Oğuzhan Öğrük elektronik kelepçeyi anlattı: Odunluktan odun alıp sobamı yakamıyorum

Elektronik kelepçeyle ev hapsine mahkum edilen Oğuzhan Öğrük, "Ben sosyal medya paylaşımlarım yüzünden bu cezaya çarptırıldım. Söylendiğine göre elektronik kelepçeyi takmalarının amacı ‘suç işlememi’ engellemek, ama bu durumda ben rahatlıkla internete ulaşabiliyorum" diyor. Elektronik kelepçe şartlarının cezaevinden daha ağır olduğunu söyleyen Öğrük, "Bırakın bakkala gitmeyi evimin bahçesindeki odunluktan odun alıp sobamı yakamıyorum."

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Sosyal medya paylaşımları nedeniyle gözaltına alındıktan bir süre sonra serbest bırakılan Oğuzhan Öğrük’e elektronik kelepçe uygulaması ile denetimli serbestlik verildi. Öğrük, İzmir Bornova'nın Çiçekli köyündeki evinde elektronik kelepçeyle yaşıyor.

Çevresine zarar verecek nitelikte bir suçlu muamelesi görerek elektronik kelepçeye mahkum edildiğini söyleyen Öğrük, şunları anlatıyor: ‘’Evin tam ortasına bir cihaz, ayak bileğime de başka bir cihaz bağladılar. Cihazın 50 metre sağı ve solundan başka bir yere gidemiyorum. Bu uygulamayla suçlu, ama aynı zamanda zararlı bir suçlu muamelesi görmüş oluyorsunuz. Kuzuların sessizliği filmini hatırlatıyor bana; sanki azılı bir katilmişim, çevreme zarar verecekmişim gibi… Ben sosyal medya paylaşımlarım yüzünden bu cezaya çarptırıldım. Söylendiğine göre elektronik kelepçeyi takmalarının amacı ‘suç işlememi’ engellemek, ama bu durumda ben rahatlıkla internete ulaşabiliyorum.’’

'ODUNLUKTAN ODUN ALIP SOBAYI YAKAMIYORUM'

Bu süreçte işini de kaybeden Öğrük, elektronik kelepçe nedeniyle yaşadığı zorlukları ise şöyle özetliyor: "Günlük ihtiyaçlarımı karşılamak için ekmek almaya bile gidemiyorum. Bırakın bakkala gitmeyi evimin bahçesindeki odunluktan odun alıp sobamı yakamıyorum. Annem çok yaşlı ama her şeyi o yapmak durumunda kalıyor.”

'SABAH UYANDIM ÇİNTAR TOPLAMAYA GİDİYORUM NEREDEYSE'

En temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan mahrum edildiğini belirten  Öğrük, henüz alışamadığı bu durumun insan psikolojisini etkileyen bir başka boyutunu da şöyle anlatıyor:

“Mesela bugün çok güzel bir hava var dışarıda. Bilen bilir ‘çintar’ denilen bir mantar türü vardır, çıkıp çintar toplamayı severim. Sabah uyandım, unuttum ayağımdaki kelepçeyi. Çintar toplamaya gidiyordum neredeyse. Sonra birden aklıma geldi ve kendi kendime 'nereye gidiyorsun' dedim. Oturduğum yerde kaldım. Bu duyguyu gün içinde çok sık yaşıyorum. Bir diğer örnek; dün postacı geldi, kapıya gidip alamadım postayı. Kapıya kadar gitmem bile yasak! ‘Ben gelemiyorum, sen gel’ demek zorunda kaldım, saçma bir durum yaşadık. 1000 metrekare genişliğinde bir bahçemiz var ama çıkamıyorum. Bahçeyi görüyorum, ama çiçeklerin yanına gidemiyorum… Bir de uyku düzenim çok bozuldu. Bu aletin psikolojik bir etkisi mi, bilemiyorum, ama geceleri yatağa girdiğimde uyuyamıyorum bir türlü. Kelepçe rüyalarıma giriyor. Rüyamda kendi kendine açıldığını görüyorum, çıkıyorum dağlara gezmeye. Bahçeye çıkıyorum, bakkala gidiyorum…’’

'CEZAEVİ KOŞULLARINDAN DAHA AĞIR'

25 yıldır yaşadığı köyünde gençlerle bir sorun yaşamasa da yaşlıların başına gelenlerden ötürü selam dahi vermediğini söyleyen Öğrük, uygulamanın cezaevinde geçirdiği sürelerden daha ağır geldiğini vurguluyor.

"Ben cezaevi koşullarını da yaşamış bir insanım. Cezaevinde olmayı bu koşullarda yaşamaya tercih ederim. Hiç olmazsa orada hapisteyim diyebiliyorsunuz. Bu yaşadığım ondan daha ağır geliyor. Bence hiç kimseye böyle bir uygulama yapılmamalı. Gözünün önünde bir hayat akıyor, özgürlüğü bir şekilde görüyorsun, ama sen buna dahil olamıyorsun. Yani cezaevinde dışarıdaki yaşamı sadece biliyorsun. Burada ise görüyor ve duyuyorsun. Tek iyi tarafı görüş ve telefonun serbest olması, ki o da biraz kıskançlık yapıyor. Biliyorsun ki görmeye gelenler birazdan istedikleri yere gidebilecekler.’’

