Kürt hak hareketinin kurucu babalarından: Avukat Nurettin Yılmaz’ın mirası
Nurettin Yılmaz, Amerikan siyah avukatlık hareketinin önde gelen isimlerinden Thurgood Marshall’a benzetilebilir. Sadece birkaç arkadaş ile başladığı hareket Türkiye hukuk ve yargı tarihinin başlıca ekol ve “eksen”lerinden birisi haline gelmiştir.
Orhan Gazi Ertekin
Cumhuriyet dönemi Kürt hak hareketinin kurucu kuşağından Nurettin Yılmaz, 21 Haziran 2018 günü 80 yaşında vefat etti. Nurettin Yılmaz’ın, diğer kurucu ‘şerikler’ Şerafettin Elçi, Medet Serhat, Canip Yıldırım vb. gibi isimlerle birlikte 1950’lerde “Türkiye Kürtleri” anonsu ile not düştükleri bir hak ve itibar talebi, 1960’lardan 2000’lere uzanan çok meşakkatli, yorucu ve ağır bedeller gerektiren bir süreçten geçerek giderek zengin ve dayanıklı bir avukatlık cemiyeti ve buna uygun bir hak hareketi süreci ile taçlanmıştır. 1950’lerde birkaç Kürt gencinin Türkiye hukuku ve yargısı içinde başlattığı “Kürt hakkı” talebi ve ısrarı 1960’larda giderek politikleşmiş ve tutarlı bir teorik politik hak kazanmış, 1970-80 ve 90’lı yıllarda kendi mahsus mekan ve söylemlerini üretmiş, 2000’lerde ise Av. ve Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş örneğine kadar olgunlaşarak Türkiye hukuk ve yargı tarihinin içinde kendi başına bağımsız bir “eksen” haline gelmiştir. Nurettin Yılmaz işte bu uzun ve yorucu sürecin kurucu babalarından birisidir. Bu açıdan bakıldığında, Kürt hak hareketinin, tıpkı Amerikan siyah haklar hareketi ile benzer bir ilerleme kaydettiğini söylemek ve Kürt avukatlık tarihinin bugün Nurettin Yılmaz’ın vefatı ile birlikte bir anlamda ‘Kürtlerin Thurgood Marshall’ını kaybettiğini ifade etmek mümkündür.
KÜRT AVUKATLIKTAN 'KÜRT CUMHURBAŞKANI' ADAYLIĞINA
Nurettin Yılmaz, 1938 yılında Şırnak Cizre’de doğdu. Cizre’nin Kürt hak hareketi içinde Diyarbakır ve İstanbul ile birlikte kendine has bir avukatlık geleneğini saklaması şaşırtıcı değildir ve Kürt hak hareketi içinde bir “Cizre Ekolü” var olmuştur. Nurettin Yılmaz, tıpkı Şerafettin Elçi, Hasip Kaplan, Tahir Elçi gibi bu geleneğin içinden edindiği yol yordamları hukuk alanına taşımışlardır. Kürt hak hareketi içindeki “İstanbul ekolü” politik düzeyde radikal ideolojik düzeyde liberalken, “Diyarbakır ekolü” devrimci ve yenilikçi, “Cizre Ekolü” ise rasyonel ve sağduyulu bir sıfatla tanımlanabilir gibi görünüyor bana.
Kürt hak hareketi, Kürt mücadelesi içindeki güzergahlardan birisiydi. Cumhuriyet tarihinde Kürt hareketi birkaç ana güzergah içinde ilerlemişti. Birincisi uzlaşmaz bir isyan hareketi idi ki örneğin İhsan Nuri Paşa bu hattın ve geleneğin temsil edici isimlerinden birisiydi. Mustafa Kemal’in bol vaatlerine rağmen Ağrı İsyanını sürdürmekten vazgeçmemiş, ısrarlı isyan pozisyonunu terk etmemişti. İkinci güzergah bir hak hareketi olarak avukatlık alanının takip edilmesiydi ki bu noktada 1950’lerden itibaren bir “Kürt avukatlığı”ndan bahsedilebilir hale gelmişti. Ve üçüncüsü ise bir “lobi” alanı olarak Kürt cemiyetinin devlet koridorlarında kendilerine has bir “çıkar hanesi” yaratma süreçleriydi. Nurettin Yılmaz, Kürt hareketinin ikinci önemli güzergahının içinde politik kimlik kazandı ve “Kürt avukatlığı”nın bugüne uzanan temel gündemlerini olduğu kadar temel karakter yapılarını da belirleyen kişilerden birisi oldu.
