Kadri Gürsel: Savaş uzadıkça 'öteki cephe'de durum zorlaşacak
Kadri Gürsel: Yerleşim birimlerindeki savaş sivil kayıplarını artırdıkça suçlama yarışı da kızışacak. Ankara, YPG’yi sivilleri kalkan olarak kullanmakla suçlayacak, YPG de sivil kayıplarından TSK’yi sorumlu tutacak. TSK’nin başarısı, savaşı mümkün olan en az kayıpla bitirmek olduğu için harekât uzayacak, uzadıkça da “halkla ilişkiler cephesi”nde durum zorlaşacak.
DUVAR - Cumhuriyet gazetesi köşe yazarı Kadri Gürsel, TSK'nin Afrin'de askeri bir zafer kazanabileceğini ama dış kamuoyundaki imajı yüzünden Afrin’in harekâttan önce Türkiye için açık ve yakın bir tehlike teşkil ettiğine dünyayı ikna etmekte zorlanacağı yorumunu yaptı.
Gürsel'in 'Afrin savaşının öteki cephesinde durum' başlıklı yazısı şöyle:
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve müttefiki ÖSO’nun Afrin’e karşı geçen cumartesi başlattıkları müşterek harekâtın askeri sonucu hakkında uzun söze gerek yok. Afrin’de YPG’nin aleyhine olan büyük güç dengesizliğini ve harita okumayı yeterince bilen herhangi bir gözlemci, TSK’nin askeri planda kazanacağını öngörebilir. Afrin, güneydoğusu hariç, TSK tarafından kuşatılmış küçük bir bölge. Burada YPG’ye savunma avantajı sağlayan herhangi bir stratejik derinlik yok. Afrin’in nispeten engebeli olan arazi yapısı YPG’ye önemli bir avantaj sağlamıyor. YPG’nin savaşma iradesi olduğu varsayılsa bile, bu hafif donanımlı unsurların TSK’nin çok üstün ateş gücü karşısında arazide tutunabilmesi imkânsız. Bu nedenle, savaşı yerleşim merkezlerinde kabul edip mümkün olduğu kadar uzatmayı deneyeceklerdir.
Bu öngörü, savaşın öteki cephesi hakkında düşünmemizi gerektiriyor.
Bu cephenin adı, “halkla ilişkiler”.
İki alanı var: İç ve dış.
İçerisi Ankara açısından nispeten sorunsuz. Medyayı zaten kontrol ediyorlar. Afrin harekâtı hakkında özgür bir tartışma ortamı yok. Bu şartlarda iktidarın propaganda aygıtları etkili çalışacaktır. İktidar, kendi siyasi takvimi bakımından Afrin harekâtından umduğu faydayı bir biçimde elde edecektir.
Halkla ilişkiler cephesinin “dış alanı”, Türkiye açısından ziyadesiyle sorunlu olan dünya kamuoyu.
Terazide iki faktör var.
Birinci faktör, dünyada son yıllarda felaket boyutunda kötüleşmiş olan Türkiye algısı... En başta da yöneticilerin imajı çok bozuldu. Nedenleri ise belli: Türkiye’nin demokrasi, özgürlükler, hukuk devleti ve laiklikten şaşırtıcı bir hızla uzaklaşıp dinci otoriterliğe savrulması...
Bunun sonucunda Türkiye yumuşak gücünü yitirdi. Dolayısıyla Ankara, dünya kamuoyunun kendisi gibi düşünüp tutum almasını sağlayacak kapasitelerden yoksun.
Varsa, politikalarını esasen sert güçle yürütüyor.
Terazinin öteki kefesindeki faktör PYD/YPG.
Gerek kökeni ve ideolojisi, gerekse de PKK’yle arasındaki organik bağlar nedeniyle bu örgüt “PKK’nin Suriye’deki uzantısı” olarak nitelendirilmeyi hak ediyor.
Dolayısıyla, şartları oluştuğunda sıranın “Suriye’deki uzantı”ya gelmesi, Ankara’nın 2015’in ortasından itibaren PKK meselesi karşısında siyaseten benimsediği sert tutumun kaçınılmaz sonucu.
Bu harekâtla, Afrin’deki “PKK uzantısı”ndan algılanan bir potansiyel tehdidin, kuvveden fiile geçmesini beklemeden ortadan kaldırılması da hedefleniyor. Mantık basit; zor olan ise Afrin’in harekâttan önce Türkiye için açık ve yakın bir tehlike teşkil ettiğine dünyayı ikna etmek.
“Fırat Kalkanı”nın halkla ilişkiler cephesinde Ankara çok avantajlıydı, çünkü o zaman savaşılan ana unsur, dünyanın lanetlediği IŞİD’di.
Afrin’de TSK ve müttefiklerinin karşısında ise IŞİD yok, Kürt örgütü PYD/YPG var.
Farkı tekrar edelim: ABD ve AB’nin terörist örgütler listesinde PKK mevcut, PYD/YPG yok. Zaten Suriye’de IŞİD’e karşı savaşta ABD’nin kâğıt üzerindeki müttefiki de PKK değil, Suriye Demokratik Güçleri çatısı altındaki PYD/YPG.
Afrin’deki PYD/YPG ile Fırat’ın doğusundan Irak sınırına kadar uzanan bölgedeki PYD/YPG aynı örgüt olmasına aynı örgüt, ama iki farklı jeopolitik gerçekliğe tabi idiler. Afrin’deki PYD/YPG Rusya’nın oyun sahasındaydı, diğeri de ABD’nin himayesinde...
Nitekim Afrin harekâtından dört gün önce Pentagon sözcülüğünden AA’ya yapılan açıklamada, “Afrin’deki YPG’yi IŞİD karşıtı koalisyonun üyesi olarak görmedikleri, desteklemedikleri ve bu unsurla ilişki de kurmadıkları” belirtilmişti.
20 Ocak’ta harekât başladıktan sonra ise New York Times’ın internet sitesinde yer alan bir haberin başlığı, Pentagon’un bu açıklamasıyla çelişmekteydi.
Başlık şöyleydi: “72 Türk jeti ABD’nin desteklediği Kürt milisleri bombaladı”.
Afrin’deki alakasız YPG, birden “ABD’nin desteklediği Kürt milisler” olmuştu.
Bu yaklaşım bir haberle sınırlı kalmaz ve bir tutuma dönüşürse, dünyada “Türkiye’nin, IŞİD’le savaşta ABD’nin müttefiki olan Kürt milislere karşı askeri harekât yürüttüğü” yolundaki bir algının yerleşmesine neden olabilir.
Daha önemlisi Afrin, nüfusunun çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bir bölge.
Yerleşim birimlerindeki savaş sivil kayıplarını artırdıkça suçlama yarışı da kızışacak. Ankara, YPG’yi sivilleri kalkan olarak kullanmakla suçlayacak, YPG de sivil kayıplarından TSK’yi sorumlu tutacak.
Ayrıca, tedbirinin şimdiden alınması gereken bir “Kürt mülteci” sorunu eşikte bekliyor.
TSK’nin başarısı, savaşı mümkün olan en az kayıpla bitirmek olduğu için harekât uzayacak, uzadıkça da “halkla ilişkiler cephesi”nde durum zorlaşacak.
Fransa’nın Afrin harekâtı başladıktan bir gün sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni bu nedenle acil toplantıya çağırması zorlukların sadece habercisidir.