Prof. Göregenli: Yayılan söylentiler iktidarın kaybetme ihtimalinin ciddi alameti
Prof. Melek Göregenli, muhalefetteki "Ne yaparsak yapalım bunlar gitmeyecek" algısının bazen iktidarın kendisi tarafından yayıldığını' belirtiyor: "İktidarın seçimleri kaybetse de B,C, D planları var, seçim sonuçlarına müdahale edilecek; paramiliter güçler sokağa çıkacak, muhalefet kazanırsa seçimleri iptal etme ya da seçimleri yenilemenin koşullarını yaratacaklar vb... Bu söylemlerin belirmesinin ve hızla yayılmasının nedeni, iktidarın seçimleri kaybetme ihtimalinin ciddi alametlerinin olması..."
İZMİR - Türkiye'de sosyal psikolojinin önemli isimlerinden Prof. Melek Göregenli ile ‘’seçmen psikolojisi’’ üzerine konuştuk. Barış Bildirisi imzacılarından olan ve KHK ile üniversitedeki görevinden ihraç edilen Göregenli, AK Parti iktidarının oluşturduğu "tek seçenek, kadim kader" algısının ilk kez zayıflamaya başladığını söylüyor. Göregenli, AK Parti'nin seçimleri kaybetse de gitmeyeceği yolundaki söylentilerin hızla yayılmasını ise 'iktidarın seçimleri kaybetme ihtimalinin ciddi alametleri' olarak nitelendirdi. Prof. Göregenli'nin değerlendirmeleri şöyle:
'AKLIN YOLU BİR DEĞİL'
Politik psikoloji çerçevesinden bakınca, sizce insanlar mantıklı düşünüp karar vererek mi oy kullanır? Oylarımız sandığımız kadar sadece bizim kontrolümüzde mi?
İnsan çoğunlukla sanıldığı kadar "rasyonel" bir varlık değildir; rasyonel, akılcı, mantıklı olmaktan kastettiğim, her kişinin kendisi için en iyi olana sadece "akıl"la karar vermediğidir. Oy verme davranışı da diğer bütün davranışlarımız gibi, duygularımızdan, çeşitli sosyal aidiyetlerimizden, gerçek ya da "sahte" sınıf bilincimizden, yaş, cinsiyet vb pek çok faktörden etkilenerek oluşur. Ayrıca her birimiz kendimiz için "iyi" olanın ne olduğuna da genellikle öznel akıl yürütmelerle karar veririz; aynı olayı farklı farklı yorumladığımız gibi, başka başka hakikatler tesis ederiz.. yani aklın yolu bir değil kısaca.. iyi ki de öyle değil. Ama şunu da söylemeliyim, ne yaparsak yapalım, kendi irademizle yaptığımıza, oy verme davranışımızı da kendi irademizle belirlediğimize inanmaya ihtiyacımız var, herkes bir şekilde bunu yapar..
'MUHAFAZAKÂRLIKLA DEMOKRATLIĞIN BİR ARAYA GELEMEYECEĞİNİ GÖRMEZDEN GELDİLER'
Bir seçmen neye göre seçer? Başka ülkelerle karşılaştırdığımızda seçmen psikolojisinde etkin olan faktörler Türkiye’de nasıl şekilleniyor?
