Dört Ayaklı Minare ELÇİ arıyor!
Onu bize adalet arayışından vazgeçmememizi öğütleyen sözleriyle, Lice davasında mağdurların yanındaki duruşuyla ve barışa olan inancıyla hatırlayacağız. Bugün bu davalar toplumda anlamını yitirse de onun bize vasiyetidir. Ne olursa olsun her koşulda Lice davası mağdurları adalet aramaya devam edecektir.
Şiyar Kaymaz*
Üç yıl geçmek üzere; duldasız pusatsız yerde yatan cinayetin üzerinden. Tıpkı Hrant Dink, Ape Musa ve sayamadığımız nice faili meçhul cinayetlerde olduğu gibi. Üç yıldır Dört Ayaklı Minare ağlıyor; çığlık çığlığa. Ama onu duyan kimse yok. Sesi bazen Yeniköy Mezarlığı'ndan; kara bahtı gibi kara taşı olan kabrinden geliyor. Diyarbakır, İzmir, Ankara adliyeleri gibi yüzleşme davalarının görüldüğü tüm adliye koridorlarında onun sesi, kokusu ve şanı vardır.
Ne mi yaptı bu Elçi? Soyadı gibi, güzel günler yaşansın, herkes mutlu olsun diye çatışanların arasına girdi. Önce onları ikna etmeye çalıştı. Olmadı kızdı, onlara bağırdı çağırdı. Tıpkı toplumumuzda kan davalarını barıştırmaya çalışan elçiler gibiydi hali. Ne yazık ki bunları yaparken arkasında koca bir yalnızlık vardı. Kimse bu çatışanların arasına girmek istemiyordu artık. O çağrı yaptıkça etrafındakiler daha da azalmaya başladı. Oysa çözüm sürecinde herkes onun arkasında durmaya özen gösterirdi. Cizre’de patlamalar başladığında ilk müdahale eden yine oydu. Silvan’da ilçeye zorla girdi. “Durun! Bu coğrafya bu kana doydu.” dedi. Öyle bir noktaya geldi ki ya o da arkasına bakmadan gidecekti ya da elçiliğe devam diyecekti. Elçiliğin de bir raconu vardı. Şöyle ki:
Rahmetli H. Sait Şanlı bölgede yüzlerce kan davasını çözüme kavuşturmuş, çatışanların arasına girmiş bir barış elçisi olarak bilinir. Onun birkaç barış davasına katıldım. Kendisi "Bir karar verirsem bu işi ne pahasına olursa olsun çözeceğim. Bu elçi olmanın ana sorumluluğudur." derdi.
İşte Tahir Elçi de bu kararı vermişti. Yaşanan çatışma durmalı, ne pahasına olursa olsun çözüm süreci yeniden devam etmeliydi. Artık çatışmalar o kadar şiddetlenmişti ki adliyenin yüz metre yakında dahi bombalar patlıyor ve silah sesleri yükseliyordu. Tahir Elçi haykırıyor ama onu kimse duymak istemiyordu. Hele ki bu coğrafyada 40 yıldır bin bir entrikayla devam ettirilen bir çatışma yaşanırken, yüz binlerce cana, milyonlarca mağduriyete sebep olmuş bir dava varken elçilik etmek zor zanaattir. Bir insan tüm gücüyle meydana çıkıp durun diyor. Bir insan, bir elçi. Dedim ya elçilik zor zanaat.
Kendisi Lice davasında ve diğer yüzleşme davalarında üzerindeki sorumluluk hissini hiç bırakmadı. Bu sorumluk aynı zamanda ülkenin güzel günlere gitmesi ve bizden sonraki nesillere güzel yaşanılabilir bir ülke bırakmak içindi. Avukat veya baro başkanlığı görevinin ötesinde bir sorumluluk alarak bunu yapıyordu. Bir baba, bir evlat, bir eş olarak 40 yıldır yaşananların tekrar edilmemesi içindi mücadelesi.
