Yargısız ihraç intiharları: Nasıl bitecek?
FETÖ gerekçesiyle açığa alındıktan sonra hayatına son veren doktor Hasan Orhan Çetin'in telefonunda 'Bylock kullanılmadığının' ortaya çıkması yargı kararı olmadan devletten ihraç edilme konusunu bir kez daha gündeme getirdi. Çetin'i sorduğumuz çalışma arkadaşı Tolga Değerli, "Cuma öğleden sonra görevden alındı, pazar günü hayatına son verdi. Niye görevden alındığı bilgisine bile ulaşamadı" diyor. Ömer Faruk Gergerlioğlu, Cüneyt Toraman ve Şenal Sarıhan konuyu Gazete Duvar için değerlendirdi.
DUVAR - 15 Temmuz'dan sonra haklarında herhangi bir yargı kararı olmadan KHK ile ihraç edilen 45 öğretmen, doktor, polis, astsubay, ceza infaz kurumu memuru hayatına son verdi. Sayının daha fazla olduğu ancak basına yansımadığı iddiaları da zaman zaman gündeme geldi... İzmir'de telefonunda 'Bylock kullandığı' iddiasıyla açığa alındıktan bir gün sonra hayatına son veren doktor Hasan Orhan Çetin'in telefonunda bu programın kullanılmadığı ortaya çıkınca geçen hafta savcılık tarafından dosyasına takipsizlik kararı verildi. Çetin'in çalışma arkadaşı Tolga Değerli, arkadaşını anlatırken, "Kendisi bu suçtan dolayı açığa alındığında şok olmuştu. Bizim için çok ağır oldu" diyor.
'HASAN HOCA KİMSEDEN BİLGİ ALAMADI'
İzmir Yeşilyurt Atatürk Hastanesi’nde çalışırken açığa alınınca hayatına son veren doktor Hasan Orhan Çetin'in çalışma arkadaşı Tolga Değerli, son görüşmelerini anlatırken Çetin'in kendisine en çok, 'Neden açığa alındığımla ilgili kimden bilgi alabilirim?' diye sorduğunu söylüyor: "Açığa alınması cuma günü mesai bitimine doğru olmuştu. Kendisinin ilk haberi olduğunda ayaküstü 20 dakika konuştuk. Bir dilekçeyle açığa alındığını söyledi. Hastane idaresine giderek, 'Açığa alınmamın sebebi nedir?' diye sordu. Bu konuda kimseden net bilgi alamadı. Kendisine hafta sonunun geçmesini, biraz toparlanmasını söyledim. 'Sağlık müdürlüğüne gidip oraya da sorayım' demişti. Kendisine 'böyle bir şey var mı' diye sordum, o da 'yok ya saçmalama' diyerek yanımdan ayrıldı. Zaten cuma günü açığa alındı pazar günü de hayatına son verdiğini duyduk."
'KENDİSİNİ YETİŞTİREN BİRİYDİ...'
"Orhan hoca ayakları üstünde duran, kendisini yetiştiren biriydi" diyen Değerli, hastanede birçok insanın Çetin'le arasının iyi olduğunu söylerken arkadaşı için şunları anlatıyor: "Laboratuvardaki herkes kendisini çok severdi. Bir insan vefat ettikten sonra arkasından güzel şeyler söylenir. Ama Orhan hoca gerçekten çok değerli ve çalışkan bir insandı. Kendisi en ufak bir şeyi en ince ayrıntısına kadar araştırırdı. Devlet memuru zihniyetinin tamamen dışında bir insandı. Birine bir iş verilirse elinden geldiğince o işi yapmaya çalışır ama bu arkadaşımız üstüne düşenin en iyisini yapardı. Örneğin buzdolabının motoru bozulurdu, Orhan hoca tamir etmeye çalışırdı. Bu anlamda çok yardımsever de bir arkadaştı. Herkese 'Bey' ve 'hanım' diye hitap ederdi. İnsanlara saygıda kusur ettiğini görmedim. Hastanede çalıştığı süre içerisinde bir kişinin bile kalbini kırmadı. Çok değerli bir insanı kaybettik. Bizim için çok ağır oldu."
'BİR DE DUYULAMAYANLAR VAR...'