Araştırmalar oy verme davranışını etkileyen çok sayıda etken olduğunu gösteriyor. Her yerde böyle. Kişisel hayatlar açısından daha iyi bir gelecek arzusu; ideolojik angajmanlar; bir kimliğin ya da fikrin görünür olması güdüsü vb. pek çok faktör. Hepsini etkileyen değerler sistemi, dini inançlar ve hepsinin bir örüntü olarak ortaya çıkardığı dünya görüşleri; sadece siyasi görüş demek doğru olmaz.. Yaşama dair bütüncül bir yaklaşım olarak dünya görüşü kavramı belki daha doğru. Zamana ve coğrafyaya ve seçimlerin yapıldığı bağlamsal koşullara göre de oy verme davranışı değişiyor: Örneğin 12 Eylül sonrası, ekonomik liberalizmin demokrasi getireceğini düşünen pek çok kendisini "solcu" olarak tarif eden insan Özal'a oy verdi; Erdoğan'ın başlangıçta kendi siyasal hareketini "muhafazakar-demokrat" olarak tarif etmesinden hareketle, pek çok liberal ya da solcu hatta sosyal bilimci, muhafazakarlıkla demokratlığın ontolojik olarak bir araya gelemeyeceği gerçeğini bile görmezden gelerek, AKP seçmeninden daha çok "demokrat" nitelemesine sahip çıktılar. Oysa o günlerde yaptığımız büyük örneklemli bir çalışmada AKP seçmeninin sadece yüzde 3'ü kendisini "muhafazakâr-demokrat" olarak niteliyordu. Oy verme davranışını etkileyen nedenleri anlamak için bir başka örnek Genç Parti deneyimidir. Girdiği ilk seçimde önemli oranda oy alan Cem Uzan, hakkındaki iddialara rağmen, orta sınıfları hiç de "rasyonel" gibi görünmeyen daha zengin bir hayat idealine inandırabildi, kimse bu hayatın ne kadar erdemli bir yolla kurulacağını pek de önemsemeden bu ihtimale oy verdi. Yolsuzluk, gerçekleri çarpıtmak hatta alenen yalan söylemek politikacılara teorik olarak oylarının azalması yönünde zarar vermeli diye düşünebiliriz, hiç de böyle olmadığını gösteren bizden ve dünyadan sayısız örnek vardır. Moda kavram, post-truth hiç yeni bir olgu değil. İnsanlar kendilerine yarar sağlayacağını düşündükleri şeye inanırlar ya da inandırılabilirler ve önceki fikirleriyle yenisi arasında, ya da fikirleriyle davranışları arasındaki çelişkileri de çözmenin ve rahat uyumanın yollarını bulurlar. Kimileri de ki onlara genellikle müzmin muhalif, azgın azınlık gibi nitelemeler yakıştırılır, siyasi kimlikleriyle tutarlı ve istikrarlı bir şekilde hep aynı yönde davranırlar, kendileri için rasyonel midir, evet; çünkü bu gruplar için siyasi kimlikler, diğer değişkenlerden daha önemlidir, grup aidiyetlerini ve benlik saygılarını korumak hayati öneme sahiptir.
'MUHAFAZAKARLIK İKİ EĞİLİMLE TANIMLANIYOR'
Bir araştırma sonucuna göre siyasi kampanyalarda kullanılan ‘’terör tehlikesi", "ekonomik istikrarsızlık’’ gibi korkuyu kışkırtan söylemler karşısında en fazla tepki veren seçmen kitlesi sağ görüşlü olanlar. Sizce bunun nedeni nedir? Muhafazakar bireyler çevreden gelen olumsuz etkilere karşı daha mı duyarlı?
Muhafazakarlık, benim bildiğim disiplin sosyal psikoloji açısından, iki eğilimle tanımlanıyor: Değişime karşı direnç ve eşitsizliğin meşrulaştırılması. Genel olarak bilinen ailenin, düzenin, verili sistemin kutsanması, geleneksellik, otoriterlik vb. olgular, var olan düzenin muhafaza edilmesi ve yapısal değişikliklere karşı çıkılması değişime karşı dirençle ilgili. Eşitsizliğin meşrulaştırılması ise, kapitalizmin, günümüzde neo-liberalizmin sebep olduğu sınıfsal eşitsizlikler ve diğer hiyerarşilerin yarattığı eşitsizlik ve adaletsizliklerin doğallaştırılması, meşrulaştırılması biçiminde ortaya çıkıyor. Dinler, hepsi, bütün toplumlarda muhafazakarlıkla tutarlı bir dünya ve gelecek tasavvuru vazeder. Dindarlık olmasa da, dini inançların günlük hayata rehberlik etmesi, muhafazakarlıkla ilişkili, dünyada ve Türkiye'de yapılan araştırmalar bunu gösteriyor ayrıca insanlar dünya görüşlerini sol'dan sağ'a doğru derecelendirdiğinde, sağ'a doğru gidildikçe muhafazakarlığın ve yukarıda söz ettiğim iki eğilimin arttığı görülüyor. Yine araştırmalar, tehdit algısının, (ekonomik, terör, bölünme, şeriat vb..) insanların verili olana kapanmasına, daha az seçenekle düşünmelerine, daha milliyetçi, otoriter, cinsiyetçi, homofobik vb. tutumların ortaya çıkmasına ve pekişmesine yol açıyor.