Çözüm sürecinde, herkesin akil-elçi olduğu vakitlerde o durmadan yüzleşme davalarındaki dosyaları karıştırır ve toplumsal yüzleşmelere etki edecek çalışmalara katkı sunmaya çalışırdı. Akil insanlar ülkenin dört bir yanını gezdi. Elçi olarak kendilerine misyon biçenler bürokrasi salonlarında gezindi. Lakin çatışmalar başladığında, çözüm süreci masası devrildiğinde ne akil insan kaldı ortada, ne de elçilik yapanlar vardı artık.
Bir vicdan bağırıyordu; Diyarbakır Barosu'nda, sokakta, çatışma alanlarında ve medyada…
Kimse onu bu saate kadar ne akil insan görmüştü ne de elçi olarak görevlendirmişti. Ama artık ikisini de omuzlarına almış çatışmak isteyenlere, sokakta, siyasette ve basında sesini yükseltiyordu. Artık çanlar çalmaya başlamıştı. Savaş ve çatışma doksanlardan da öteye gidiyordu.
Belki de son kes konuşacaktı belki de ne haliniz varsa görün diyecekti Dört Ayaklı Minare'nin ayaklarının altında. Lakin canlı yayınla katledilirken hiç de vazgeçecek bir duruşu yoktu.
28 Kasım 2015 günü elçilik görevini doğallığından üstlenen Tahir Elçi Dört Ayaklı Minare'nin önünden son kez sesleniyordu. "BU TOPRAKLAR BİRÇOK MEDENİYETE EV SAHİPLİĞİ YAPMIŞ İNSANLIĞIN BU ORTAK MEKANINDA SİLAH, ÇATIŞMA, OPERASYON İSTEMİYORUZ" diyordu. Bu açıklama sonrası kendisine yapılan saldırı sonucu katledildi. Tahir Elçi'nin katledilmesi aynı zamanda çatışmaların da hızının artmasını ve çözüm sürecinin tamamen lağvedilmesini beraberinde getirdi. Doksanlara tanık olanlar bu yöntemin nasıl olduğunu çok iyi biliyordur. doksanlarda yaşanan barış görüşmelerinin nasıl sabote edildiği, 33 askerin, Madımak'ın, Lice’nin, Cizre’nin ve sayamadığımız ardı ardına yapılan sansasyonel operasyonların barış girişimlerini sekteye uğrattığı, Tahir Elçi’nin bizzat takip ederek bunları belgelediği yüzleşme davaları dosyalarında mevcut.
Çözüm süreci kapısının kapatılmasına müsaade etmeyen, buna direnen Tahir Elçi artık yoktu. Kapı öyle bir kapatıldı ki artık elçilik edecek bir ortam dahi kalmadı.
Kasım ayı hüzünle geliyor..
Tahir Elçi’nin ölümünün üçüncü yılına giriyoruz. Cinayet davasına ilişkin bugüne kadar bir arpa boyu yol alınmadı. Davanın sürüncemede bırakılarak zamana yayılması da tıpkı 90'larda yapılan muhakeme yöntemlerinin aynısıdır. Biz onu bize adalet arayışından vazgeçmememizi öğütleyen sözleriyle, Lice davasında mağdurların yanındaki duruşuyla ve barışa olan inancıyla hatırlayacağız. Bugün bu davalar toplumda anlamını yitirse de onun bize vasiyetidir. Ne olursa olsun her koşulda Lice davası mağdurları adalet aramaya devam edecektir. 7 Aralık’ta İzmir'de görülecek Lice davasının karar duruşmasında onun ruhuyla ve talepleriyle salonda olacağız. Bir güvercin bedeninde tekrar salona gelir mi bilinmez ama mutlaka bizimle olacağını biliyoruz. Çünkü elçiliği bizim için daha devam ediyor.
Lice Adalet Arıyor Platformu Sözcüsü/Adalet ararken KHK ile ihraç edilmiş öğretmen