İhraçlarla ilgili sorunları dile getirerek raporlar hazırlayan ve kendisi de doktorluktan ihraç edilen Mazlum Der eski Başkanı ve Hak ve Adalet Platformu Sözcüsü Ömer Faruk Gergerlioğlu ise açığa alınınca hayatına son verenlerin sayıları için, "Bu sadece buz dağının görünen kısmı. Bir de duyulamayanlar var" derken birçok insanın anlatımlarından örnekler de veriyor: "Elimizdeki veriler ancak basına yansıdığı kadarıyla veya hak aktivistlerinin çalışmalarıyla bildiklerimiz Bunun dışında hayatına son verip hiç duyulmayan insanlar var. Geçtiğimiz günlerde bir tanıdık arayarak gözaltında olan bir kişinin hayatına son verdiğini söyledi mesela. Bu olay da basına yansımadı. Hayatına son verenlerin aileleri dini ve sosyal sebeplerle bu olayların duyulmasını istemiyor. Buna benzer birçok örnek mevcut. Bunun dışında aileler de işin içine giriyor. Birçok KHK'linin ailesinden kalp krizi geçirenler var. Onlar da kayıtlarda yer almıyor. Boşanma stresinden dolayı hayatına son verenler var. Yani KHK'li meselesinde duyulanlar buz dağının görünen kısmı."
'KENDİMİZİ KÖPRÜDEN ATMAYI DÜŞÜNDÜK DİYEN VAR'
Peki KHK'lilerin hayatlarına son verme gerekçeleri ne? Gergerlioğlu bunun gerekçelerini anlatırken ulaştığı örneklerden bahsediyor: "KHK'liler birçok sebepten ötürü hayatına son veriyor. Bu gerekçeleri şöyle sıralayabiliriz. Ailelerin yaşadığı sosyal dışlanma en önemli etkenlerden. Örneğin KHK'li bir kadınının eşi 18 ay cezaevinde kaldı, 4 çocuğuyla birlikte bir sitede yaşıyordu. Kadın bir gün çocuklarıyla birlikte site bahçesine çıkarken üst katlardan üzerine yabancı madde atıldı. Bir başka örnekte de kapıda ayakkabısını bırakanların ayakkabılarına idrar bırakılmış. Ya da Düzce'de ihraç edilmiş bir kişinin arabasının camlarına, 'FETÖ'CÜ defol buradan' gibi yazılar yazıldı. Bir başka gerekçe de ailevi sorunlar. Burada boşanma oranlarının çok ciddi derecede arttığını gördük. Örneğin bir kayınbaba damadına, 'FETÖ'cüsün kızımı alıyorum senden' diyebiliyor. Çiftler aile içindeki ufak tefek sorunları bile psikolojik nedenlerden dolayı aşamıyor. Yıllarca camide aynı safta namaz kılanlardan biri diğer arkadaşını FETÖ'cü diye şikayet etmiş. Başka bir KHK'liyle konuşurken şunları anlattı: '5 kişilik ailemle Boğaziçi Köprüsü'nden geçerken ekonomik sıkıntılardan, işsizlikten konu açıldı. Ben de aileme dedim ki arabayı köşeye çekelim beşimiz de şu köprüden atalım kendimizi aşağıya!' Bu kişi bu sözleri bana anlatırken 'bunu düşünürken samimiydik' diyor. Bu benim asla unutmayacağım ve en çok etkileyen başka bir örnek. Birçok örnek var. Kısacası ekonomik sorunlar, psikolojik sorunlar, sosyal dışlanma ve ailevi sorunlar KHK'lilerin hayatlarına son verme nedenlerini oluşturuyor."
'SONSUZ HAYAT DÜŞÜNCESİ FRENLİYOR'
Muhafazakar insanların dinen günah olduğu için hayatına son verme niyetini frenlediğini de ifade eden Gergerlioğlu şöyle devam ediyor: "Muhafazakar insanlar için intihar kaçınılması gereken bir olay. 'Sonsuz hayat' gidecek düşüncesinden dolayı hayatına son verenlerin sayısı daha fazla yükselmiyor."