49’LAR DAVASI VE 'KÜRT HAKKI'NIN SAVUNMASI
Bugün “Kürt avukatlığı” diye bir toplam politik, toplumsal, kurumsal ve hatta kültürel varoluş halinden bahsediyorsak bunun 1950’lerden itibaren Türkiye hukuk ve yargı tarihinin gündemlerine dahil olmaya başladığını söyleyebiliriz. Kürt hak hareketinin ilk büyük tecrübi geçmişi özellikle "49’lar davası” olarak anılan olaya dayanmaktadır. Bir grup Kürt genci, 1959’da eski general ve dönemin CHP milletvekili Asım Eren’in Irak’daki isyan sırasında Türkmenlerin öldürülmesi üzerine Türkiye’deki Kürtlerle mukabele edilmesi çağrısına karşı bir telgraf kampanyası düzenleyerek altına “Türkiye Kürtleri” imzası koymuşlardı. İçlerinde Nurettin Yılmaz’ın da olduğu imza verenlerin işkence, tecrit ve türlü baskılarla ilerleyen 6 yıllık yargılanma süreci de böylece başlamış oldu. Telgraf, bütün kamuoyuna Kürtlük iddiasını büyük bir gururla duyuruyor ve Kürtlüğün özgüvenini artıran tarihi bir dönemece tekabül ediyordu.
Bu davada yargılanan genç hukukçular süreç içinde “yerel”e dayanan bir avukatlık pratiği içine girdiler ve özellikle sonraki kuşaklar üzerindeki etkilerini giderek belirginleştirdiler. Canip Yıldırım, Medet Serhat, Şerafettin Elçi ve Nurettin Yılmaz sonraki elli yılın Kürt hak hareketinin önde gelen avukatları olacaklardır. En temel özellikleri “Dava” ile “Kürtlük” arasındaki o siyasal bağı kurmaları ve tıpkı Thurgood Marshall gibi “misyoner avukatlık” yapmalarıydı. Bu ilk başlangıçlar 1980-90’lardaki Ahmet Zeki Okçuoğlu, Eren Keskin, Faik Candan vb. gibi, 1990-2000’lerle birlikte Tahir Elçi gibi avukatların adli strateji ve hak mücadeleleri sürecine önemli bir tarihsel derinlik ve tecrübe kazandırarak bir silsile ve meratip oluşmasına da yol açmıştır.
'KÜRT AVUKATLIĞI'
Kürt avukatlığı, Cumhuriyetin dayattığı “Türklük Hakkı”na karşı mücadeleler tarihinin içinden doğmuştur. Türkiye’nin kamu alanı “Türklük” ile “vatandaşlık”ı özdeş kılıyor, hakkı kültürel bir birime dahil olmak şartına bağlıyordu. Böylece farklı kültürel ve milli iddialar hukuk öznesi olmaktan çıkartılıyor ve iddia sahipleri bir “suçlu”ya dönüştürülüyordu. Bir yandan Türklük temelli bir kamusallaşma mekanizması diğer yandan da farklı iddia sahiplerinin kriminalleştirilmesi Kürt avukatlığı iddiasını bizzat kamu alanı içinde tehlikeli ve riskli bir iş ve eylem haline dönüştürüyordu. Nurettin Yılmaz bu eşitsiz ve hiyerarşik kamu alanına ilk karşı koyan Kürt avukatlardandı. Kuşkusuz buradaki geçmiş zaman kipi gereksiz. Zaten Av. Nurettin Yılmaz’ı bugün Av. Selahattin Demirtaş’a bağlayan ilk önemli şey de bu “ortak zaman”ın ta kendisidir. Aynı hiyerarşik hukuk dünyasına karşı koymalarıdır. Fakat, geldiğimiz aşamada yaygın bir Kürt avukatlık pratiğinin gücü ve dayanıklılığı da manidar görünmektedir ki bütün bu karşı koyma pratiklerini inşa edenlerden birisi olan Nurettin Yılmaz’ı sağlığında mutlu eden gözlemleri mutlaka olmuştur.