Oy verme davranışı açısından baktığımızda, tehdit algısı yaratmanın sonsuza kadar oy artışı sağlayacağını düşünmek de doğru değil, çünkü iktidarların yarattığı tehditle başa çıkabilecekleri, buna güçlerinin yeteceğine dair bir inanç da oluşturmaları gerek. Kuşkusuz, bu yöndeki söylemler, insanların sahip oldukları kaynaklar azaldıkça daha etkili olur; yoksullar, eğitim düzeyi, ulaşabildikleri enformasyon kaynakları açısından çok fazla seçeneğe sahip olmayanlara, en çok bağırarak korku ve tehdit yaratanların sesi daha kolay ulaşır. Bu nedenle iktidar sahipleri asla yoksulluk ve eğitimsizlikle, toplumsal birikimin eşit paylaşımıyla gerçek anlamda ilgilenmezler, geçici ve hayata katlanmayı mümkün kılan önlemlerle yetinirler. Eğitim ve gelir düzeyi yükseldikçe, bu tür söylemlerin etkisinin azaldığı görülüyor.
'TÜRKİYE’DE OLUP BİTEN HER ŞEY TEK KİŞİNİN İRADESİYLE ŞEKİLLENİYOR'
Yapılan araştırmalara göre insanların büyük çoğunluğu otoriteye itaat etme, otoritenin yanında yer alma eğilimi gösteriyor. Son yıllarda AK Parti, parti olarak etkisini yitirmeye başlasa da Erdoğan’ın liderliğinin toplum üstünde etkisi giderek yükseldi. Bazı anketlerde AK Parti’nin oy oranı ile Erdoğan’ın oy oranı arasında fark olduğu söyleniyor. Sizce bu durumu otoriter liderlik kavramıyla açıklayabilir miyiz?
Her şeyden önce şunu söylemeliyim; "araştırmalar" derken, çoğunluğu siyasi parti propaganda araçları olarak kullanılan ve "gücün ve çoğunluğun" nerde olduğunu işaret edip her zaman çoğunluğun yanında yer alma ihtiyacıyla davranan seçmenleri manipule etme amacındaki araştırmaları önemsememek gerek. Bu günlerde kimsenin kime oy vereceğini söyleyebileceğini sanmıyorum, hele telefonda; yıllardır alan araştırmaları yaparız, özellikle belediye ya da kamu kurumlarında çalışanlar her zaman gerçek düşüncelerini söylemekten korkarlar; bu ülkede farklı düşünmenin, muhalif olmanın bedeli o kadar iyi bilinir ki. Oy verme davranışlarını ve seçim sonuçlarını önceden tahmin etmek kuşkusuz mümkündür; ancak gerçekten bilimsel yöntemler kullanarak çeşitli değişkenler arasındaki ilişkileri yorumlayabilecek yetkinlikte kişi ve kurumlar bunu yapabilir. AKP'nin ve Erdoğan'ın ne kadar oy alacağını seçimlerde göreceğiz, bize "görünen" olarak söylediklerine pek itibar etmeye gerek yok ama şunu söyleyebilirim, sadece gözlemlerimden hareketle: AKP baştan beri, bütün sağcı, muhafazakar-otoriter partilerde olduğu gibi lider merkezli bir partiydi, son yıllarda Erdoğan'ın neredeyse tek politik aktör haline gelmesinin nedeni otoriter liderlik kavramından çok - baştan beri böyle çünkü - AKP içindeki güç odaklarının çatışması, son dönemde kimilerinin tasfiye edilmesi vb. gelişmeler sonucunda AKP'nin bir siyasi parti niteliğinin giderek azalıp, tek kişilik bir örgüt haline gelmesiyle belki daha iyi açıklanabilir. Sadece AKP değil Türkiye'de de olup biten her şey esasen tek kişinin iradesiyle şekilleniyor.
