Bu dersi seçmeli ders olarak vermek ilk aşamada bir çözüm olarak gözüküyor, bu kez diğer din ve mezheplerin de din eğitimi alma hakkı doğuyor. Ne var ki ‘ders formatı’ içine dahil edilen her şey anlamını ve değerini yitirebiliyor. Belli bir konuda, örneğin İslam hakkında öğrenmek, deneyim kazanmak ve kendini geliştirmek isteyen insanlar için bilgi kaynakları artık çok ve çeşitli. Dini hayatının içinde yaşamak isteyen kişiler bunun yollarını bulacaklar.”
KARARDAN...
İstanbul 10. İdare Mahkemesi tarafından oybirliği ile alınan kararda “Anayasanın 24. Maddesine göre din kültürü ve ahlak öğretiminin ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında olduğu kuşkusuzdur. Ancak, bu öğretimin Anayasanın öngördüğü amaca uygun bir müfredatla verilmesi gerektiği, içeriğinin nesnel ve çoğulcu olması, kişinin dininin bir ayrım ve eşitsizlik unsuru olarak kullanılmaması ve devletin dinler karşısında tarafsız kalarak, bütün dinsel inançları eşdeğer görmesi gerekmektedir. Öğretimde uygulanan müfredatın belirli bir din anlayışını esas alması durumunda bunun ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ dersi olarak kabul edilemeyeceği ve ‘din eğitimi’ halini alacağı açıktır” denildi.