Peki bunun önüne nasıl geçilebilir? KHK'liler bu durumdan nasıl kurtulabilir? Gergerlioğlu bu sorulara cevap verirken, "Burada en büyük etken devlettir" diyor ve ekliyor: “İlk başta OHAL kaldırılmalı ve KHK'ler iptal edilmeli. Bu insanların özel sektörde çalışmalarının önü kesilmemeli. Güvenlik soruşturmaları kaldırılmalı. Eğer böyle devam ederse hayatına son verenlerin sayısı aratacak. İnsanlar bu kadar köşeye sıkıştırılmamalı. Sosyal ve ekonomik hakları ellerinden alınmamalı. Depresyonda olan insanlara psikolojik yardımlar yapılmalı. Devlet cezalandırmış ama daha kaç cezalandıracak. İşinden atılmış, cezaevine konulmuş... Ölümüne de mi göz yumulacak?"
'BİR CANA BİR DÜNYA DEĞİŞTİRİLMEZ'
Gergerlioğlu özel sektörde çalışma konusunu bir kez daha vurgulayıp son olarak şunları söylüyor: "Örneğin Samsun'dan bir öğretmen Bursa'ya giderek bir uzmanlık kuruluşunda uzman denetçisi oldu. Daha sonra bakanlık bu kurumda denetim yaptı ve bütün denetimler olumlu geçti. Ancak daha sonra geri gelerek patrona, 'Bir eksiklik görmedik. Ama sen burada birçok KHK'li çalıştırıyorsun. Yetkini iptal ediyoruz' denildi. O da çalıştırdığı KHK'lileri çağırarak, 'Sizleri işten çıkartmak zorundayım' dedi. Bunun dışında sosyal yardımları engelliyorlar. Türkiye'nin 81 ilinde farklı uygulamalar var. Keyfi uygulamalar son bulmalı. Sosyal yardımlara, engelli yardımlarına mutlaka bir düzenleme getirilmeli. Geçtiğimiz aylarda bir OHAL raporu hazırladık. Yüzbinlerce kişiye ulaştık. 7 bin 500 kişi hazırladığımız anketi cevapladı. Anketi cevaplayanların bir kısmı yanıt verirken korktu. Birçok kişi de anketi internetten tıklamaya korktu. 2 bin 500 kişi anketi cevaplarken anket sorularını yarıda bıraktı. Çünkü kendilerinde bir korku var. Bu korku iklimine artık son verilmeli. Psikolojisi kötü yüz binlerce insan var. Geçenlerde yazdığım bir makaleden sonra birçok kişi bana ulaşarak, 'Hocam bu ana kadar anlatmadım
ama benim aklımdan defalarca intihar geçti...' dedi. Bir cana bir dünya değiştirilmez. En önemlisi bu..."
TORAMAN: FETÖCÜLER DÜRÜST OLSAYDI BU KADAR MAĞDURİYET OLUŞMAZDI'
Avukat Cüneyt Toraman ise yargılama süreçlerine dikkat çekerek 1980 sonrası yapılan yargılamaların geçmişteki yargılamalara göre daha iyi olduğunu söylüyor. Toraman, "Öncelikle devletin kasıtlı hareket edip etmediğine bakmak gerekiyor. 28 Şubat darbe süreci ve 12 Eylül 1980 darbesinde de duruşmalara girdim. Çok açık ve net bir şekilde iftira, kumpas vardı. FETÖ'den önce de kumpas vardı. Masum insanlara kumpas kuruluyordu, olmayan belgeler üretiliyordu. Hizbullah'la ilgili hiçbir belge ele geçirilmedi. Geçmişteki yargılamayla kıyas yapmak çok önemli. Geçmişteki uygulamalarla 80 sonrası ve 90'lı yıllardaki uygulamalara baktığımda, bugün bir kasıt olduğunu düşünmüyorum. Devlet kumpas kurmuyor ve iftira atmıyor. Bunun altını çizmek gerekiyor" diyor.