'NEDEN BU ÜST AKIL HEP BİZİMLE UĞRAŞIYOR?'
Seçmen üzerinde seçim propagandalarının etkisi hakkında neler söyleyebiliriz, seçmen ne gibi yöntemlerle manipüle edilir?
Klasik ya da kronik de diyebiliriz yöntemler ve söylemler var ve her seçime özgü olanlar... Kronik olanlardan ilki, Türkiye'de yüzde 60'dan duruma göre yüzde 80'e kadar çıkabilen "muhafazakar-sağ" seçmen olduğu söylemi var. Boş bulunup, muhafazakarlığın adeta genetik olarak aktarılan bir şey olduğunu ve bu memleketin kaderinin bu olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa muhafazakar doğulmaz, muhafazakar olunur; iktidarlar muhafazakarlığı, sağ dünya görüşlerini, sistemi meşrulaştırıcı ideolojileri besleyecek koşulları korumak için ne yaparlarsa yapsınlar hayat, hızlı kentleşme, teknolojik gelişmeler, özellikle gençlerin deneyimlerinin giderek çeşitlenmesi, birbirleriyle temas olanaklarının artması vb. sayısız faktör aksi yönde bir politik iklimi beslemektedir. Son yıllarda giderek artan politik baskılara, hukuksuz uygulamalara rağmen muhafazakar kesimler de dahil olmak üzere iktidar, itirazın örgütlenmesini engelleyememiştir; muhafazakarlar bile bu muhafazakarlık deneyiminden hoşnut değildir. Bir başka kadim strateji, çeşit çeşit komplo teorilerinin yaygınlaştırılmasıdır. Bir zamanlar bir düğme metaforu vardı, "birilerinin düğmeye basacağı" anı korkuyla beklemekten başka seçeneğimiz olmadığına inandırılırdık, şimdi "üst akıl" var, sanırım teknolojik gelişmelere bağlı olarak artık düğmeye gerek kalmadı, üst akıl dijital araçlar kullanıyor. Bu "üst-akıl" yukarda ve altında hizmetindeki onlarca harf kombinasyonuyla ifade edilen "terör örgütlerinin” yarattığı büyülü güç, sadece iktidarın bütün başarısızlıklarının nedeni değil aynı zamanda sıradan insanlar olarak hepimizin de kendi hayatımız hakkında elimizden hiç bir şey gelemeyeceği inancını yaratıyor. Komplo teorileri, siyasal iradelerimizin hiç bir işe yaramadığını vazediyor, ne yaparsak yapalım üst-akıl ya da küresel güçler hayatımızı belirliyor, zaten en az yüzde 60’ımız da muhafazakar-sağcı; kaderimize ağlaşmaktan başka seçeneğimiz yok. Arada mırıltı halinde soranlar oluyor: Neden bu üst-akıl hep bizimle uğraşıyor? Çünkü biz stratejik öneme sahip bir konumda bulunuyoruz, aşırı gelişiyoruz, tek büyüyen biziz, ilk 3'e girdik gireceğiz.. Kimse bu gümbürtüde fark edemiyor; büyüyen cezaevlerindeki gençlerin, emzikli kadınların, bakıma muhtaç yaşlı insanların sayıları; iş kazalarında ölen sayıları bile sayılmayan işçiler, her gün öldürülen kadınlar, işsizlik, yoksulluk... Tam bu noktada bir gülme geliyor ama inme inmiş bir insanın yüzünün bir yanındaki sırıtmaya benzer bir şey.