'MODERN İNFAZ SİSTEMLERİYLE KESİNLİKLE İLGİSİ YOK'

Elektronik kelepçe uygulamasının insan hak ve özgürlükleriyle ilgili boyutunu,  TİHV Yönetim Kurulu Üyesi Coşkun Üsterci'ye sorduk. Üsterci, bu uygulamayı şöyle değerlendiriyor:

"Hem tarihsel olarak hem de farklı ülkelerdeki ceza infaz pratiklerine bakıldığında, hapsetmenin suçu önlemede etkin bir yöntem olmadığı açıkça görülmektedir. Artık çok iyi biliniyor ki suça yol açan ekonomik, sosyal ve kültürel koşullar değiştirilmedikçe, suçun önlenmesi neredeyse mümkün değil. İşte bu yüzden hapsetmenin dışında alternatif cezalar düşünülür modern ceza infaz anlayışında. Ancak son dönemlerde içinde bulunduğumuz OHAL koşullarında gördüğümüz alternatif uygulamaların modern ceza infaz anlayışı ile kesinlikle bir ilgisi yok. Yaklaşık 18 aydır toplumsal hayatımızı karartan OHAL ile birlikte yurttaşların çok büyük bir bölümü ‘haklara sahip olma hakkı’ndan bile yoksun hale getirilmiş durumdalar."

'KADAR KEYFİ SUÇ İCAT EDİLDİ Kİ CEZAEVLERİNDE YER KALMADI'

Üsterci, Oğuzhan Öğrük'e yapılan uygulamaya ilişkinse şunları söylüyor: vakasında olduğu gibi, içinde bulunduğumuz koşullarda suç denilen şeyin kendisi neye göre belirlenmektedir? Sosyal medyada yapılan birkaç paylaşım birden keyfi biçimde terör suçu olarak ya da Cumhurbaşkanına hakaret olarak yorumlanabilmektedir. Kısacası OHAL rejimi bugünkü haliyle hukuki değil keyfi bir rejim haline gelmiştir ve bol miktarda suç ve suçlu üretmektedir. Dolayısıyla uygulanan bu alternatif ceza yöntemi aslında karşı karşıya kaldığımız realiteyi ortaya koyan, daha doğrusu onun tezahürü olan bir uygulamadır. Keyfi biçimde öylesine çok suç ve suçlu üretilmiştir ki, cezaevlerinde yer kalmamıştır. Adalet Bakanlığı’nın 30 Kasım 2017 tarihli açıklamasına göre cezaevlerinde 230 bin 735 tutuklu/hükümlü/hüküm özlü bulunmaktadır. Kasımdan bu yana bu sayının 240 bine ulaşmış olabileceğini tahmin ediyorum. Bu sayı; 2015 yılında 178 bin, 2014 yılında ise 154 bin idi. Yani o yıllardan 2017’ye baktığımızda bu rakamda neredeyse 100 bin kişilik bir artış olduğunu görüyoruz. Hatta daha çarpıcı olanı, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında bu sayının 59 bin civarında olması. Yani AKP iktidara geldiğinden bu yana cezaevi nüfusunda 5 kat bir artış söz konusu olmuş. İlginçtir, bugün itibariyle toplam cezaevi nüfusu, ülkenin ayrı ayrı 13 ilinin nüfuslarından daha fazladır.’’

'YARDIM EDEN BİRİSİ YOKSA DAHA KÖTÜ DURUMDA KALABİLİYORLAR'

Avukat Nergiz Tuba Aslan, Düşünce özgürlüğü kapsamındaki bir açıklamanın propaganda suçu olarak değerlendirilmesinin mevcut yasal düzenleme kapsamında imkânsız olduğunu belirtirken elektronik kelepçe uygulamasına ilişkin şunları söylüyor:

"Elektronik kelepçe uygulamasının çok ağır bir adli kontrol tedbiri. Adli kontrol tedbiri kişinin kendisine bakabilecek birinin olup olmadığına, günlük ihtiyaçlarını karşılayıp karşılayamayacağına bakılmaksızın bir evin içine hapsedilmesiyle uygulanıyor. Tek başına yaşayan, ailesini geçindirmek zorunda olan insanlar var. Bu kişilerin eve hapsedilmiş olması, evin dışına hatta bahçesine çıkamıyor olması, kendisinin günlük yaşamını devam ettirmesinin önünde çok büyük bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Bakkala gidip ekmek bile alamaması söz konusu bu kişilerin. Kendilerine yardım edecek birisi yoksa daha kötü durumda kalabiliyorlar. Hasta olanlar da var ev hepsi olan kişiler arasında.’’

'TUTUKLAMA ŞARTLARI YOKSA ADLİ KONTROL TEDBİRİ UYGULANAMAZ'

Tutuklama tedbirinin hürriyeti bağlayıcı bir tedbir olduğunun altını çizen Aslan, şöyle diyor: "Halk arasında ‘ev hapsi’ olarak bilinen ‘konutunu terk etmeme’ şeklindeki adli kontrol tedbiri, aslında tutuklama şartları söz konusu ise başvurulabilecek tedbirlerden biridir. Hatta buna, adli kontrol tedbirleri içinde kişi özgürlüğünü ciddi anlamda sınırladığı için en ağır tedbir demek mümkün. Bu nedenle eğer tutuklamanın şartları söz konusu değilse, yerine adli kontrol tedbiri de uygulanamaz."