Medyanın savaş sınavı: Survivor’dan Afrin'e
11'inci gününe giren Afrin harekâtı Türkiye medyasında nasıl yer buldu? Gazete Duvar, dört medya uzmanına sordu... Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin eski öğretim üyelerinden Sevilay Çelenk 'aşırı politize olmuş habercilik ortamı'na dikkat çekti. TGS Akademi Eğitim Koordinatörü Dr. Sarphan Uzunoğlu ise 'televizyonda eğlence ve bilgilendirmenin iç içe geçtiğini' belirtti; hedef kitlesi olarak 'Survivor’da açlıkla mücadele eden, O Ses Türkiye’de egosu zedelenen, sivilce sıkar gibi birbirinin boğazını sıkanları izleyen bir izleyiciden bahsettiğimizi' söyledi.
DUVAR - Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye'nin kuzeybatısında bulunan Afrin'e yönelik Zeytin Dalı Harekatı’nı başlattığını duyurduğu günden bu yana medya, savaş haberciliğinde nasıl bir dil tercih etti? Sosyal medyada paylaşılan video ve fotoğraflara niye ilk elden güvenemiyoruz? TV haberciliği mi, sosyal medya mı daha az güvenilir?
Savaş zamanı gazetecilik nasıl olmalı? Gerçeği anlatmakta ayrışan gazeteciler karşı karşıyayken bu işin içinden çıkmak nasıl mümkün?
Enformasyon çağında savaş nasıl yaşatılıyor? Nasıl gösteriliyor? Propaganda haberciliğinin gösterdiği manzara, evinde bu “gösteriyi” izleyenleri nasıl etkiliyor, taraf yapabiliyor?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edilen Sevilay Çelenk, TGS Akademi Eğitim Koordinatörü Dr. Sarphan Uzunoğlu ve NTV Haber merkezi bünyesinde 2001-2006 döneminde Afganistan, Irak, Filistin’de savaş muhabirliği yapan Nevin Sungur ve teyit.org. kurucusu, gazeteci Mehmet Atakan Foça’yla konuştuk.
"AŞIRI POLİTİZE VE KUTUPLAŞMIŞ BİR HABERCİLİK ORTAMI VAR"
Sevilay Çelenk, savaş ya da çatışma dönemlerinde yapılan gazeteciliğin, öncelikli olarak çatışma durumunu ve çatışmalı konular etrafındaki kutuplaşmayı derinleştirmekten imtina eden bir dil kullanması gerektiğini söylüyor. Yine bu dönemlerde olay ve olguları çarpıtmadan, kamuoyunun bilgilendirilmesine yönelik bir çaba içinde olmaya azami özen gösteren bir gazetecilik anlayışı gerektiğini ortaya koyuyor. Çelenk, savaş dönemlerinde ele geçirilmesi en güç olan şeyin “teyit edilmiş ve savaşan tarafların manipüle etmediği, araçsallaştırmadığı bilgi” olduğunu söylüyor ve ilk olarak amacın buna ulaşmak olduğunun altını çiziyor.
Çelenk; okuduğumuz, izlediğimiz bir haberin değerini, nerede yayınlandığından bağımsız bir biçimde değerlendiremeyeceğimiz bir medya ortamına sahip olduğumuzu ve aşırı politize olmuş, kutuplaşmış bir habercilik ortamında, ne yazık ki çeşitli gazetelerin ve televizyon kuruluşlarının haberlerinin bazılarımız için artık hiçbir değer taşımadığını ifade ediyor.
Buna ek olarak Çelenk, enformasyon çağında, savaşların neredeyse sadece sanal ortamlarda gerçekleştiğini düşüneceğimiz bir biçimde yaşandığını ve savaşın kendisinden çok, savaşla ilgili haberciliğin öne çıktığını belirtiyor.