'TEK SEÇENEK, KADİM KADER ALGISI ZAYIFLADI'
Peki, bu seçime özgü stratejiler var mı?
Evet, aslında 7 Haziran'dan sonra yaşayarak öğrendiğimiz ve bu kez başka formlarda ortaya çıkan söylemler, şehir efsaneleri var. Bunların hepsi, bu iktidarın ne yaparsak yapalım değişmeyeceği izlenimi yaratmaya çalışıyor, bazen iktidarın kendisi tarafından yayılıyor ya da ima ediliyor bazen de muhalif kesimler arasında üretiliyor, bir tür öğrenilmiş çaresizlik hali: İktidarın seçimleri kaybetse de B,C, D planları var -bilinmez, belirsizlik algısı yaratarak muhalifleri pasifize etmeye yarıyor; seçim sonuçlarına müdahale edilecek; paramiliter güçler sokağa çıkacak hatta iç savaş çıkabilir; "Belgrad Ormanı'na gömdüklerini çıkaracaklarmış"; muhalefet kazanırsa seçimleri iptal etme ya da seçimleri yenilemenin koşullarını yaratacaklar vb.. her gün yenileri ekleniyor. Bu söylemlerin belirmesinin ve hızla yayılmasının nedeni, iktidarın seçimleri kaybetme ihtimalinin ciddi alametlerinin olması: İktidarın uzun yıllardır yarattığı "tek seçenek, kadim kader" algısının ilk kez zayıflaması, muhalefetin, "bir muhalefet lazım memlekete" amacından, "iktidara gelme" hevesini gerçek bir hedefe dönüştürmesi, HDP'nin ve Demirtaş'ın, bütün gayri meşrulaştırma çabalarına rağmen oy oranının azalmaması, muhalefeti oluşturan farklı siyasi görüşteki grupların birbirlerini en azından açıkça hedef almaması ve muhalefetin tek biçimli olmaması nedeniyle iktidarın düşmanlaştırıcı söyleminin önceden olduğu gibi "sağ'dan sol'a" salvolar biçiminde kurulamaması vb.
'ARTIK BÖYLE YÖNETİLEMEYEN HALK YAPTIK'
Son olarak; sizce bu seçimde muhalifler bütün bu stratejilere karşı ne yapmalı? Kronik hale gelen bu kaybetme psikolojisinin önüne nasıl geçilir?
Çok basit bence... Kendime verdiğim aklı paylaşabilirim; bir duvar yazısı gibi ufkumuzu esir eden "gitmeyen iktidar yapmışlar" cümlesinin yerine, gördüğümüz bütün duvarlarda "artık böyle yönetilemeyen halk yaptık" yazdığını hayal edelim.. daha da ötesi "bütün yalanlara direnen halk yaptık"... Seçimler dünyamızı değiştirmez ama bu cümlenin anlattığı ve benim de inandığım fikir, daha çok bu dünyanın nimetlerinden görece daha çok pay alanların, büyük iyilikleri gelecekte kurabilmek uğruna bugünün küçük adımlarını küçümseyebilme lüksüne dönüşmemeli. Başka bir dünyanın mümkün olduğu hayali ve çabası, bugünü, hepimiz için daha yaşanabilir kılmak için seçimleri önemsemekle çelişmez. Bu iktidara itirazı olan herkes, bu ülkenin bütün yurttaşlarının temsil edileceği bir yönetim için inancını ve gelecek hayalini hiç kaybetmeden elinden geleni yapmalı ve siyasal iradelerinin gücüne güvenmeli. Ayrıca, seçimlerin matematiksel sonuçlarına kafa yormaktan çok, kalıcı sol bir söz üretmenin ve yalana karşı hakikati bıkmadan savunmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum.