Nüzhet Dalfes: Yüzyılın sonuna doğru başımız dertte olabilir
İklimbilimci Nüzhet Dalfes: Küresel ölçekte gelişecek 'irade' eninde sonunda Türkiye'nin kömür sevdasına müdahale edilecek.
DUVAR - İklimbilim uzmanı Prof. Dr. Nüzhet Dalfes IPCC raporunda yer alan 12 yıl ifadesinin bir uyarı niteliği taşıdığını belirtiyor ve ekliyor: “Ben öyle 1.5 derecede bu işi durdurabileceğimizi düşünen bir iyimserlik içinde olamadım hiç. Bu işin yolu ulus devletlerin ortaya koyacağı ‘irade’ye bağlı. Ama ‘karbon bağımlılığı’ çok ciddi, uyuşturucu sorunu bunun yanında hiçbir şey! Kolay kolay teknoloji değiştiremeyeceğiz.” Prof. Dalfes iklim değişikliği ile ilgili sorularımızı yanıtladı...
IPCC tarafından yayınlanan son raporda iklim değişikliğini 1.5 derecede sabitlemek için 12 yılımız kaldığı belirtiliyor. Bir iklimbilimci olarak sizce bu denli kısa sürede bu gerçekleşebilir mi? Çünkü birçok yerde atmosferdeki karbon parçacıkları noktasında kritik eşiğin aşıldığı belirtiliyor bu durumda şu an frene basıp atmosfere hiç karbon, metan vb. sera gazlarını iletmesek bile mevcut parçacık sayısı ile bu derece de tutmak mümkün olabilir mi?
12 yıl gibi kesin rakamlar vermek hiç de bilimsel değil. Zaten 1.5 derecede sabitlenebileceğine kimse inanmıyor. Son yayınlanan ve 1.5 derecede kalabilmek için 12 yılımız olduğu yönündeki IPCC raporu, 6. Rapor’dan önce bir durum değerlendirmesi yapmak, konuyu gündemde tutmak amaçlı. Bu arada, gerek salımları azaltma seçenekleri, gerekse şimdiye kadar gözlediğimiz küresel değişmeye atfedilebilecek sistemsel etkileri derleyip toplamak için yapılan bir çalışma. Yararlı bir girişim, ama ‘güneşin altında yeni birşeyler’ yok, kanımca; 5'inci Rapor’dan 6'ıncı Rapor’a giderken bir ara durak.
İklim sistemi bütünleşmiş bir sistem ve bundan dolayı küçük değişiklikler öngörülmesi zor olan karmaşık değişikliklere neden olabiliyor. Bu durumda IPCC’nin ön görüleri kesin olarak gerçekleşecektir diyebilir miyiz?
Cevabı verdiniz zaten; ‘doğrusal olmayan’ (nonlineer) etkileşimlerin ağırlıkta olduğu bir sistem Yer Sistemi. Bu nedenle, tepkiler etkileri orantılı değil, çoğunlukla. Zaten IPCC raporlarında kesin lafı geçmez: IPCC hep olasılıklarla konuşur; "orta güvenirlikte", "yüksek olasılıkla" gibi herhangi bir bulguyu bir olasılık etiketi ekleyerek ifade eder. Bu bence bilimsel namusun gereği…
IPCC tarafından oluşturulan modellemeye iklimbilimcilerden eleştiri geliyor, eleştirileri iki alanda toplamak mümkün gibi. İlk itiraz sistem karmaşık ya da kaotik bir yapı ama biz bu yapıyı iki doğrusal değişken üzerinden öngörmeye ve davranışları ile ilgili tahminleri bunun üzerinden yapıyoruz bu bir indirgemecilik deniyor. İkinci itiraz ise bu sonuçların kesin öngörülebilir yani deterministik diyeceğimiz bir biçimde yapıldığı oysaki bunun sadece tahmin olduğu buna kesinlik diyemeyeceğimiz belirtiliyor. Siz bu itirazlara ne diyorsunuz?
Bu tür itirazlar ya önyargılı, ya da çıkar çevrelerine hizmet etmeye yönelik! Evet, Yer Sistemi karmaşık, evet etkileşimler ‘doğrusal’ değil; ama modellerin kullandığı formüller bu özellikleri yansıtıyor. İndirgemecilik iddiası tam bir palavra: bu hesaplar bir kâğıt parçası üzerinde, sadece bir iki süreç dikkate alınarak yapılmıyor; yüzlerce alt konu uzmanının, binlerce adam-yıllık çalışmasıyla ortaya çıkan, karmaşıklığı o andaki bilime göre (burası önemli!) bir araya getiren, yüzbinlerle satırlık bilgisayar programları Yer Sistem Modelleri. Etrafta bunlardan, hemen hemen bağımsız olarak geliştirilmiş en az 10 model var, ve bunlarla yüzlerce simülasyon yapılıyor. IPCC bu model sonuçlarını bir anlamda ‘damıtıyor’, ortak örüntüleri, davranışları bir olasılık dili kullanarak ifade ediyor, karar vericilere sunuyor. Bir kesim yarım yamalak, kulaktan duyma ‘kelebek etkisi’ hikâyeleriyle konuşabilir, bilim camiasının buna yapacağı bir şey yok!
En çok konuşulan tehditlerden birisi de kutuplarda buzullar altındaki metan gazlarının erime sonucu sistemi iyice yoldan çıkartıp tahmin edilen yüksek derecelere öngörülen sürelerden daha erken varılacağı yönünde. Kutuplarda özellikle de Antarktika’daki erime hızı düşünüldüğünde bu öngörünün kendini gerçekleştiren kehanet durumuna ulaşması takribi ne kadar süreyi alabilir tahmini olarak?
Metan suda eriyen bir gaz; su molekülleriyle metan molekülleri soğuk ortamlarda yarı kararlı yapılar oluşturuyorlar. Soğuk denizlerin tabanlarında ve soğuk karasal alanlarda suya doymuş, oksijensiz ve donmuş topraklarda (bunlara permafrost diyoruz) ciddi miktar bu biçimde saklı duran metan var. Denizlerin suyu ısındıkça ve en önemlisi, bu donmuş topraklar çözüldükçe bu gaz ortaya çıkıp atmosfere karışacak. Metan, karbondioksitten 40 defa daha etkin bir sera gazı. Yeryüzünde, anaerobik (oksijensiz) ortamlarda çok çeşitli süreçlerle oluşuyor ve önemli bir enerji kaynağı olan doğal gazın en önemli bileşeni. Atmosferdeki konsantrasyonu giderek artıyor. Çözülen permafrost ’tan ve ısınan okyanuslardan, göreceli olarak kısa bir sürede, ortaya çıkacak metan, evet kabul edelim, bir korkulu rüya. Küresel ısınmayı 1.5 dereceden tutmayı amaçlayan salım azaltım senaryolarında, metan salımlarının da azaltılması öngörülüyor. Tabii, permafrost kaynaklı metan ciddi bir şekilde açığa çıkmaya başlarsa, ‘evdeki bu hesap çarşıya’ uymaz! Ama kanımca, böyle bir metan salımı çok yakın bir gelecekte olmaz, ama bu gidişle yüzyılın sona doğru başımız dert olabilir.
Siz Türkiye’nin iklim alanında yaşayacaklarına dair bildiğimce IPCC’ninkine benzer bir modelleme ile araştırmalar yaptınız, şu andaki bilgiler ile Türkiye’yi iklim alanında neler bekliyor. Özellikle İstanbul’un alt tropikal bir iklim özelliği göstereceği belirtiliyor. Bunun su kaynakları, tarım vb. alanlarda ne tür etkileri olacak?
Türkiye ve bölgesinin iklim geleceği ile ilgi çok yazdık çizdik. Her şeyden önce şunun altını çizmek gerek: Türkiye ılıman orta enlemlerle alttropikal kuşak arasında kalan bir bölge; bu nedenle Türkiye’nin tümüyle ilgili genel laflardan ben ve çalışma arkadaşlarım hep kaçtık. Genişleyen alttropikal kuşak, ülkenin güney yarısındaki iklimi tabii ki değiştirecek, ısıtacak, kurutacak. Diğer yandan kuzey yarıda da artan yağışlı değişimler görmemiz olası. İstanbul’un giderek alttropikal bir iklime evrileceğini söylemek biraz abartı olur.