'KÜRT CUMHURBAŞKANI' ADAYLIĞINA
Kürt avukatların bu kurucu kuşağı süreç içinde kendi merkezlerini kaybetmeksizin politik ilişki ve işbirlikleri alanı da geliştirdiler. Şerafettin Elçi, Milli Selamet Partisi'ne meylederken Nurettin Yılmaz ise CHP’ye meyletti. 1973’de CHP’den Mardin milletvekili oldu. Bir süre sonra Ecevit ile yollarını ayırdı. 1978’de Mardin bağımsız milletvekili oldu. 1980’den sonra SHP’nin kuruluş sürecine katılmak istedi. Fakat “ayrılıkçı” şöhreti ondan uzak durmalarına yol açtı. Bunun üzerine ANAP ve Turgut Özal ile anlaştı ve üçüncü kez milletvekili oldu. Burada bir parantez açalım ki hem Şerafettin Elçi hem de Nurettin Yılmaz’ın Türkiye siyasal merkezleri ve partileri ile ilişkileri hep kendi yerel farklılıkları ve bu farklılıkların tanınması eğilimi içinde örülüyordu. Nurettin Yılmaz bir aşiret ağası değildi. Fakat, 1960’lardan sonra yerelde özel bir taban yaratmıştı. Hem avukat, hem de yerel bir politikacıydı. Bu haliyle avukatlık ve politikacılığı “Kürtlük”ü her daim verili olarak yapıyordu. Böylece Şerafettin Elçi ve Nurettin Yılmaz, Kürt aşiretlerinin devlet ile ilişkisini politik tarzda dönüştürerek var olma ısrarını hep sürdürdüler. Bu haliyle onların Türkiye siyasal partilerindeki varlığı bir tür “Kürt özerkliği”ne tekabül ediyordu. Bugünkü seçim ortamında, Türkiye merkez siyasetinin Kürt siyasi hareketi olarak HDP’ye olan ihtiyacını bir de bu kökenler üzerinden düşünmekte fayda var.
Nurettin Yılmaz, avukatlık ve milletvekilliğinden sonra bir de “Kürt Cumhurbaşkanı” adaylığı girişiminde de bulunmuş, 1980 “Cumhurbaşkanlığı krizi”nin tam ortasında yerini almıştır. Darbe ile birlikte, bir kez daha ilk taarruz edilen kişilerin başında gelmiş, Diyarbakır zindanında üç yıl sürecek işkence ve baskılarla dolu bir hapislik dönemi de yaşayacaktır.
Nurettin Yılmaz, Amerikan siyah avukatlık hareketinin önde gelen isimlerinden Thurgood Marshall’a benzetilebilir. Sadece birkaç arkadaş ile başladığı hareket Türkiye hukuk ve yargı tarihinin başlıca ekol ve “eksen”lerinden birisi haline gelmiştir. Evet. Onun gibi “Eyalet başsavcı vekili” olamamıştır. Fakat, Türkiye’de hukukun ve avukatlığın içinde artık geri döndürülemez bir geleneğin yapıcı, kurucu önderlerinden birisi olmuş, Kürt hak mücadeleleri tarihinin mefharet listesine eklenmiştir.
Ruhu şad olsun…