Peki bu yargılama süreçleri özenli bir şekilde yürütülüyor mu? Toraman bu soruya, "Maalesef özenli bir şekilde yürütülmüyor. Geçmişte de özenli bir şekilde yürütülmedi" yanıtını vererek ekliyor: "Bunu defalarca dile getirdim. Bir devleti büyük yapan bizatihi hukuk devletine saygısıyla ölçülür. Evet çok sıradışı bir örgüt. Bu örgüt kendisini gizleyebiliyor. Bunun için soruşturmaların daha titiz yürütülmesi gerekir. Bu açıdan eksiklikler var. Bir başka sorun da bu örgütün dünyadaki diğer örgütlere benzememesi. Bu örgüt istihbarat örgütleri gibi. İtiraz ediyor, inkar ediyor daha sonra da etkin pişmanlık başvurusunda bulunup detaylı iftiralarda bulunuyor. İfadelerine baktığımız zaman, 'ben masumum Bylock kullanmadım. Örgütle hiçbir ilişiğim yok' diyor. Bunları gören soruşturmayı yürüten emniyet görevlileri, savcılar bu örgüt iddiasıyla getirilen şüphelilerin beyanlarına güvenmiyor. Bunları serbest bıraktıklarında da ellerini kollarını sallayarak yurtdışına kaçıyorlar. Sonra da niye kaçırdınız diye soruyorlar. Zekeriya Öz'ü niye kaçırdık? Hukukçularımız, yargılama tutuksuz yapılır derler. Bir hukukçu olarak, bazı suçlarda ‘yargılama tutuksuz yapılmaz’ diyorum. Eğer sanık yoksa yargılama da yapılamaz. Tutuklulukla ilgili hususların tekrar gözden geçirilmesi gerekir. Ama masum kişilerin tutuklanmasının birinci sebebinin bu örgüt mensupları olduğunu düşünüyorum.”
OHAL sürecinde binlerce insanın mağdur olduğunu ifade eden Toraman bunların nasıl oluştuğu sorusuna ise şöyle yanıt veriyor: “Eğer bu kişiler (FETÖ’cüler) dürüst olsalardı, azcık bir ahlaki değerleri olsaydı, bu kadar insanın mağdur olmasına sebebiyet vermezlerdi. Örgüt lideri, ‘herkes paralarını, ziynetlerini bozdursun Bank Asya’ya yatırsın’ dedi. Bu sözlerden sonra MASAK raporuna göre 100 bin kişi Bank Asya’ya para yatırdı. Bu süreçte insanlar para yatırırken, Hakan Şükür, Kaynak Holding ve Fatih Üniversitesi veznede bekleyerek yatırılan paraları çekiyor. Bu süreç içerisinde 20 milyon dolar çekilmiş. Yani FETÖ lideri 100 bin kişiyi 20 milyon dolara satmış. Evet bu insanlar kullanılmış, saf bunlar, ayrı mesele ama örgütün lideri de gözünü kırpmadan insanları harcamaktan çekinmeyen biri. Bu süreç çok zor bir süreç. Tankın içinden çıkarılanlar bile ‘örgütle yakından, uzaktan alakam yok’ diyor. Onlarca kişinin teşhisine rağmen reddediyor. Bu hususu dikkate almak lazım. Şu an ceza evinde yatanların en az yüzde 25’i masum. Adli suçlar da bu orana dahil. Yargılamada bu kadar hata yapılırken, bazıları, FETÖ’cülerde hata yapılmasın, hiçbiri asla içeride yatmasın diyor. Bu mümkün değil. Amerika’da yargılamada hata oranı ve haksız yere hapis yatanların oranı yüzde 50, Japonya’da yüzde 2. Japonya’da soruşturma aşaması çok iyi yapılıyor. Hakkında iddianame hazırlanan şüphelilerin yüzde 98’i mahkum ediliyor. Yargılama süreçlerindeki hataların bir sebebi de eskiden beri süregelen alışkanlıklar. İktidarlar değişiyor, kanunlar değişiyor, ama alışkanlıklar kolay değişmiyor. Devletçi bir bakış açısı var. Maalesef bunu kıramadık.”