İklim değişikliği doğal olarak su kaynaklarını ve bitkisel üretimi etkileşecek. Bu konulara kafa yormakta bayağı çok geç kaldık demek abartı olmaz. Zaten yanlış tarım politikalarıyla başı belada olan, kendini doyuramayan bir ülke haline geldi Türkiye. Çok ciddi bir ‘seferberlikle’ tarımın bugününü ve geleceğini mercek altına yatırmak, su ve toprak kaynaklarının kullanımını optimize etmemiz lazım. Maalesef bu konuda insan kaynaklarımız ve en önemlisi kurum yapılarımız çok yetersiz. Tarım araştırmaları ve bilişimin tarımda kullanımı gelişmeli. Diğer yandan Türkiye çok önemli bir biyoçeşitliliğe sahip. Bu zenginliği koruyamıyoruz; doğa koruma bilgiden, meraktan geçer ve sadece bilim insanlarının çabalarının ötesinde bir kültürel değişim gerektirir.
İklim değişikliği ve insan kaynaklı iklim değişimi olarak küresel ısınma yaklaşık 30-40 yıldır gündemde bu konuda birçok toplantı yapıldı, BM birçok rapor yayınladı. Durum bu olduğu halde sizce özellikle Çin vb. hızlı büyüyen ekonomiler iklim değişiminin negatif etkilerini sınırlandırmak adına bu hızlı büyümeden vazgeçebilir mi? Şu ana kadar gerekli adımları atmamış politikacılar radikal değişikliklere gidecek adımları atarlar mı?
Ben öyle 1.5 derecede bu işi durdurabileceğimizi düşünen bir iyimserlik olamadım hiç. Gelişmeler yok değil: AB ‘karbonsuzlaşma’ işini ciddiye alıyor. Hepimizi korkutan Çin çaktırmadan yenilenebilir enerji alanında ciddi işler yapıyor. Bu işin yolu ulus devletlerin ortaya koyacağı ‘irade’ye bağlı. Ama ‘karbon bağımlılığı’ çok ciddi, uyuşturucu sorunu bunu yanında hiçbir şey! Kolay kolay teknoloji değiştiremeyeceğiz. Ve en iyimserlerin arzuları bile gerçekleşse, o zamana kadar atmosferde biriken sera gazları yüzyılın sonu kadar küresel ortalama yüzey sıcaklıklarını 2.5–3 derece arttırmaya yetecek. Evet, ne kadar azaltsak kârdır, ama galiba iklim değişikliği ve onun getireceği ekosistem tahribatı ile yaşamanın yollarını bulmak durumda kalacağız.
Türkiye'nin ekonomik gelişme biçimi yüksek karbon emisyonlarına dayanıyor. Yerli kömür kullanılması hedefleniyor, termik santrallerden elektrik elde edilmesi için yeni termik santraller kuruluyor. Bu yüksek karbon emisyonuna dayalı kalkınma modeli ile Türkiye iklimsel anlamda duvara toslar mı? Bunun ekolojik maliyetleri neler olur?
Bu işin iki boyutu var: Türkiye’nin küresel sorumlulukları ve Türkiye coğrafyasında yaşayan halklara karşı sorumluluk. Küresel ölçekte eninde sonunda gelişecek ‘irade’ (“dış güçler”), Türkiye’nin kömür tutkusuna tabii müdahale edecek, bu kaçınılmaz. Ama bu gelişmenin takvimi ne olur bilemem. Diğer yandan, umarım yakın bir gelecekte, ‘milli ve yerli’ irade demokratik bir zeminde bu ‘kömür deliliğine’ dur der. Kömür sadece saldığı karbon dioksit üzerinden bir küresel sorun değil, çok ciddi yerel/bölgesel tahribat kaynağı. Çözüm enerji verimliliğinden ve (altını çiziyorum) çevre etkileri az olan yenilenebilirden geçiyor. Çevreye etkileri az olan diyorum, yani o canım Karadeniz’in doğasını tahrip eden ‘küçük hidroelektrik’ten bahsetmiyorum; ne de Aydın’ın ovalarının incirini berbat eden jeotermalden! Türkiye’nin güneş potansiyeli çok yüksek; o kasvetli iklimli Almanya güneşe yatırım yapıyorsa, biz ne duruyoruz! Güneş seferberliği ilan edilmeli!