"HERKES BİRBİRİNİ SUÇLUYOR AMA AYNI ŞEYİ YAPIYOR"
Medya ve sosyal medyada yer alan şüpheli haberleri tarayan, seçen, araştıran, doğrulayan ve bu yönde kullanıcıları bilgilendiren teyit.og. kurucusu, gazeteci Mehmet Atakan Foça, bu döneme ilişkin örnekler veriyor. Yakınlarda yayınlanan bir çatışma videosunun, 2012’de Rusya’da yapılan bir tatbikata ait olduğunu söylüyor. Yine bir çoklu roket atar videosunun, Afrin’den olduğu iddiasıyla servis edildiğini fakat Kasım 2017’de Facebook'ta daha önce paylaşılmış olduğunu fark ettiklerini söylüyor. Yine Haber Türk’te yayınlanan sniper'la insan öldürme sahnesinin aslında bir bilgisayar oyunundan alındığı fark edilmiş.
Propaganda amaçlı yanlış haberlerin, hiçbir zaman tek taraflı yapılmadığını söyleyen Foça, mevcut durumu “Herkesin birbirini suçladığı ama aynı şeyi yapmaya devam ettiği bir durum var” diye tarif ediyor.
Televizyonlarda yanlış video ve fotoğraf yayınlamanın etkisinin, sosyal medyada yayılan yanlış video ve fotoğraftan çok daha fazla olduğunu belirten Foça, diğer yandan neredeyse her akşam televizyondaki haber sunucularının, sosyal medyadaki yanlış bilgi dolaşımına, kara propagandaya dikkat çektiklerini ama kendilerinin de yanlış bilgilerle çeşitli savaş görüntüleri yayınladıklarını söylüyor.
Foça, haberin esasına ilişkin gerçek bilgilendirmenin kimi vakit yalan, çarpıtılmış haber ve fotoğraftan daha fazla etkileşim alabildiğini bazen de böyle olmadığını şöyle örnekliyor: “Mesela esir alınan Türk askerleri yanlış, dediğimizde bu bilgi, yanlış bilgiden daha fazla yayıldı ama Afrin’de çekildiği iddia edilen kokpit görüntüsü için ‘Bu video yanlış, bu video Hollanda’dan’ dememiz bir etki etmedi. Haber siteleri tarafından yayınlanmaya devam etti. Her zaman 'Bu yanlıştır' demek etki etmiyor yani. Sonuçta tüm bunlar bir propaganda aracı ve herkes işine geldiği gibi kullanmaya devam ediyor.”
"HAKİKAT, ŞOVUN DEVAM ETMESİNİ ENGELLER"
Türkiye Gazeteciler Sendikası Akademi Eğitim Koordinatörü Dr. Sarphan Uzunoğlu, geçen yıl, Oxford Sözlüğü tarafından seçilen kelimenin post-truth olduğunu hatırlatıyor. Post-truth, bir konu üzerinde kamuoyu belirlemede, nesnel hakikatlerin, duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu şeklinde tanımlanıyor.
Uzunoğlu, propaganda ve yalan bilgi paylaşımının günümüzde ABD Başkanı’nın seçilmesini etkileyebildiğini ya da Brexit gibi büyük bir olayın nedeni olmasa da nedenlerinden biri hâline gelebildiğini söylüyor ve neticede hakikatin değil yalanın iz bıraktığını belirtiyor. “Çünkü yalan, toplumsal bir hissiyatın halihazırda aşındırdığı bir kitle ya da kişiye yöneldiğinde rasyonel olsa da olmasa da büyük bir etki yaratabiliyor” diyor Uzunoğlu.
Türkiye’de ya da dünyada, televizyonun uzun süredir bir 'infotainment' endüstrisi, yani eğlence ve bilgilendirmenin iç içe geçtiği bir endüstri olduğunu, aslında gazetelerden internet sitelerine kadar, haber endüstrisinin de bu hâle gelmiş olduğunu söylüyor Uzunoğlu.
Kanaldan kanala zaplayan, Survivor’da açlıkla mücadele eden, O Ses Türkiye’de egosu zedelenen, dizilerde aldatılan, sivilce sıkar gibi birbirinin boğazını sıkanları izleyen bir izleyiciden bahsettiğimizin notunu düşerek şunları anlatıyor Uzunoğlu: “Haberlerde de aslında işin eğlence kısmının damıtılmış bir özeti var artık; ama asıl sıkıntılı kısım şu: Siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler; yani ekrandaki insanlar da artık bu eğlencenin bir parçası ve her biri kendini ‘Master of ceremony’ olarak görüyor. Ve tüm senaryolu prodüksiyonlarda olduğu gibi hakikatte ısrar etmiyorlar. Aksine, hakikatin ‘şovun devam etmesini engelleyeceğini’ düşünüyorlar. Çünkü hakikat, yalan kadar ağız sulandıran, kârlı ve yanında şöhret getiren bir şey değil.”