SARIHAN: MEDENİ ÖLÜLER YARATILDI'
CHP geçtiğimiz yıl OHAL'de yaşamına son verenlere ilişkin bir rapor hazırladı. Raporun hazırlandığı dönemde 35 intihar vakası kayıtlara yansımıştı. Raporu hazırlayan ekipte yer alan CHP İnsan Hakları Komisyonu Üyesi Şenal Sarıhan ise ihraç edilen insanların ağır yaşam hakkı ihlalleriyle karşı karşıya kaldıklarını söylerken şunları aktarıyor: "İster adli ister idari soruşturma olsun her iki soruşturma kesin hükme bağlanmasından sonra eğer göreve son verme gibi hukuki bir yol varsa ki var, koşulları sağlandıktan sonra ihraç edilebilirlerdi. Yapılan işlem bütün bu hukuki prosedürlere uymadığı için meşru olmayan işlemler uygulandı. İhraçların insanların yaşamlarına nasıl yansıdığına bakmamız lazım. Ayrıca en az 108 bin kişi OHAL Komisyonu'na başvurdu. Bu sayıyı ailelerini düşünerek 5'le çarptığımız zaman ortaya çok büyük mağduriyetler çıkıyor. Bu insanlar sağlık hakkı, beslenme hakkı özetle yaşam hakkı ihlalleriyle karşı karşıya kaldılar. Çünkü onları ayakta tutan şey sadece maaşlarıydı. Evlerine, arabalarına, mallarına el konuldu. 'Medeni ölüler' dediğimiz insanlar yaratıldı. En büyük ihlal yaşamın ortadan kalkması ama bütünü açısından son derece hukuksuz, insani olmayan ve açık yaşam ihlali diye tümünü toplayarak söyleyebileceğimiz bir ihlaller zinciri var. Mağduriyetlerin ortadan kaldırılması OHAL Komisyonu'nun tek başına yapabileceği bir şey değil. Hukuk yolunun açılması gerekiyor ama hukuk yolu açıldığında da idari yargıya başvurular yapılacak. Bu süreç yıllar alacak. İktidarın hukuki davranabilmesinin yolu, şu anda OHAL gerekçe gösterilerek ihraç edilmiş herkesin durumunu açığa alma işlemine dönüştürmek. Zaten incelenmiş ve iade durumu olanlar varsa onları da derhal görevlerine iade etmeli. Bu ancak böyle çözülür. Ama en önemlisi de OHAL kaldırılmalı. Bütün bu saydıklarımızın insanların temel hak ve özgürlüklerini koruduğunu ilk günden beri söylüyorum."
OHAL'DEN SONRA: 45 KİŞİ HAYATINA SON VERDİ
Geçtiğimiz yıl CHP, 'FETÖ' üyeliğiyle suçlananlara ilişkin bir rapor hazırladı. Raporda ihraç edilenlerden, tutuklananlardan ve yakınlarından en az 35 kişinin intihar edildiği belirtildi. CHP'nin hazırladığı raporda yer almayan ve basına yansıyanlar birlikte ihraç edildikten sonra hayatına veren görevlilerinin isimleri:
1) Mehmet Koşar: Öğretmen
2) Ali B.: Astsubay
3) Adalet Betül Çağdır: Öğretmen
4) Kemal İsmail Aydın: Öğrenci
5) Mustafa Sadık Akdağ: Diş doktoru
6) Selim Gündoğdu: Öğretmen
7) Mehmet Karadoğan: Öğretmen
8) Hasan Orhan Çetin: Doktor
9) Mehmet Fatih Tıraş: Doktor
10) Sevgi Balcı: Hemşire
11) Necmi Akman: Kaymakam
12) Mutlu Çil: Komiser yardımcısı
13) Muhammet Mertoğlu: İlçe Emniyet Müdürü
14) Levent Önder: Yarbay
15) Halil Gök: Polis memuru
16) İsmail Çakmak: Yarbay
17) Mithat Aynacı: İstanbul Emniyet Şube Müdürü
18) Vedat Savlu: İş adamı
19) Ahmet Beşli: Emniyet Amiri
20) Ömer Çubuklu: Cezaevi müdürü
21) Mehmet Oldum: Polis memuru
22) Behçet Emdi: Öğretmen
23) Mustafa Güneyler: Öğretmen
24) Sadullah K. : Polis memuru
25) Önder Irmak: Kıdemli Astsubay
26) Hayrullah Tamtürk: Komiser yardımcısı
27) Seyfettin Yiğit: Cumhuriyet savcısı
28) Ali Derebaşı: Anaokul müdürü
29) Emrah Oğuz: Polis memuru
30) Adem Tıraş: Polis memuru
31) Cahit Korkmaz: Polis memuru
32) Hakkı Topal: Polis memuru
33) Hasan Hüseyin Can: Polis memuru
34) Durmuş Ali Çetin: Polis memuru
35) Fatih Ezber: Polis memuru
36) İzzet Akdağ: Polis memuru
37) Zeki Cezayirlioğlu: Polis memuru
38) İrfan Kızılarslan: Albay
39) Enver Şentürk: Cezainfaz kurumu memuru
40) Burak Açıkkalın: Mühendis
41) Hasan Taştan: İmam
42) Ergül Yıldız: Okul müdürü
43) Behçet Emdi: Öğretmen
44) H.E.: Polis memuru
45) Y.Y. : Komiser