Uzunoğlu, savaş döneminde gazeteciliğin zor olduğunu, kaldı ki Türkiye’deki gazetelerin barış sürecinin sürdüğü dönemde bile ne kadar şoven başlıklar attığını hatırlatıyor. Yine de “her şeyin en kötüsü bizde” mantığıyla medya ve siyasete bakmayı yanlış gördüğünü ifade ediyor. Uzunoğlu, ABD ya da Rusya’da veya Türkiye tipi diğer ülkelerde benzer yayıncılık yapıldığını, söz konusu toplumun muhtemelen büyük kısmının onaylayacağı ya da en azından sermayenin onayladığı bir askeri durum olduğunda, dünyanın her yerinde medyanın savaşı desteklediğini söylüyor.
Savaşın aslında ekranda gördüğümüz her tür içeriğin ulaşmak istediği son doyum noktası olduğunu, içerisinde kahramanlık, mağduriyet, çaresizlik, güç, güçsüzlük temalı birçok hikaye barındırdığını anlatan Uzunoğlu, birçok insanın içindeki gazeteci olma isteğini, savaş muhabirlerinin ve onların performanslarının tetiklediğinin altını çiziyor.
"MANŞETLERİN TEK ELDEN YAZILIYORMUŞ GİBİ OLMASI ÇOK ŞEY ANLATIYOR"
NTV Haber’de 2001-2006 yılları arasında Afganistan, Irak ve Filistin’de savaş muhabirliği yapan Nevin Sungur, o dönem de bugünkü gibi çarpıtılmaya ya da yanlış yönlendirmeye yönelik çok fazla bilgi akışı olduğunu, yetkililerin olandan bitenden farklı demeçler verdiğini ya da gazetecilerin farklı yönlendirme çabaları olduğunu hatırladığını söylüyor.
2003 yılı, Irak Savaşı öncesi Türkiye’nin sınırlarını Amerikan ordusuna açması ve Türk ordusunun da Amerikalılarla beraber hareket etmesi için fezlekenin beklendiği dönemi şöyle anlatıyor: “O dönem Kuzey Irak’ta, Erbil’deydim. Orada bir gazeteci ordusu vardı. Amerikalıların oradan gireceği bekleniyordu. Birdenbire Türk ordusu Amerikalılarla birlikte sınıra girdi gibi bir haber çıktı ve bu bilginin yayını yapıldı. Kısa süre içerisinde bunun doğru olmadığı anlaşıldı.”
Yakın geçmişe kıyasla, “en korkuncu kontrolsüz bilgi akışı. Yani dezenformasyonun çok daha işliyor olabilmesi” diyor Sungur. Haberlerin tek kanaldan çıktığı dönemde dahi bir sürü sıkıntı yaşandığını; yanlış, çarpıtılmış, değiştirilmiş bilgiler arasından cımbızla çekip bulacağınız bir gerçeklik olduğunu ama buna paralel, tarafların medyayı kullanma ve kontrol arzusunun çok daha fazla arttığını söylüyor.
O döneme kıyasla bugünkü gazeteciliği değerlendiren Sungur, Türkiye’deki gazeteciliğin her daim sorunlu olduğunu fakat bu dönemle kıyaslandığında o dönemki gazeteciliğin daha iyi olduğunu düşündüğünü söylüyor: “Profesyonel bakıştan kaynaklı bir sorumluluk duygusu vardı. Haber verilmeden önce üzerinde tartışılır, konuşulurdu. Şimdi o sorumluluk yok ve kaldı ki o tip bir sorumluluğa izin veren bir zemin değil sosyal medya. 10 gazetenin manşetinin tek elden yazılıyormuş gibi bir şey uyandırması zaten çok şeyi anlatıyor.”